![]() |
![]() |
![]() |
![]()
|
![]() |
![]() |
|
![]() |
![]() (Erken seçim üzerine)
Türkiye, yeni bir erken seçime hazırlanıyor. İsmine ister erken seçim diyelim, ister baskın seçim diyelim, bu seçimin ülkeye ne getirip ne götürdüğünün hesabı yapılmıyor. Bu güne kadar yapılan erken seçimlerin Türkiye'ye neye mal olduğunun hesabı da yapılmamıştır. Erken seçim kararını alan siyasi parti yöneticileri ve bunu istemeyerek kabul eden milletvekillerinin çoğu, belki bu hesabı yapmıştır. Ancak, neden bu kaybedilenleri bile bile, erken seçim kararı almışlardır? Bu husus konunun başka bir yönüdür. Bu konuyu ayrı yazımızda uzun uzun tartışmaya açacağız. Ancak şunu söyleyelim ki, bütün dünya parlamentolarında, milletvekilleri çoğu zaman, istemedikleri veya inanmadıkları şeylere oy kullanmak zorunda kalırlar. Büyük İngiliz Başbakanı Cheurchill, hatıralarında bunu açıkça ifade etmiş ve demiştir ki: "Ben elli seneden fazla politikanın içinde bulundum. Fakat pek az, kendi kanaatime uygun oy kullandım." "Hem ağlarım, hem giderim" esprisini bir yana bırakarak, erken seçimin ülkeye verdiği zararlardan bazılarını buraya sıralamak istiyorum.
Konunun parasal yönü
Erken seçimin ülkeye ve milletvekillerine verdiği zararlar deyince ilk akla gelen konu, erken seçimin bütçeye yüklediği parasal yük ve milletvekillerinin almaktan mahrum olacakları ödenek ve yolluklar akla gelmektedir. Nitekim medyamız bu konu üzerinde çok durmuştur. Tanınmış bir gazeteci arkadaşımın, bana ilk sorduğu soru şu olmuştur: -Milletvekilleri, erken seçime gitmek suretiyle, ödenek ve yolluklarından ne kadar kayba uğramaktadırlar? Konuyu, erken seçimin bütçeye getireceği yükün ne olacağı veya milletvekillerinin, ne kadar ödenek ve yolluklarını kaybedeceğini hesaplamak, bu olayı anlamamak demektir. Kısaca söylemek gerekirse demokrasilerde, mali sebeplerden dolayı seçimden vazgeçilmez. Seçim gerekiyorsa, bunun parasal bedeli dikkate alınmaz. Diğer yönüyle, milletvekillerinin, ödenek ve yolluklardan mahrum kaldıkları için buna karşı çıktıklarını söylemek, çok yanlıştır. Milletvekili olmak isteyen kimselerin en son düşündükleri şey, milletvekili olduktan sonra ellerine geçecek paradır. Bunu anlamak için, milletvekilliğini, gönüllü bir görev haline getirelim. Acaba buna talip olanların sayısında bir azalma olacak mıdır? Oysa, erken seçimin, ortaya çıkardığı bir çok kayıp vardır ki, bunların maliyeti para ve pulla ölçülemez.
Parlamentolardaki istikrarsızlık
Erken seçimin ülkeye getirdiği en büyük kayıp, parlamentolarda, devamlılığı ve istikrarı ortadan kaldırmasıdır. Bir milletvekili, parlamentoya ilk adım attığı gün, acaba bir yıl, iki yıl sonra erken seçim olur mu diye bir endişeye kapılırsa, işine ve çalışmalarına sarılamaz. Ondan verimli bir mesai beklemek beyhudedir. Türkiye'de, istikrarsızlık en büyük sorundur dediğimiz zaman, hükümetlerde, mevzuatta, bürokrasideki istikrarsızlığı tartışırız. Ama, bunların üstünde yüce bir organ olan TBMM'deki istikrarsızlığı hiç tartışmayız. TBMM'deki istikrarsızlık iki sebepten ileri gelmektedir: Bunlardan birincisi, her seçimde parlamentonun yüzde yetmiş üyesinin değişmesi ve geriye kalan yüzde otuz üyenin de, erken seçim olur mu, sandalyemi kaybedebilir miyim endişesi içerisinde olmasıdır. İstikrarsız bir parlamentodan, istikrarlı hükümetlerin, istikrarlı karar ve kanunların çıkması mümkün mü?
TBMM'nin dış ilişkilerine etkisi
Erken seçimin ortaya çıkardığı istikrarsızlık, Türkiye'nin iç politikasından daha çok, dış ilişkilerini de etkilemektedir. Bugün en çok üzerinde durduğumuz konu, Türkiye-Avrupa ilişkileridir. Avrupa bizi niye anlamıyor? Niçin bize çifte standart uyguluyor diye yakınıyoruz. Fakat bu sorunu aşmak için neler yaptığımızı veya neler yapmadığımızı hiç hatıra getirmiyoruz. Türkiye 1950 yılından beri Avrupa Konseyi'nin üyesidir. Yıllardan beri de, NATO, AGİT, KEİPA vs. gibi kuruluşların üyesidir. Fakat bu kuruluşlardan hiçbirinde Türkiye, ne Parlamento Başkanlığı'na, ne Komisyon Başkanlıkları'na ve ne de önemli raportörlüklere seçilememiştir. Bunun sebebi hiçbir zaman oraya gönderdiğimiz üyelerin beceriksizliklerinden değildir. Asıl sebep, oradaki delegasyonumuzun, sık sık değişmesidir. Bunun çarpıcı örnekleri vardır: 1991 yılında, NATO nezdindeki Türk delegasyonu arasında, eski Milli Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk üyeydi. Sayın Yavuztürk kendisini öyle kabul ettirmişti ki, 1992 yılında yapılacak NATO Assamblesi Başkanlığı seçimlerine tek aday olarak giriyordu. 1991 yılında erken seçim yapıldı ve Zeki Yavuztürk seçimi kaybetti. Bu fırsat heba edildi. Zeki Yavuztürk'ten başka, 1991 dönemi ANAP milletvekilleri arasında, dış kuruluşlarda görev alan üyelerden sadece bir tanesi tekrar seçilebildi.
Avrupa Konseyi'nde
Avrupa Konseyi'nde, Leyla Aytaman, ilk defa çok önemli bir komisyon olan Çevre Komisyonu'na başkan seçilmişti. Avrupa Konseyi tüzüğüne göre bu görevi üç yıl sürdürebilecekti. Ayrıca sayın Aytaman, Avrupa Demokratları Grubu'nun başkanlığına da adaydı. Ancak 1999 yılında yapılan erken seçimlerde, tekrar seçilemedi ve Türkiye bu imkanı da kaybetti. Avrupa Konseyi'nde, Türk delegasyonundan pek az kimse raportör olmuştur. Zira pek az kimse, raporunu hazırlayıp sunacak sürede üye olarak kalamamıştır. Halbuki, Türkiye yıllardan beri Avrupa Konseyi'nin denetimi altındadır. Biz hiçbir ülke denetiminde görev alamazken, 300.000 nüfuslu Lüxemburg veya 80.000 nüfuslu Lichtenstein delegasyonundan bir üye Türkiye raportörü oluyor, geleceğimize ait kararların alınmasında büyük roller alıyor.
Samimi bir itiraf
Bir konuyu itiraf etmek isterim. Alınmış olan erken seçim kararına en çok üzülenlerden birisi benim. Zira Avrupa Konseyi'ndeki birçok çalışmamın önü, erken seçimlerle kesilmiştir. 1979 yılında Avrupa Konseyi'nde Türk Delegasyonu Başkanı'ydım. O tarihte dağılma emareleri görülen Yugoslavya raportörüydüm. Siyasi komisyonda, rapor hazırlıklarımı anlattım. Ancak, Türkiye'de 12 Eylül 1980 askeri darbesi oldu; raporumu tamamlayamadım. 1991 yılında, Avrupa Konseyi'nde 1992 yılının "hoşgörü yılı" ilan edilmesi için karar alınması istenmişti. Bu tarih "Osmanlılar'ın, İspanyol Yahudileri'ni kabul edişinin 500. yılıydı. Aynı yıl erken seçim yapıldı, bu rapor hazırlanamadı ve Türkiye'nin prestijini tescil edecek, "1992 yılının hoşgörü yılı ilan edilmesi olayı" gerçekleşemedi. Bugün de erken seçime gidiyoruz. Arkadaşımız Ankara Milletvekili Ahmet Tan, AGİT'te başkan vekilidir. Çok önemli bir yere gelmiştir. Tekrar seçilebilecek mi? Bu sandalyesini koruyabilecek mi? Kendimi düşünüyorum: Halen raportörü olduğum önemli konular var. Fransa'da din hürriyetini kısıtlayan kanun, Orta Asya petrollerinin Batı'ya naklinde ortaya çıkacak çevre problemleri, Kosova, Belarus'un Avrupa Konseyi'ne kabulü hakkında raportörlük... Bunlar içerisinde, Orta Asya petrollerinin Boğazlar'dan geçmesinin yaratacağı çevre sorunlarını anlatmak fırsatı doğmuştu... Diğer yandan Fransa'da din hürriyeti konusu sadece Fransa'yı değil, Amerika, Kanada'da dahil bütün ülke parlamenterlerinin ilgilendiği bir konu. Bu konuda, binlerce mektup aldım. Bu konu Fransa için o kadar önemli idi ki, eski Fransız Dışişleri Bakanı Vivien, bu konuyu benimle konuşmak için Türkiye'ye özel ziyarette bulundu. Bu konuda raporum hazırlandı ve Hukuk Komisyonu Sekretaryası'na verildi. Yaptığımız plana göre, bu rapor yılbaşına kadar Hukuk Komisyonu'nda tartışılacak ve 2003 yılı Ocak ayı toplantısında Avrupa Konseyi Genel Kurulu'nda tartışılacaktı. Bu program bugün hayal olmuştur. En azından, hazırladığımız raporun Hukuk Komisyonu'nda tartışmalarında bile bulunamayacağım.
Konunun başka yönleri de var
Ben erken seçimin getirmiş olduğu istikrarsızlığın sadece bir yönünü ele aldım. Demokratik olmadığı hususunda herkesin ittifak ettiği Siyasi Partiler ve Seçim kanunlarını değiştirmeden, uyum yasalarını kabul etmeden ön seçime gitmenin mahzurlarını burada tekrarlamayacağım. Arkadaşımız Ahmet Tan'ın Akşam gazetesindeki son cümlesini tekrarlamak istiyorum: "Seçime, memleketin önünün açmak için karar verdik. Önümüzü açalım derken, arkamızı açmayalım."
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |