|
|
Derin Siyah
Son yıllarda hanım hikâye yazarları verdikleri eserlerle edebiyat dünyamızı zenginleştirdi ve hikâye türüne bir canlılık getirdi. Nazan Bekiroğlu, Cihan Aktaş, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Fatma Şengil Süzer, Melek Paşalı, Münire Daniş, Mihriban İnan, Selvigül Kandoğmuş bunlardan ilk akla gelenler. Dergilerde yazan henüz kitap neşretmemiş bir bu kadar imza daha var. Yıldız Ramazanoğlu (Ankara 1958) yeni çıkan Derin Siyah (Söylem Yayınları, Mart 2002) adlı ilk hikâye kitabı ile bu gruba katılmış oldu. Çeşitli süreli yayınlarda çıkan makale ve denemeleri ile tanıdığımız Ramazanoğlu'nun bu çıkışı için "geç kalmış" denebilir. Ne zararı var? Belki böylece acemiliğin tatlı tereddütlerinden ve alacağı tatsız eleştirilerden kurtulmuş oldu. Derin Siyah ile karşımızda, sözünü ve düşüncesini; üslubunu ve dilini olgunlaştırmış bir hikâyeci var. Bu yazma serüveni için kitapta Yol Hikâyesi başlığı ile yer alan metnin girişine konulan Adonis'in iki mısraı bir izah getirebilir mi? "Ey başlamaya direnen yol bilmiyorsun nereden başlayacağını" Teknik açıdan Ramazanoğlu'nun metinlerine böylesi bir kusur kondurulamaz. Ancak şu söylenebilir: Hikâyelerde soyutla-somutun, rüya ile hakikatin, iç ile dışın dengelenmesine önem verilirken; belki okuru tatmin edecek derecede bir ifşa ve itiraf gözükmüyor. Elbette bu bir şart değildir. Son hesaplaşmada yazarın kendine sakladığı bir "sır" hep kalmaktadır. Şurası enteresan: Yazar bu sırrı çok da kıskanmıyor. Semboller, imalar, anıştırmalar vasıtası ile okura sunuyor. Örnek: Kaybolma, yol-yön bulma endişeleri, derdini dememek, "bu dünyada yabancı ve yalnız" (s. 66) olmak vb. Meseleler (sosyal-siyasî-toplumsal) doğrudan dile getirilmiyor. Sadece "Kriz"de ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntının somut yansımalarını görüyoruz. (Bu da meslekî bir tema, yazarın Eczacı oluşundan gelen gözlemleri). Bir de geceleri trafiğin yavaşladığı kavşaklarda arabalara yanaşarak "cam silen" çocukların anlatıldığı Derin Siyah hikâyesi. Ramazanoğlu'nun bütün bunların yanında en göze görünür özelliği; dış dünyaya bakarken tasvirci-tahlilci gözlemlerini içinde yorumlaması. Bu itibarla anlattıkları tipik "olay hikâyesi" sınıfına girmeyebilir. Ancak olayı da önemsiyor. Mehtap Turu hikâyesi bunun göstergesi. Biraz benim "Bu böyledir"deki Lunapark'a benzettim. Hani ne demişler: Hepimiz bir gemideyiz. Bir kez binmeye gör. Ramazanoğlu'nun cümle yapıları, kelime seçimi, benzetme tutumu oldukça kendine has. Msl: Yaz çocukları, Deniz görmeden gözlerini denizden almış anne, Yarışmaya katılacakmış gibi irileşmiş balkabağı, Başında bahçe gibi bir tülbent vb. Kısa cümlelerle dokunan sıkı, dinamik bir anlatımı var. Ve bu kısa cümleler monotonluğa düşecek kadar aşırılık taşımıyor. Anlatım açısından en çok "Köyün ilk günü" hikâyesini beğendim. Gözüme çarpan sağlıksız bir cümle şu oldu: "Dışarıda siyahtan sonra koyu kırmızılıklarla, giderek pembelerle şafak, gecenin içinde, doğum için geri dönüşü olmayan bir bebeğin ilerlemesi gibi ilerliyordu" (sf. 21) Yıldız Ramazanoğlu'nun bundan böyle hikâye (belki de roman) alanında bu olgun tavrı ile peş peşe kitaplar çıkaracağını umuyor, kendisini tebrik ediyorum.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |