T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ahmet Mithat Efendi'nin vapuru

Kitabını eline alıp serin boğaza karşı düşüncenin derin sularına yelken açmak... Ya da gün batımlarında suda oluşan ateş yalımının sıcaklığında muhabbetin çayını yudumlamak. Mekan düşüncesinin mehtap, deniz, güneşle farklı boyutlar kazandığı; günün her saatinde başka bir renge bürünen suların oynaklığındaki boğaz kadar şiirsel bir yer düşünebilir misiniz? Denizin dipsizliği ile göklerin derinliğini, ufku dolduran çil çil kubbelerin çağrıştırdığı sonsuzluk düşüncesini teknesinde yoğuran Şirket-i Hayriye vapurları gibi fizik ötesi anlam kazanmış bir şehirde yaşamanın bilinci; bu 'şehirde yaşamakla ikamet etmek' arasındaki çizgiyi çiziyor. Her gün bir kıtadan başka kıtaya yolculuk yapmanın kazandırdığı mekan bilincine sahip olmanın ayrıcalıklı yolcularıdır bu şehrin insanları.

Ve bu hülyalı yolculuk kabus olarak geri döndü.

Artık yolcu salonlarına giremiyorum. Merdiven üstünde arasatta bir yerlere ilişmiş vaziyette yolculuğun bir an evvel bitmesini istiyorum. Dün yine merdiven aralığında bir yere ilişmiş otururken zaman zaman karşılaştığım yazar dostumuz M. Akif Ak yanıma geldi ve hemen söze başladı: Artık vapurun salonlarında oturmak işkence olmaya başladı. Ve arkasından Şirketi Hayriye'den başlayarak zaman, mekan, bilinç yolculuğuna çıktık. Boğaziçi'nde vapur yolculuklarına, burada oluşan geleneğe, geçmişten bu güne devşirilen güzelliklerine kulaç attık. Modern zamanlarda bile devam eden Şirket-i Hayriye günlerinden kalma davranışların, edebiyatçıların bu vapurlarda oluşturdukları gelenekten söz ettik.

Mesela, edebiyatımızın en renkli ve velüd isimlerinden Ahmet Mithat Efendi oturduğu Beykoz'dan Eminönü'ne yolculuk yaparken vapurdaki köşesinde ya yazılarını yazar ya da etrafında toplanan yolcularla derin bir sohbet başlatırmış.

Şehir hayatının olanca yoğunluğunda vapur yolculuklarının en büyük özelliği karşılaşılan dostlarla sohbet imkanı vermesi. Eğer konuşacak bir tanıdığınız yoksa okumanın keyfini çıkarmanız. Canınız hiçbir şey istemiyorsa boğazın engin sularında doğan güneşin parlaklığına ya da batan güneşin kızıllığına belki mehtabın suya akseden gümüş rengine takılarak hülyalarınızla baş başa kalmanız.

Big Brother'in seçtikleri

Ama tüm bunlar artık mazide kaldı.

Boğaz vapurlarının her salonuna en az ikişer tane yerleştirilen televizyonlar bu şehre ait bir gelenekle birlikte boğaz yolculuğunun tüm huzurunu alıp götürdü. Evinizde bile dinlemediğiniz, reklamcının zevkine göre seçtiği, sesi son ayar açılmış bir müziği dinlemek zorundasınız artık. Kafanızı hangi yöne çevirseniz karşınıza çıkacak şekilde yerleştirilmiş ekranlardan yansıyan sinir bozucu görüntülere katlanmak zorundasınız. Bir dinginliği çağrıştıran, kendinizi bulduğunuz Boğaziçi'nin sükunlu havası teşhir kültürünün tedhiş eylemine sahne oluyor.

Kim ve hangi aklın sorumsuzluğudur bilinmez birkaç zamandır vapurlarda yolcular terörize ediliyor. Tek merkezden seçilen ve zorla seyrettirilen görüntüler görsel kültürün vandal bir uygulamasına dönüşüyor. Siyasal propagandanın beyin yıkama yöntemlerini hatırlatan bir uygulama ile (indoctrination) insanlar Big Brother'in seçtiklerini izlemeye/ beğenmeye zorlanıyor.

Bu son uygulama "Memleketi adam etme" anlayışının teknolojiyi yedeğine alarak vandal biçimiyle yeniden sahnelenmesinden ibaret. Siyasal kültürümüz ve yakın tarihimizdeki uygulamalarla yakından ilgisi bulunan otoriter uygulamanın işinde gücünde insanların zevklerini, zihin yapılarını dizayn etme refleksinin bir yansımasıdır. Dinleyeceğiniz müziği onlar daha iyi bilmektedir. Onaylamadıkları bir kıyafeti giymeniz mümkün değildir; çağdaşlık ya da geri/ci/liğin şaşmaz ölçüsü tekellerindedir çünkü. Hangi düşüncenin zararlı hangisinin çağdaş, ileri ve modern olduğuna ancak onlar karar verebilir. Ne yapalım ki henüz adam olmamış bir memleketi idare etmek için bunlara katlanmak zorundayız.

Bakan'ını dediği gibi; "Türkiye, ABD'deki gibi başörtülü şekilde okullara gidilmesi seviyesine gelmedi". Henüz adam olmamış bir toplumu vapurda kitaplarıyla, özel düşünceleriyle, hayalleriyle baş başa bırakmak elbette uygun düşmeyecekti. Her an baştan çıkabilir bu insanlar.

Sessizce ilerleyen vapurun camından dingin sularda yüzercesine Boğaziçi'nin silüetini seyrettiğim yolculuklarımı geri verin. Dostluklarıma, zevklerime, satır aralarında kulaç attığım kitaplarıma karışmayın. Bizi bize bırakın. Karartın şu ekranı!


17 Ekim 2002
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED