|
|
Uydurma toplum, uydurma siyaset…
Siyasetteki gelişmeler, bu gelişmelere verilen anlam ile Türkiye'nin ana sorunları, ana eğilimleri arasında ne kadar paralellik var? Bu, son derece meşru ve üzerine düşünülmesi gereken bir sorudur. Bu köşeyi takip edenler hatırlarlar. Ecevit'in sağlık krizinin yaşandığı günlerde, ülkedeki merkez güçlerin "üç aşamalı bir senaryo"yu devre sokmaya hazırlandıklarını söylüyorduk. DSP'nin içini boşaltarak hükümeti devirmek… Ardından yeni bir parti etrafında ve Kemal Derviş'e endeksli olarak AKP ve diğer çevre partilerinin karşısına çıkarılacak bir geniş partiler ittifakı sağlamak… Ve seçimleri bu çerçevede yönlendirmek. Bu planın ilk ayağı başarılı oldu. İkinci ayağında ise tam bir iflas yaşanıyor. Bugün yapılan tartışmalar, siyasete verilmeye çalışılan anlam, Derviş'e yönelik hayal kırıklığı eleştirileri aslında bu ikinci ayakta yaşanan kavgalardan ve itiş kakıştan ibaret. Derviş'i CHP'yi işaret ettiği, solu dirilttiği için alkışlayanlarla, dizayn etmeye çalıştıkları projeye ayak uydurmadığı için eleştirenler arasında da bu anlamda büyük fark yok. Her iki taraf da sadece siyaseti değil, ülkedeki ideolojik ayrımları yapay bir şekilde, masa başında ve kişilerden güç alarak yeniden üretme peşinde. Aslında bu sahnelenen bir oyunu andırıyor. Ve oyunun adı açık: "AKP'ye dayanan savunma stratejisi…" İlginci bu stratejiye uygarlık, çağdaşlık, demokrasi gibi sıfatlar takılmasında… Oyunu andıran bu gündemin yapay, hatta sanal olduğu açıktır. Nitekim bugün yaşananın bundan on sene önce yaşanandan farkı yoktur: Yarış, demokrasi yarışı değil, iki cepheye bölünmesi tahrik edilmiş siyaset arenasında bir cephenin, merkez cephesinin içinde öne geçme yarışıdır. Sonuçta biri önde gelecektir, bu anlamda yaşanan tartışmaların bir anlamı olabilir. Ama bu durum aynı zamanda, yarı-popülist nitelikli, faydacı ve steril bir mantığı da yeniden üretmekte ve kendisine zarar vermektedir. Ve bu çerçevede sonuç ne olusa olsun merkez partilerin toplam oyu azalacak ve merkezin yarası derinleşecektir. Bu varsayımlar elbette "bu oyunun toplum açısından, toplumsal dengeler açısından anlamı ne" sorusunu sormayı gerektirir. Bir kere şu açık: Seçmen bu ülkede sandığı şekillendirmeye çalışan çabalara hiçbir zaman prim vermemiştir. Nitekim yapılan son yapılan kamuoyu araştırmaları bunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Toplumsal sorunlar açısından da tablo aynıdır: Türkiye toplumsal çevrenin toplumsal merkez tarafından dışlanmasıyla yaşanan bir dizi sorunla kavruluyor. Etik krizi, siyaset krizi, devlet krizi, demokrasi krizi bunların başta gelenleri. Dolayısıyla şu da açık: Toplumsal talepler istikrar yönünde değil, değişim yönünde biçimleniyor. Kürt sorunundan İslami kesim meselesine, fakirleşmeden yolsuzluklara ana sorunlar istikrar söylemlerinden çok değişim söylemlerini gerektiriyor. Çevre partileri değişim söylemlerine en yakın duran partiler olurken, merkezdekiler istikrarı öne çıkarıyor ve buradan medet umuyorlar. Ve bu onların biraz daha erimesine zemin hazırlıyor. Aslında zaman, nafile çabalar ve nafile tartışmalardan çıkıp Türkiye'nin sorunları üzerine kafa yormanın; uzlaşmaları sosyal hareketlerde aramanın, farklı toplumsal talepleri kesiştirmekte araştırmanın zamandır. Ama kimin umrunda!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |