T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Din adamı"nın adaylığı

İslam dini insanları kan, kavim, ekonomik durum, soy-sop, cinsiyet, dini selahiyet ve ödevler... bakımından sınıflara ayırmıyor; tabîî farklılıkları "fırsat, mükâfat ve ceza" bakımından peşin bir imkan, sonradan elde edilen farklılıkları da değişmez ve başkaları tarafından edinilemez birer imtiyaz sebebi olarak değerlendirmiyor, görmüyor, kabul etmiyor. Durum böyle olunca da, diğer müminlerden, dini ödevleri ve yetkileri bakımından farklı bir "din adamı" sınıfına yer vermiyor. İslam'da âlim ve cahil, salih ve fasık, iyi ve kötü insanlar vardır; bunların tamamı insan iradesini aşan bir dayatma sonucu oluşmamıştır; insanın iradesine ve çabasına bağlıdır. Herhangi bir konuda alim ve uzman olan kişi, o konuda başkalarından farklı ehliyet ve yetkiye sahip olur; ancak bu kapı herkese açıktır.

İslam'da din adamı olmadığına göre, din görevlilerine, ilahiyatçılara, cemaat ve tarikat önderlerine "din adamı" demek "meşhur olmuş yanlış"lardan birini teşkil eder. Din alanında diğerlerine göre daha fazla tahsili ve bilgisi olan bir kimse bu bilgisine ve tahsiline dayalı olarak cami hizmetinde ve dini eğitimde yaşamaya çalışacaktır. Din yalnızca ibadet ve ahiret hayatı ile ilgilenmez; insanların dünya hayatlarıyla ilgili de tavsiyeleri, buyrukları, yasakları, bilgileri vardır. Bir ilahiyat hocası, bir cami imamı buralarda vazife yaparken de, siyaset yaparken de aynı kurallar bütünü içinde hareket etmek durumundadır.

Din görevlisi ve öğretmeni siyaset dışındaki dünya hayatını yaşarken, mesleğinden dolayı ve din kurallarına uyduğu için nasıl olsa "dini istismar etmek" ve "dine dayalı dünya menfaati sağlamak"la itham edemezsek, siyaset hayatına atıldığı, şu veya bu partiye katıldığı zaman itham edemeyiz. Ve öğretiminde görev almış olursa sınıf değiştirmiş olmaz; o da diğer müminler gibi hem dünya hem de ahiret hayatını dinin bağlayıcı hükümlerine göre düzenleyecek ve

"Laik bir ülkede ilahiyatçının siyasette ne işi olabilir?" sorusunu daha genelleştirerek "...Müslüman'ın ne işi olabilir?" şeklinde sormak doğrudur. Eğer Müslümanlar'ın laik bir demokraside şu veya bu maksatla, şu veya bu şekilde meşrulaştırarak siyasi faaliyete girmelerine itiraz edilmiyorsa, ilahiyatçı veya din görevlisi Müslüman'a da itiraz edilemez; çünkü onların dini yükümlülüğü farklı değildir.

Bir Müslüman herhangi bir işe talip olurken veya kendisine teklif edildiğinde kabul edip etmemeyi düşünürken öncelikle "ehliyet ve liyakat" bakımından durumuna bakacaktır. Kendisinden daha ehil, daha layık birileri var iken işe talip olan veya teklifi kabul edenler, din ve ahlak açısından kusur işlemiş ve sorumlu olurlar. Siyaset alanında da hem adaylık isteyenler hem de bunu teklif veya isteği kabul edenler adalet, ehliyet ve liyakat ölçülerine göre hareket etmezlerse; din, ahlak ve işin gereği bakımından olması gerekenin dışına çıkarlarsa diğer işlerde olduğu gibi burada da kusur ve sorumluluk -etkisi nispetinde büyüyerek- vardır.

Güzel ahlak ve dindarlık tek başına veya ağırlıklı olarak bilgiye değil, eğitime, eğitim yoluyla elde edilen kemale (erdemlere) bağlı olduğu için din alanında bilgi sahibi olan kimselerin de sorumluluklarının farkında olmamaları, günah ve kusur işlemeleri mümkündür. Seçimde ölçü ehliyet olmalı derken ehliyeti yalnızca bilgi ve beceri olarak değil, aynı zamanda ahlak ve erdem olarak tanımlamak ve almak gerekiyor.

Bu yazıyı okuyanlardan bazılarının aklına "Acaba hocaya bir teklif filan gelmedi de onun için mi bunları söylüyor" diye düşünmeleri mümkündür. Hemen meraklarını gidereyim: Bir işe ehil ve layık, bu sebeple de matlup (istenir, kendisine teklif edilir) olmak mutlaka ona girmeyi gerektirmez. Girmediğiniz, kabul etmediğiniz takdirde onu sizin kadar yapacaklar bulunduğu için -siz girmediniz diye- topluluk zarar görmüyorsa, başka bir iş ve meşguliyeti dünya ve ahiret hayatınız için daha yararlı görüyorsanız buna göre hareket eder, sizin için daha uygun olanı tercih edersiniz. Benim durumum da budur. Ben dinimin insanlık ve milletim için eşi bulunmaz bir ışık olduğuna inanıyorum ve bu ışığı güçlendirmenin, ona düşman olanların zarar vermelerini engellemenin "siyasetini" yapıyorum. Bütün işlere, gruplara, faaliyetlere de bu açıdan bakıyor, ilişkilerimi bu amaca göre ayarlıyorum. Parti içinde faaliyet göstermeyi, bu amacı gerçekleştirmek bakımından da uygun görenlere, başarı dilemekten başka bir diyeceğim olamaz; ama ben dışında ve üstünde olmayı uygun buluyorum.


18 Ağustos 2002
Pazar
 
HAYRETTİN KARAMAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED