|
|
Türk töresi, Türk'ü aza razı etmek midir!
MHP lideri Bahçeli, benzerine partisi cenahında pek sık rastlamadığımız tafsilat ve kendi görüşleri açısından fevkalade derinlikli bir konuşma yaptı. Dünkü yazımızda, yapılması muhtemel bu konuşma için, "Büyük ihtimalle bugünkü konuşmasında dile getireceği önemli şey, AB'cilere rest çekmek olacaktır" demiş ve diğer partilere atıfla eklemiştik: "Seçimler yaklaşırken hedefi açık: Biz Apo'yu asmak isterken, onlar kurtarmak istiyor!" Gerçekten de, Türkiye'nin AB üyeliği lehine yorumlanabilecek tek bir cümle etmeksizin, artık bir demagojiden başka bir şey olmayan, "Türkiye'nin AB trenini kaçırmaması için gösterilen aşırı hassasiyetin, Türkiye'nin milli bütünlük ve çıkarları için de" gösterilmesi gerektiği noktasına takılıp kaldı. Buna kim "hayır" diyebilir? Yeter ki, milli bütünlük ve çıkarlarımızın hangi tehditlerle karşı karşıya olduğunu öğrenelim. Ama bir siyasi parti başkanı, bir hükümet üyesi; siyaset dışı güçlerin ağzıyla konuşup demokrasinin gelişmesini önlemeye ve Türkiye'nin önündeki hedefleri korkularla bertaraf etmeye kalkıyorsa onu da görelim. 159. madde, 312, anayasa değişiklikleri gibi her konuda Türkiye'nin eteklerine yapışıp yukarı çıkmaması için elinden gelen gayreti gösteren MHP, şimdi sahip olduğu tek siyaset üretme kanalı olan "anti-AB'cilik" üzerinden seçmenlerini selamlamaya çalışıyor. Selamın alınabilmesi için, bu tutumu eleştirenlerin görüş alanından çıkmasını istiyor. Görünen o ki, sağlık nedenleri ve en son RTÜK'ün de kanunlaşmış olması hasebiyle bozulan medya-Ecevit ilişkilerinden sonra, medyanın MHP'ye açtığı kredi de bitmek üzeredir. İktidarın sonu görününce kılıçlar çekilmiş ve gerçekle yüzleşme başlamıştır. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve zenginleşmesine yönelik görünür ve anlaşılır bir perspektifi olmayan MHP'nin bu istikametteki hedeflere taarruz etmesi bu dramatik bir kavganın izlerini taşımaktadır. Esasen, bu partinin yapıp ettiklerinden demokratikleşmeyi önlemek gibi bir misyona soyunduğu anlamını çıkarmak da pekala mümkündür. MHP, kendisini var eden yani Türk siyasetinde bir yer edinmesini sağlayan ilkelerin de çok uzağına düşmüştür. Siyasette işgal ettiği geleneksel pozisyonun gereklerine uygun davranamamış, yani mevziyi boşaltmıştır. Başörtüsü sorunundan dindarlara yönelik her türlü baskıyı kaldırma sözüne, merkezdeki kleptokrasinin önlenmesinden onurlu dış politika vaadlerine kadar her alanda geri adım atmıştır. Sorunları çözmek şöyle dursun bu yasak ve yanlışlara yardım ve yataklık etmiş; ne milliyetçilik ne de muhafazakarlığa uygun bir performans sergilemiştir. Elbette bu ülkede, AB karşıtları ve AB üyeliğine rezerv koyma ekseninde siyaset yapanlar olacaktır. Bu alandaki yaklaşımlar, toptan ret olduğu gibi Türkiye'nin elini güçlendirmek adına ölçülü ve temkinli politikaları dillendirmek şeklinde de tezahür edebilir. Ancak, yolun başında AB'ye itiraz koymayan bir görüntü verip deniz tükendiğinde vatan-millet-sakarya edebiyatı yapmak inandırıcı olamaz. Bunu bir politika olarak yutturmaya niyetlenenler önce; hukuk ve demokrasi ihlallerinin veya Türkiye'nin idaresinin IMF-Washington hattına ciro edilişini izah etmeliler. Bahçeli ve adamları bu kadar öngörü yoksunu, meselelerden bu kadar bihaber midirler ki içinde bulundukları hükümetin, 10 Aralık 1999'da altına imza attığı Helsinki belgesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlardı? O belgenin bugünkü katılım ortaklığı ve ilerleme raporu sürecini getireceğini, idamı, Kürtçeyi, demokratikleşmeyi; dahası, 2002'de Kıbrıs'ın, 2004'te Ege'nin çözümünü zorlayacağını anlamamışlar mıydı? Bunları bile bile imzaladıktan sonra, gereğini yapıp Türkiye'nin elini güçlendirecek politikalar geliştirmek yerine belden aşağı yöntemlerle AB sürecini baltalamak Türk töresi midir? Türk töresi, sözümona Türklüğün bütünlüğünü korumak adına Türk'e korku salmak, onu elindekiyle yetinmeye zorlamak mıdır? Bahçeli, üç yıl ses çıkarmadan ortaklık ettiği iktidarın sonu görününce, milli hassasiyetlerden, Apo'yu asmaktan, ulusal onurdan bahisle popülizmin en ucuzundan bir oyun sahneliyor ve herkesin kendisini hayran hayran izlemesini istiyor. Bir slogandan ibaret kalan, "Milli ve gerçekçi yaklaşım" kavramı üzerinden de adı gibi devletçi bir direnç gösteriyor: "Bilinmelidir ki, milli ve gerçekçi yaklaşımı AB karşıtlığı gibi kolayca ve basit bir mantıkla karalamaya çalışmak sonucu değiştirmeyecektir." Değişmeyecek olan sonuç belilidir... Türkiye'nin içine kapanması.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |