|
|
Ben size daha önce demiştim (II)
-"Üç kuşak vardır daima: Birinci, Tanrı'yı bulur; ikinci, Tanrı'nın üstüne daracık tapınaklar kurar ve onu zincire vurur; yoksul düşen üçüncüyse, kendi zavallı kulübeciklerini kurmak için taşlar taşır Tanrı'nın evinden. Derken, Tanrı'yı yeniden araması gereken gelir..." Parlak ve fakat içi boş sözcüklerle 'din' hakkında ahkâm kesen zevâtın çırpınışlarını gördükçe, aklıma Alman şâiri Rainer Maria Rilke'nin sözünü ettiği üçüncü kuşağın yoksulları geliyor... Kendi zavallı kulübeciklerini kurmak için taşlar taşıyışlarını düşünüyorum Tanrı'nın evinden... Bilgisizdirler ve fakat bilgisizliklerinin farkında değillerdir... Biliyormuş gibi yapmak/bilir görünmek, öğrenmek için çabalamaktan, emek vermekten, aramaktan, yorulmaksızın aramaktan yeğdir onlar için... Alkışlamayı severler; güçlüden yana olmaya bayılırlar, bayıldıklarını göstermeyi de severler... Beceriksizdirler; öyle beceriksizdirler ki sözleri değil, gözleri de saklayamaz yoksulluklarını, yoksunluklarını... Öfkelenemezler hiçbir şeye, karşı olmak ürkütür onları... Vakit kaybetmekten korkarlar, hayır demekten de, hatalısınız demekten de... Gençken kendilerinin de böyle şeyler yaptıklarından dem vururlar; hayatın gerçeklerini çabucak kavradıkları iddiasından kolay kolay vazgeçmezler ve hep bir geçkalmışlık duygusuyla konuşurlar, yazarlar... Yanlış zamanda yanlış adamlarla yanlış yerlerde olmaları nedeniyle geç kaldıklarını varsaydıkları için, doğru zamanda doğru adamlarla doğru yerlerde bulunmaya çabalarlar... Fakat bunu yaparken, ellerindeki kartvizitlerin arkasında bulunan o yanlış adamların imzalarını doğru adamlara göstermekten de çekinmezler. Yaygaracıdırlar, sessizliği sevmezler... Yalnızlık nedir bilmezler; bilmedikleri için de korkarlar yalnızlıktan... Hâl böyleyken, "Korkulmaz mı hiç yalnızlıktan, ben ki hep korkular devşirdim yalnızlıktan" diyen şâire hak vermek de gelmez içlerinden... Hiç 'Çar' olmamışlardır ki yalnız yürüsünler... Tekrarcılıkları bundandır; yaygın olanı tekrarlamayı severler; hem de herkesle birlikte tekrarlamayı severler... Nedense kulakları hep esecek rüzgarın fısıltısındadır... Küçük, küçücük, küçümencik çıtlarla hemen harekete geçmeleri bundandır; bu sefer geç kalmamalıdırlar, bu sefer treni kaçırmamalıdırlar, bu sefer çiti aşmalıdırlar... Yeniden araması gereken henüz gelmediğinden, taş taşımaya, kulübecikler yapmaya, az gitmeye uz gitmeye devam ederler... Hiçbirinin kulübesi bitmez, bitmiş olmaz hiçbir zaman... Aramazlar, arayanlardan da hoşlanmazlar.... Bulmazlar, bulamazlar, aramazlar çünkü... Basitliği şiâr edinmişlerdir; korkaktırlar, garanticidirler; risk almazlar, alamazlar, alışmamışlardır bir türlü... Kartondan adamlar... Yuvarlak sözler... Köşesiz fikirler... Miyane şarkılar... VE mevsimlik kağıttan kulübeler... "Görüşlerinize katılmıyorum ama görüşlerinizi savunabilmeniz için canımı veririm" gibi takvim yapraklarından muktebes plastik cümleler... Doğaya değil sadece, tarihe de karışmayan kimyası bozuk sözler... - Bilirsiniz, İskoçyalı fizikçi Bernard Shaw ya da adı her neyse birgün şu sosyalist iktisatçı Heidegger'e demiş ki: vini vici vidi... İnanın bana, üstünüzdeki elbise çok cici... - Kafiye tam tutmadıysa da sözlerinizdeki derinliğe hayran olduğumu saklayamayacağım. Gerçekten de pek hakîmâne! İki karton adam bunları söylerken, Tanrı'yı yeniden araması gereken gelir... Arar... Bulur... VE susar... Böylelikle ikinci kuşağın sırası bir türlü gelmez ve meydan üçüncü kuşağın yoksullarına kalır... İnanın bana, onların kulübeciklerini kurmak için taşıdıkları taşları ciddiye almaya bile değmez!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |