|
|
Erken seçimin eşiğinde
Geçenlerde Haber Türk / İnternet'te bir haber gözüme çarptı: "Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK'nın), el koyduğu ve Fon'a devrettiği Etibank'ın eski sahibi Dinç Bilgin hakkında dava açmaması, soruşturma konusu oldu. BDDK, dava açılması için yasal süre olan 6 ay içinde, Bilgin hakkında dava açmayınca, Bilgin'in malvarlığına konulan ihtiyatî tedbir kalktı. BDDK'nın bu uygulaması soruşturma konusu oldu."
BDDK'nın "unutkanlığı"
Hatırlanacağı üzere, bir kaç ay evvel benzer bir skandal gazetelere yansımış ve BDDK'nın, işadamı Kamûran Çörtük aleyhindeki davayı açmaması sebebiyle, malları üzerindeki tedbirin kalktığı anlaşılmıştı. (27 Şubat 2002) BDDK'nın 2001 raporuna göre, Fon bankalarına 21.5 milyar dolar kaynak aktarılmış, bu bankalardan (30 Nisan 2002 itibariyle) sadece 1 milyar 269 milyon dolar tahsilat yapılmış. Fon'un elinde 2.296 adet gayrimenkul bulunduğu kaydediliyor.
Eski banka sahiplerinin, eski evlerinde oturarak, lüks araba ve hatta uçaklarına binerek, eski işlerini sürdürdükleri ve bunlara ilişilmediği gözleniyor. Arada dava açmak da unutulunca (!), ihtiyatî tedbir kalkıyor, o boşlukta kimbilir ne gibi işlemler gerçekleşiyor. Hatta bir gazetenin hisse senetleri dahi, iki ara bir derede el değiştirmiş olabilir. BDDK'nın bu "unutkan" tavrı, borç tasfiyesinde aciliyet göstermemesi, bağımsız kurulların önemli sorunlar yaratabileceğini düşündürüyor.
Büyük sermaye işbirliği Siyaset, ekonomiye karışmasın. Ekonomi bürokrasisi de karışmasın. Bağımsız kurulları işbaşına getirelim. İMF'nin istediği ve bizim de gerçekleştirdiğimiz yeniden yapılanma modeli böyle. Finans kesiminin yeniden şekillendirilmesinden sorumlu üç önemli kurul var: Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu; Kamu Bankalarından Sorumlu Kurul ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu. BDDK'nın başına, yıllarca Koç Bank'ın Genel Müdür yardımcılığını yürüten Engin Akçakoca getirildi. Koç, Doğan Holding ve Çukurova'da görev yapmış olan Vural Akışık, kamu bankalarından sorumlu kılındı. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Başkanlığı yapan Tevfik Altınok ise, evvelce Koç'ta ve Doğan Holding'te çalışmıştı. Fon'un Başkanı oldu. Bağımsız kurulların başkan ve elemanlarını aydan ithal edemeyeceğimize göre, siyaset ve bürokrasi dışlandığında, büyük sermayenin gözde isimlerini kullanmak zorunda kalıyoruz. Yeniden yapılandırma işlemleri yürütülürken acaba devletin menfaati yeterince korundu mu? Korunuyor mu?
1994 ve 2000 krizleri
Geçenlerde İlhan Kesici ile ekonomi üzerinde sohbet ediyorduk. Söz hükûmetin başarılı olup olmadığına geldi. Kesici, 1994 ve 2000 krizlerini mukayese etti: "Türkiye'nin hassas konusu, döviz darboğazıdır. 1958'de, 1970'de, 1978'de bunu yaşadık. 1993'te Çiller başbakan olunca, dövizi baskı altına aldı. Bunun etkisiyle, 1993 sonu dış ticaret açığı, 16.5 milyar dolar, cari işlem açığı ise 6.5 milyar dolar oldu. İthalat % 40 artarken, ihracat % 1.5 geriledi... Bizim ekonomimiz ancak, 2.5 milyar dolar civarında bir cari işlem açığını finanse edebilir. 2000 yılında, Türkiye'nin yaşadığı tecrübeler dikkate alınmayarak, kur çıpasına dayanan bir enflasyonla mücadele programı uygulandı. İMF'nin tahminine göre 2000 sonunda ancak 2.9 milyar dolarlık cari işlem açığı gerçekleşecekti. Oysa, ithalat % 40.5 arttı, ihracat % 1 küçüldü. 57 milyar dolarlık ithalata mukabil ancak 27 milyar dolarlık ihracat gerçekleşti. Dış ticaret açığı 30 milyar dolar oldu, cari işlem açığı da 10 milyar dolar. Bütün dengeler bozuldu. Çünkü Türk ekonomisinin kaldırabileceği cari açık 3 milyar doları geçmez. Şubat krizi, çıpalı kurun, dövizin baskı altına alınmasının bir sonucudur. Yeni İMF programıyla, bir önceki programın reddiyesi anlamına gelen dalgalı kur uygulamasına geçilmiştir. İMF, bizim ülkemizdeki başarısızlıktan sonra, çıpalı kurun bu kadar uzun vadeli uygulanamayacağını kabul etti."
Nereden nereye
Belli ki Türkiye, tecrübesizlik yüzünden bu hale geldi. İMF programına Aralık 1999'da, enflasyonu düşürmek amacıyla giriştik. İşlerin kötüye gittiği, 6-7 ay içinde anlaşıldı. Ama ip, Şubat 2001'de koptu. 2001 yılı rakamları, tam bir fiyaskoyu yansıtıyordu: Kayıtlı işsiz sayısı (DİE) 1 milyon 720 binden, 2 milyon 335 bine çıktı; fert başına milli gelir 3000 dolardan, 2 bin 160 dolara indi; toplam milli gelir 50 milyar dolar birden azaldı. 1999 sonu itibariyle toptan eşyada % 62.9, tüketicide % 68.8 olan enflasyon, 2001 sonu itibariyle sırayla % 88.6 ve % 68.5 oldu. İMF'ye yapısal değişimleri gerçekleştirip, enflasyonu düşürelim diye başvurmuştuk; ama sonuçta enflasyon da yükseldi.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir başbakanı iş başında tutmazlar. Ecevit hastalığı iyice ortaya çıkmadan, başarısızlığı dolayısıyla, istifa etmeliydi. Ama Cumhurbaşkanı ile Hüsamettin Özkan arasındaki tartışma krizin sebebi gibi gösterildi. Ecevit, MGK toplantısını terk ederek, "kriz başlamıştır" şeklindeki bir konuşmayla, Necdet Sezer'in ipini çekmeye çalıştı. Sezer'e kızmasının sebebi, Halk Bankası'nı da içine alan bazı kamu bankalarını denetlemeye teşebbüs etmesiydi. (19 Şubat 2001)
Ecevit'in parmağı
Türkiye, medya-siyaset-ticaret ilişkilerinden çok çekti. Ekonomik krizin temelinde bile, gerçekleri olduğundan farklı gösteren gazeteler yatıyor. Her bir basın ve tv kuruluşunda yorum yapan ekonomistlerin pek çoğu, atılan adımları "ne kadar da isabetli !" diye alkışlıyor. Hiçbiri, uyarı görevini doğru dürüst yapmıyor. Böylece sorumlular koltuklarını muhafaza ediyorlar. Şubat 2001'den sonra, Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ve Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp istifa ettiler. Ama Bakan Recep Önal, sadece görev sahası değişti. Halâ bakanlık koltuğunda oturuyor.
Dün Hasan Cemal'in yazısını hayretle okudum. Cemal, Hindistan dönüşü Ecevit'le aynı uçağı paylaştığını belirterek, Can Dündar'ın başından geçenleri naklediyor: "Can, Tagore'nin kırmızı ciltli şiir kitabını alıp, ön tarafa, Ecevit'e imzalatmaya gidiyor. Az sonra biraz şaşkın bir yüz ifadesiyle dönüyor. Ecevit, kitapları almış, sağ elinde sanki kalem varmış gibi parmağıyla imzalamaya çalışmış. Bir iki kez imzalar gibi yapmış. Oysa elinde kalem yokmuş. Rahşan Hanım durumu fark edince 'Bülent' diye duruma müdahale etmiş. Bir tükenmez kalemi Ecevit'in eline tutuşturmuş. Ecevit'in imzasına bakıyorum: Belli belirsiz bir karalama... İki yıl öncesi böyleydi." (4 Haziran 2002-Milliyet-Hasan Cemal)
Acaba Hasan Cemal ve Can Dündar bu hadiseyi neden kamuoyundan gizlediler? Tayyip Erdoğan veyahut Tansu Çiller'le, hatta Baykal ile böyle bir olay yaşamış olsalar, gene suskun kalırlar mıydı? Gazeteciler, gerçeği bulup çıkarmak yerine, yanlışların, hataların, hastalıkların üstünü örtmeye çalışıyorlar. Kalem yerine parmağını kullanan Ecevit, o tarihten sonra Başbakanlık koltuğunu muhafaza etti. Bugün artık "kullanılamaz hale geldiği için" yeni adayların peşinde koşanlar, onu bir kalemde harcamakta beis görmüyorlar.
DGM Savcısının sorumluluğu
MGK'nın 2001 Şubat'ındaki toplantısında, Cumhurbaşkanı'nın yolsuzlukların üzerine gitmesi, özellikle Halk Bankası'nı kurcalaması, Şubat krizinin patlamasında önemli bir rol oynamıştı. Çünkü Hüsamettin Özkan, uzun yıllardan beri Halk Bankası'ndan sorumlu Devlet Bakanı konumundaydı Geçenlerde, (29 Mayıs 2002) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'i, Hüsamettin Özkan ve Recep Önal hakkında fezleke hazırlayarak, Meclis'e sevk etmek üzere Adalet Bakanlığı'na gönderdiği için "görev ve yetkilerini aştığı" gerekçesiyle kınadı. Yolsuzlukların üzerine gidenin görevini kötüye kullandığı ileri sürülürken, fezlekedeki (bilgi notundaki) iddiaları göz ardı edenler vazifesini yapmış addediliyor. Kalem yerine parmağını kullanan bir başbakan... Yolsuzlukların peşini süren savcının suçlu ilân edildiği bir ülke... Birbirine zıt ekonomi politikalarını (hem çıpalı kuru, hem dalgalı kuru) candan alkışlayan gazeteciler. İşte son üç yıl böyle geçti. Türkiye umudunu kaybetmiş milyonlarca insanıyla şimdi bir erken seçimin eşiğinde.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |