T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye ağaçlardan ormanı göremiyor

AB'nin temelleri Soğuk Savaş döneminde atıldı. Amaç Sovyetler Birliği'ne karşı güçlü bir Avrupa oluşturmaktı. Bu bağlamda, Amerika, Avrupa'nın en büyük destekçisi oldu. Çünkü Amerika'yı Amerika yapan Avrupa'dan giden göçmenlerdir. Avrupa'sız bir Amerika düşünülemez. İngiltere, Almanya ve İrlanda'dan göç edenler, Amerikan toplumunun belkemiğini oluşturur.

Soğuk Savaş'ın sona ermesi, NATO'yu Avrasya eksenine yöneltti. Rusya tehdit olmaktan çıktı. Ancak Rusya'nın geri çekilmesiyle doğan boşluğu Çin doldurdu. Artık AB için rakip Rusya değil Çin. Bu yüzden, NATO Rusya'yla işbirliği yapma yoluna gitti. Çin'i kontrol etmek için, Avrasya ekseninde AB'nin güçlü olması gerekir.

Avrasya'da dengeler yeniden oluşurken, Türkiye anadil ve idam gibi, ayrıntılara takılarak Avrasya eksenindeki belirleyici konumunu yitiriyor. Oysa bu yüzyılı Avrasya belirleyecek. AB olmadan Avrasya da olmaz. Türkiye Avrasya'da önemli bir güç olmak istiyorsa, Tanzimat'tan bu yana Türkiye'nin en büyük projesi olan AB'ne tam üye olmak zorundadır.

AB Türk ve İslam dünyasının Kızılelma'sıdır. Araplar'la birlikte Türkler'in gözü hep Avrupa'da olmuştur. Araplar İspanya'dan çekilmek zorunda kaldılar. Ancak Avrupalılar Türkler'i Balkanlar ve Urallar'ın Batı'sından söküp çıkaramadılar. Kazan ve Ufa bir yana, yalnızca Moskova'da iki milyona yakın Müslüman yaşıyor. Türkler Avrupa'yı sadece Balkanlar'dan değil, Kuzey'den de kuşatmış durumdalar.

AB, Türk ve İslam dünyasına Batı'yla yeniden bir karşılaşma ve hesaplaşma şansı veriyor. Türkiye böylesine önemli ve böylesine belirleyici bir imkanı iyi değerlendirmelidir. Ufuksuz siyasilerin, derinliği olmayan dayatmacı odakların oyununa gelerek, AB trenini ikinci defa kaçırmamalıdır. Vizyonsuz politikacıların elinde Türk toplumunun geleceği karartılıyor.

AB dünyanın üç büyük ekonomik havzasından biridir. Diğer ikisi Amerika ve Pasifik'tir. Türkiye'nin yararına olan AB'dir. Çünkü Türkiye bugüne kadar hiç Avrupa'nın dışında kalmadı. AB, Türkiye'ye yalnızca Roma'nın kapılarını değil, bütün Avrupa başkentlerinin kapılarını da açacaktır. İstanbul'un alınışının 549 yılında Fatih'in Roma rüyası gerçekleşiyor. Ancak kendi toplumuna yabancılaşmış kesimler, AB'nin Türkiye'ye altın tepside sunduğu imkanları göremiyor.

Bu köşede sürekli vurgulandığı gibi, artık ordu milletlerin dönemi kapandı. Soğuk Savaş sonrası yapılanmada ülkelerin gücü ordularından değil, girişimcilerinden gelecek. Girişimciler ekonomik, siyasal ve kültürel yapıyı değiştirmede lokomotif fonksiyonu yüklenecekler. Girişimcilerin başarısı da dünyayı, bir bütün olarak görmelerine bağlıdır. Çünkü dünyası sınırlı olanların geniş ufuklu olmaları mümkün değildir.

Son yüzyılda milli devletlerin kendi kimliklerini koruyarak, bir üst kimlikte birleşmelerine verilebilecek en önemli, en güçlü ve en çarpıcı örnek AB'dir. Osmanlı Devleti'nin geçmişte savaşla açmaya çalıştığı kapıyı AB gönüllü olarak açıyor. Bu kapıdan girebilmek için silah gücüne değil, üretim gücüne sahip olmak gerekir. Üretim gücünün önünde açılmayacak kapı yoktur. Çünkü dünyanın hiçbir ülkesinde kaliteli üretime vize sorulmaz.

Türkiye'nin ekonomik, siyasal ve kültürel alandaki üretim gücü, dayatmacı odakların elinde çöktü.

AB üretim gücünüb üyütmenin en kısa yoludur.


5 Haziran 2002
Çarşamba
 
NAZİF GÜRDOĞAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED