T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bahçeli'nin tercümesi

Türkiye'de 'Bülent Ecevit dönemi' diye tarihlere bir kayıt düşülecekse, bu dönem 'uzatmaları' oynuyor. Kamuoyundan gizlenmeye çalışılan ama gizlenmeye çalışıldığı ölçüde kamuoyunun 'şeffaf' biçimde görüp farkında olduğu 'olgu' şu: Başbakan Bülent Ecevit, bundan bir buçuk ay önceki sağlık durumuna geri dönemeyecek.

Yani, Ecevit, mayıs ayının dördüncü günü sabahı apartopar Başkent Hastahanesi'ne taşındığı günün öncesindeki 'sağlık performansı'na –ki, o da pek iç açıcı değildi– asla kavuşamayacak. Her türlü insani gerekçeyle, Ecevit'in şu ilerlemiş yaşında, daha iyi bir sağlık konumunda bulunmasını içtenlikle dilemek başka; ülkenin çok zorlu siyasi kararların arefesinde bulunduğu ve Başbakan sıfatı taşıyan kişiden olağandışı bir 'enerji' talep edilmesi gereken böyle bir dönemde, Ecevit'ten bunu beklemenin gerçekçi olmamasının altını çizmek başka.

'Post-Ecevit dönem'in hazırlıkları, kim aksine beyanlarda bulunursa bulunsun –başta kişiliklerini erozyona uğratmış bazı DSP'liler olmak üzere– zaten başlamış durumda. 'Gerçek'i en başta 'devlet' görüyor. Görüyor ki, geçen haftaki MGK toplantısı, Başbakan'ın katılamayacağının ortaya çıkmasına ve koalisyon hükümetinin iki numaralı şahsiyeti olması gereken Devlet Bahçeli'nin toplantıda hazır bulunmayacağı bilinmesine rağmen, tam beş buçuk saat sürebildi ve ardından son zamanlarda bir MGK toplantısından çıkabilecek en 'anlamlı' kararların alınmasına Başbakan ve Başbakan Yardımcısı'nın katılmamış olmaları engel olamadı.

Yani, beğenilse de beğenilmese de, sivil siyaset ve demokrasi zihniyetiyle bağdaşsa da bağdaşmasa da, fiilen 'hükümetin üzerinde' bir kurul olarak işlev gördüğüne kuşku bulunmayan MGK, Başbakan ve Başbakan Yardımcısı'nın yokluğunda pekala önemli kararlar alınabileceği ölçüsünü ortaya koydu.

MGK'nın, 'zımnen', 'Bülent Ecevit'li bir Türkiye geleceği görmediği'nin belgesi olan toplantısının ve aldığı kararların, bir başka çok önemli boyutu vardı: Devlet Bahçeli'nin ve MHP'sinin 'devletin karar alma mekanizması'nda 'belirleyici role sahip bulunmadığı'. Bu 'olgu', Ecevitsizliği peşinen kabullenmek kadar anlamlı ve önemli.

Hele MGK kararlarının, Bahçeli'nin Çin'den gönderdiği 'anti-AB sinyaller'in ardından gelmesi; MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı'nın pek de 'kaale alınmayacağı'nın göstergesi sayılabilir.

Bu bakımdan, Devlet Bahçeli'nin dün medyadan TÜSİAD'a, AB'den kendi hükümet ortaklarına uzanan son derece geniş yelpazedeki hemen herkese yönelik 'polemik konuşması' dikkatle üzerine eğilindiğinde, 'eşeğini dövemeyen semerini döver' nitelikli bir konuşma olarak göze çarpıyor.

MHP, 'ideolojik dayanakları'yla palamarlarını çözdüğü ve 'seçmen tabanı'nı başkalarına kaptırdığı ölçüde, 'Ankara merkezli' bir parti olmaya ve 'devlet kurumları' içinde dayanak bulmaya zorunlu olarak yönelen bir parti. MGK kararları, MHP bakımından tıpkı 1980'de olduğu gibi 'güvendiği dağlara kar yağmış' görüntüsü verdi.

Devlet Bahçeli'nin dünkü çıkışı bu çerçeveden değerlendirildiğinde, yine 'devlet içindeki bazı odaklar'a oynamak ve onlara dayanmak için bir çaba olarak anlaşılabilir. Tutabilmesi şüpheli. Zira, Bahçeli'nin 'polemiği' öylesine geniş bir yelpazeyi hedef almış durumda ki, bu kadar yaygın bir yelpaze önünde 'karşıtlık konumu'na girmesi, kimi 'devlet kurumları' nezdinde kendisine aradığı desteğin sağlanmasına elvermez.

Bakın, AB ile ilişkiler konusunda neler diyor; nasıl bir dil kullanıyor?

''Ülkemizde, AB ile olan ilişkilerimizin aşamaları, sorunları ve geleceği üzerine yapılan tartışmalarda, zaman zaman ürkütücü boyutlara varan çarpıklıklar ve yanlışlıklar dikkati çekmektedir.

Türkiye, her kritik aşama öncesinde bir (yol ayrımı sendromu) içine sokulmakta, ilişkilerin her önemli aşamasında tam üyeliğe bir adım kalmış beklentisi yaratılmaktadır.

İlişkilerin çok değil 10-15 yıllık seyrine dikkatlice bakıldığında bugün koparılmak istenen fırtınaların, aşırı ama planlı iyimserlik rüzgarlarının benzerlerine rastlanmaktadır.

Tam üyelik başvurusu zamanında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının kabulünde, Gümrük Birliği anlaşması sürecinde, hükümetimiz dönemindeki 1999 tarihli Helsinki Zirvesi ve Katılım Ortaklığı Belgesi'nin açıklanması sırasında yapılan tartışma ve değerlendirmelerde zihniyet ve üslup benzerlikleri dikkat çekicidir.

Yine, 2001 yılının son günlerinde gereksiz yere açılan Kıbrıs, idam ve 312 tartışmalarında da benzer çevreler benzer söylemleri dile getirmişlerdir. Son günlerde ise Kopenhag Kriterleri ve Kıbrıs sorunu çerçevesinde yine fırtınalar kopartılmaya çalışılmakta, Türk toplumuna yönelik olarak tek yanlı bir propaganda bombardımanı uygulanmaktadır.''

Bu kadar sözün 'özü' şudur: Bahçeli AB'ye karşıdır. Nitekim, Türkiye'nin AB güzergahının her aşamasından, AİHM'-ne bireysel başvuru hakkından, Gümrük Birliği'ne, 1999 Helsinki Zirvesi'nden Katılım Ortaklığı Belgesi'ne, rahatsızlık duymuştur.

MHP liderinin sözleri, bu duygularının ve düşüncesinin bir 'ikrar'ı olmuştur. Bahçeli, 'Türkiye'nin AB trenini kaçırmaması için gösterilen aşırı hassasiyetin, milli bütünlüğü ve çıkarları için de gösterilmesi gerektiğini' söylüyor. Mesele tam da bu: AB içindeki bazı çevreler Türkiye için ne düşünürse düşünsün; bundan etkilenmeden ve bundan bağımsız olarak, AB, Türkiye için bir 'gelecek ve uygarlık projesi' ve bir 'stratejik hedef'. Türkiye, kendi 'milli çıkar algılaması'nı ve kendi 'stratejik hedefleri'ni kendisi tayin eder. Yani, 'AB'deki Türkiye', Türkiye'nin 'milli bütünlüğü ve çıkarları'nın en üst düzeyde ve en garantili biçimde korunmasıyla adeta 'eş anlamlı'. Dolayısıyla, Türkiye'nin 'milli bütünlüğü ve çıkarları' ile Türkiye'nin 'AB hedefi'ni birbirlerine karşıt kavramlar olarak sunduğunuz anda, ya AB'yi ve Türkiye'nin 'stratejik amaçları'nı hiç kavramamış durumdasınızdır veya aksine ne, ve ne kadar yüksek sesle ve hırçın sözcüklerle söylerseniz söyleyin, 'AB karşıtı' etiketinin üzerinize yapışmasından kendinizi kurtaramazsınız.

Bahçeli'nin açmazı da burada: MGK bünyesi içindeki bazı unsurlar, bu sözlerdeki 'espri'yi zaman zaman dillendirmişlerdi ama son MGK kararları, bir 'yeni stratejik değerlendirme' sonucu, bu 'espri'nin terkedildiğine ve bir 'radikal dönüş' yapıldığına dair ipuçları vermiştir. O nedenle, bu tür sözleri 'istihdam ederek' yapacağı her polemik, Bahçeli ve MHP'liler, ne kadar aksini iddia ederlerse etsinler, kendilerini 'AB karşıtı' konumda bırakmaya devam edecektir ve Türkiye'nin gerek iç ve gerekse dış dinamikleri, bu yüzden, MHP'yi 'marjinalleştirecek'tir.

Aslında, Bahçeli'nin dünkü konuşmasının 'yapıcı' olarak addedilebilecek tek unsuru, Ecevit'in sağlık durumundan yola çıkarak ortaya attığı önerilerdir. MHP lideri, hükümetin '2004 Nisan'ındaki seçimlere kadar' devamından yana olduğunu bildirmekle birlikte, 'bu olamayacağı takdirde' seçimlere dek bir 'icraat hükümeti'nden yana olacaklarını ifade etmiştir.

Bu sözler, Ecevit hükümetinin 'Nisan 2004'e dek devamının mümkün olmadığının' bir başka dille ve Bahçeli tarafından ilk kez söylenmesinden ibarettir.

Bahçeli, 'icraat hükümeti' içinde yer almayı ve MHP'nin iktidarını bu yolla uzatmak istediklerini ifade ederken, bir yandan da 'Ecevit hükümetinin sona ermekte olduğunu' ilan etmemiş midir?


5 Haziran 2002
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED