|
|
Seçim yolu veya seçim oyunu...
Her şey kuralları içinde ele alınıp, rotasına sokulsa da, herkes nasibini alsa, diyoruz. Yoksa, bu gidiş, el-âleme rezil-rüsvay olmamıza yeter bir görüntü veriyor. Biz dedik ki, "İslam, otokratik yönetimden demokratik/ümmetçi bir yönetime geçmek zorundadır." Bunun nasıl olacağını, insan olarak kendi tercihimizi yapar amma kurtuluş ve felâh için, bir "Toplumsal İslam" kavramına ulaşmak gerektiğine inanıyoruz: Üçlü ittifak yaptığımız 91 seçimlerinde, altımda bir Mercedes, şoförüm Ercan Günaydın adlı bir genç... 1985'de RP Fatih İlçe Başkanı olan Ahmet Albayrak'ın tahsis ettiği araba ile, propaganda dolaşmaları yapıyor, seçim bölgemiz olan Beşiktaş'tan yukarı çıkıp Etiler'den geçerken, RP'nin "zafer işareti" olan baş parmakla selam veriyor, karşımızda yer alan apartmanlardan ise, birer "jenosit-toplum imha işareti ile Neron gibi, hepimizi Arena'daki aslanlara yem edecek bir başaşağı işareti ile gaza basıp, geçiyorduk! Böyle bir ortamdan gelip biz siyaset yapmıştık! Amma sonra gördük ki, hizip ve marjinal partilerde yer alan ve dört eğilimi birleştirenlerin mecali kalmayıp, hedefine ulaşınca, içteki gruplar gizli pazarlıklarla, kitlelere doğru açılmaya kendini sorumlu hisseden ve bu doğrultuda baskıya maruz kalanlar partilere dağılıp, yeni oluşumlar peşinde koşmaya başladılar! Artık eski liderlere iltifat yoktu. Hizipler saltanatı başlamıştı. Birkaç liste başı kapan veya bir küçük hizbi iktidara oynayan partilere pazarlayanlar, köşeyi dönmeye başlıyorlardı. Meselâ bir "bilge kişi" saydıkları İDP'nin, şimdiki "Millet Partisi"nin lideri Aykut Edebali'yi yapa-yalnız bırakıp, diğer partilere kapaklananlar çokluğu teşkil ediyordu! Çünkü politikada "vefa" yoktu. Çıkar ve çapkınlık hesapları yapanlar, voli vurmak, köşeyi dönmek için her kılığa bürünmekte mahir birçok yön ve yöntem sahibi olmuşlardı. ANAP'taki dört eğilim, merhum Özal, Köşk'e çıkınca, hemen saflaşma ve cepheleşme mevzilerine çekilmişti. Kimi "Semracı", kimi de "Kartelci" yolu seçmeye başladı. Sonunda, arazi Yılmazcılara kaldı. Küçük küçük hizipler, marjinal partiler, tek kişilik sürülerin atlama tahtası olarak seçecekleri yerler olmalıydı. 91 yılında başlayan bu serüven, Aralık 95 ve Nisan 99 seçimlerinde doruk noktasına ulaştı. Ve Fazilet Partisi de, "eğilim ve hiziplerin odağı" haline geldi. Orada Özalcılar mı ararsınız, Semracılar mı? Menderesciler mi yoksa TÜSİAD'çılar mı? Aydınlar Ocaklıları mı yoksa Sağcı Statükocular mı? Liberaller kadar Kelepirciler mi yoktu? Bir de bunlar yerel yönetimlere sızınca, bir çarpışma ve çıkar kavgası başladı ki, FP'nin sonunu hazırladı. MSP'de ayrılma oldu, parçalanma olmadıydı. RP olumlu sinyaller verdi. Hükümet bile oldu... Ekonomik ve sosyal sorunları çözmede epey bir mesafe katetmişken, on bir ayda "ortaklıktaki bataklık"yüzünden, o güzelim hükümet bitti. Ondan sonra başladı, hesap-kitap işleri... Bir de İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı'nda bulunan Recep Tayyib Erdoğan'ın mahkumiyeti ve ardından siyaset yasaklılığı, "Erbakan Hocamız"ın kaderi ile özdeşleşince, yeni arayışlar ve kalp çarpıntıları baş gösterdi. ANAP ve diğer sağ kulvarlarda koşan "profesyonel siyasiler"in halk katmanında baş gösteren "Tayyib özlemi"ne katkıda bulunmak ve öncülük kazanmakta organize olarak, hem yerel yönetimlerde ve hem de merkezî yönetimde daha etkin rol almada, "kırk yıllık Millî Görüşçü" gibi, Erdoğan'ın etrafını sardılar: Tıpkı bir kovanın etrafını saran sarı arılar ile, örümcek ve ağları gibi... Hapse girerken, "Bu şarkı burada bitmez" posterlerini ayaklar altına alıp çiğneyenler, bu sefer gözyaşları döküp, "Sen bize Allah'ın bir lütfusun" diyerek sokağa döküldüler. Rüzgarı bir kerre yakaladılar. "Ne bir haber, ne bilmem ne!.. Eski dostlar, eski dostlar" şarkısı artık "sahibinin sesi plakları"nda kalmıştı. AK Parti yürüyordu. "Tayyip rüzgarı" öyle esiyordu ki, "Bad-i Seba" gibi selamını o kutsal beldeye ulaştırıyordu... Trendi bu kadar yükselen bir partide, elbette bir "lider"lik sorunu olmayacaktı. Öyle ise, lider, etrafında kenetlenen insanları iyi seçmeliydi. Dün Edebali'nin, Özal'ın, Menderes'in, Türkeş'in, Erbakan'ın etrafında "hulus" çakıp, reverans ederek "mabus" olanlar, yarın aynı şeyi bu "genç lider"e yapmayacaklar mı? Böyle bir endişeyi duymamak için de, alnı açık, mazisi temiz ve geleceği aydınlık "mesajlar" verenleri, seçip, yanında koşmaya teşvik etmelidir. Çünkü, bu bir maraton koşusudur. Kulvar değiştirenlere burada yer olmamalıdır. Çünkü, "İslam, teokratik bir yapı değil, teknokratik bir düzen içinde hayatını idame ettirmek istiyor." Bu alanda, hizmeti şiar edinenlere engel olacak her tür mania, engel ve pürüz, liderlik vasfını taşıyanlarca ortadan kaldırılmalıdır. İşte bu seçim, bunun ilk raundudur!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |