T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
AB'ye taraf olarak bertaraf olmak mı;
yoksa yüzleşerek varolmak mı?

Türkiye'nin en yakıcı ve yıkıcı sorunu, hem kendisine (kendi dinamiklerine, kültürel, toplumsal ve tarihsel derinliğine), hem de dünyaya kapatılması sorunudur. Türkiye'nin yaşadığı derin, köklü sorunları aşabilmesi için hem kendisiyle, hem de dünyayla yüzleşmesi, temas kurması zorunludur.

Meclis'ten "AB ile uyum yasaları"nı geçirmekle Türkiye, "öteki"yle (=Avrupa'yla) artık fiilen yüzleşme imkânını yakalamış oluyor. Bugüne kadar Avrupa'yla kurduğumuz ilişki, platonik bir aşk ilişkisiydi; o yüzden sanaldı ve ayaklarımız bir türlü yere basmıyordu. Ama bugünden sonra platonik aşk ilişkisi fiilen sona eriyor ve Avrupa'yla yakın tarihimiz süresince ilk kez fiilen yüzleşme imkânına kavuşuyoruz. Avrupa'yla yüzleşmemiz, bize Avrupa'nın nasıl bir şey olduğunu, Avrupalıların bize nasıl önyargıyla, kuşku'yla ve korkuyla baktıklarını öğretecek ve zamanla, bizi, kendimizle de yüzleşmeye itecektir.

Peki bu sürece ne zaman ve nasıl girebileceğiz? Bu soruyu cevaplandırabilmek için, Avrupalıların (ve Amerikalıların) Türkiye'ye nasıl baktıklarına ve Türkiye'nin Avrupa'ya nasıl baktığına biraz yakından bakmamız gerekiyor.

Günter Verheugen, "uyum yasaları"nın Meclis'ten geçmesi üzerine yaptığı açıklamada "Türkiye, artık bizim tarafta" demiş. Müthiş bir lâf bu.

Ne demek bu? Elbette ki, "Türkiye, bugüne kadar bizim tarafta değildi; ama artık bizim tarafta" demek.

Oysa bizim bir türlü adam olamayan, hep Avrupa tarafından adam –ve "hadım"- edilmeyi bekleyen adamlarımız ne diyorlardı şimdiye dek bize? Şunu diyorlardı: "Türkiye Avrupalılaşma'yı hayat-memat meselesi bellemiş bir Avrupa ülkesidir". Ama Verheugen'in söylediklerine bakılacak olursa bizimkiler sadece kendi kendilerine gelin güvey olmuşlar bugüne dek. Çünkü adam açıkça "Türkiye, bugüne kadar bizim tarafta değildi; ama artık bizim tarafta" demiyor mu?

Buradaki yakıcı soru/n şu: Avrupalılara göre "Türkiye, artık Avrupa tarafına geçti"ğine göre, bugüne kadar Türkiye hangi taraftaydı, öyleyse?

Bu soru, önemli. Türkiye bugüne kadar, Avrupalılar tarafından hiçbir zaman kesinkes Avrupa tarafında olan, "Avrupalı bir ülke" olarak kabul edilmedi. Bugünden sonra da, Türkiye, Avrupalılar tarafından "Avrupalı bir ülke" olarak kabul edilmeyecek. Sadece "Avrupa tarafında" yer alan bir ülke olarak görülecek ve aslâ kendisi bir taraf olan, taraf kuran ve etrafına taraftar toplamaya kalkışacak bir ülke olamayacak; öylesi bir şeye aslâ izin verilmeyecek.

Evet, Türkiye, bugüne dek, hangi taraftaydı? Tek kelimeyle: ARAF'ta'ydı. Neden hiçbir tarafta değil de, araf'taydı? Çünkü Türkiye'nin kendisi bir taraf değildi; bî-taraf'tı / tarafsızdı; yani bir hiç'ti; o yüzden araftaydı. Ama şimdi, bîtaraf değil; bir tarafta: Avrupa tarafında.

Türkiye, Avrupa tarafında olmakla, taraftar toplama şansını yitirmiş; bir tarafa, Avrupa tarafına sadece bir taraftar olup çıkıvermiştir. Biz, taraf olmayan, bertaraf olur, diye biliyoruz. Ancak Türkiye AB'ye taraf olarak bertaraf olmaya hazırlanıyor!

Oysa Türkiye, şu ân, şu dünya coğrafyasında taraf olacak, taraf olduğunda etrafın(d)a taraftar toplayabilecek ender ülkelerden biridir. İşte Avrupalıların da, Amerikalıların da yapmak istedikleri şey, bunu önlemeye çalışmak: Yani, Türkiye'nin kendine özgü bir taraf olmasını, bir taraf kurmasını, kendine özgü bir tarafta durmasını; dolayısıyla etrafına taraftar toplayarak taraftarlarıyla birlikte topyekûn ayağa kalkmasını ve başka bir tarafa doğru yürümeye kalkışmasını (ç)engellemek.

Özetle, Türkiye'nin aslâ bî-taraf / tarafsız olmasını da, kendine özgü bir taraf kurmasını da istemiyorlar.

Çünkü Türkiye'nin kendine özgü bir taraf oluşturması, etrafından taraftar toplaması, Avrupalıların da, Amerikalıların da işine gelmeyecek, onların işlerine çomak sokmaya kalkışmasına neden olacak bir şeydir: Zira bu durumda, Amerika'nın ve Avrupa'nın oluşturduğu tarafta taraftar kalmayabilecek, o taraf harab-u tûrâb olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

Öte yandan Türkiye'nin bî-taraf / tarafsız olması da onları korkutuyor. Çünkü Avrupalılar da, Amerikalılar da, Türkiye'nin bî-taraf olmasının, aslında Türkiye'nin kendine özgü bir taraf oluşturmaya, etrafında taraftar toplamaya kalkışmasına yol açabileceğini düşünüyor ve sonuçta yoldan "sapabileceği"nden ürküyorlar.

ABD eski Başkanı Bill Clinton da, Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz de Türkiye'ye geçtiğimiz ay art arda yaptıkları ziyaretlerde, "Türkiye'nin Batı medeniyetinin dışında başka taraflara kaymasına izin vermemeliyiz. Bunun için Türkiye'nin AB'ye girmesini yürekten destekliyoruz" derken işte bu yakıcı ve yıkıcı gerçeğe dikkat çekiyorlardı.

Türkiye'nin "AB ile uyum yasaları"nı geçirmesi ve sonuçta AB'ye girmesi ile Türkiye'nin Avrupalılaşma / Batılılaşma çabalarını birbirinden ayırmamız, ayrı değerlendirmemiz gerekiyor.

Türkiye, Avrupalılaşma / Batılılaşma çabalarını benimsemekle, kendine özgü bir taraf oluşturma niyetinde olmadığını, yalnızca Avrupa tarafına taraftar olma kaygısı güttüğünü söylüyor. Türkiye'nin Avrupa'ya taraf/tar olmasının nasıl bertaraf olması anlamına geldiğini / geleceğini biraz önce göstermeye çalıştım.

Ama –yazının başında da özenle vurguladığım gibi- Türkiye'nin AB'ye girme meselesi, modern tarihimiz süresince, ilk kez, Avrupa'yla yüzleşmemiz anlamına gelmesi bakımından önem taşıyor. Bugüne kadar modern tarihimiz süresince Avrupa'yla doğrudan yüzleşme imkânı bulamamıştık; Avrupa'yla kurduğumuz ilişki biçimi hep platonik bir aşk ilişkisi biçiminde tezâhür edegelmişti. Ama artık bu saatten sonra Avrupa'yla fiilen ilişki kurmaya, ayaklarımızı yere basmaya başlayacağız. Kısacası sanal bir ilişki'den reel / fiilî bir ilişkiye geçiyoruz artık.

İşte bu, bizim Avrupa'yla giriştiğimiz platonik aşk ilişkisine son vererek fiilen yüzleşmemizi ve dolayısıyla Avrupa'yı bilfiil tanımamızı, Avrupa'nın bizi nasıl öteki olarak konumlandırdığını görmemizi ve sonuçta titreyip kendimize gelmemizi mümkün kılacak bir şeydir. İşte ondan sonra taraf olmanın ve taraf kurmanın ne demek olduğunu göreceğiz. Ve bizim Avrupalılaşmakla, sadece taraf/tar olarak bertaraf edilmek istendiğimizi; dolayısıyla kendimize özgü bir taraf kurmamız gerektiği gerçeğini bizzat farkedeceğiz ve öğreneceğiz.

"Öteki"yle (Avrupa'yla) yüzleşerek, zamanla kendimizle (yani bugüne kadar bastırılan, yok edilmeye çalışılan kendi dinamiklerimizle) de yüzleşmemiz gerektiği gerçeğini kavrayacağız. Hem "öteki"yle, hem de kendimizle yüzleşmemiz, bizim kendimiz olarak varolmamızı, kendimize özgü bir taraf kurmamızı sağlayacak ve böylelikle bu, bizim, yanlış tarafta durarak bertaraf olmamızı önleyecek.


5 Ağustos 2002
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED