|
|
"Asrı-ı Saadet" ve "Tayyip'li gelecek"…
Birincisi geldi. Saadet Partisi… Fazilet Partisi'nin boşalttığı 'siyasi alan'da, 'terekesi'nin bir bölümünü üstlenecek partilerden biri adıyla belli oldu: Saadet Partisi. Milli Nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet ve Saadet… Hiçbiri bir net 'ideolojik' projeyi ifade etmiyor. Gayrı siyasi isimleri edinmekte 'Milli Görüş' geleneğinin üzerine yok. Saadet Partisi, acaba 'Asr-ı Saadet'i mi telmih etmek üzere bu ismi seçti, bilinmez. Bilinen o ki, parti bir 'devam' partisi niteliğinde. En önemli handikapı da bu. Türkiye, özellikle son 'ekonomik kriz'den sonra, köklü bir 'siyasi yenilenme' ihtiyacında. Dolayısıyla, bu 'ihtiyaç' ile 'eskinin tutarlı bir devamı' olmak arasında, geleceğin şekillenmesine ilişkin bir 'uyumsuzluk' söz konusu. Yine de Saadet Partisi'nin, Refah ve Fazilet'in bir 'karbon kopyası' olması beklenmemeli. Değişen zamanlar ve 'Yeni Oluşum'un 'objektif rekabeti', ister istemez, Saadet Partisi'nin 'demokratik duyargaları'nı harekete geçirecek. Türkiye'nin siyasal yaşamı, Saadet Partisi'nin varlığından, bu nedenle, kazançlı çıkmış olacak. Duruma böyle bakınca, Fazilet Partisi'nin kapatılmasına ilişkin 'anti-demokratik uygulama'nın, 'paradoksal biçimde' bir hayırlı ve 'demokratik' sonuca yol açtığı da söylenebilir. Herşeye rağmen, asıl 'heyecan verici' gelişme, Tayyip Erdoğan'ın siyasi yasağının Saadet Partisi kuruluşunun bir gün öncesinde kalkmış olmasıyla, Türkiye'nin 'siyasi haritası'nın esaslı bir değişime uğraması ihtimali. 'Yeni' olması beklenen gelişme, oradan bekleniyor. Eğer Tayyip Erdoğan damgalı 'hareket', Fazilet Partisi'nin iki parçasından birinin 'devamı' olmak yerine, çok daha geniş kapsamlı bir 'siyasi oluşum' haline gelmeyi becerebilirse, gerçekten 'yeni'yi ifade edecek ve Türkiye'nin geleceğini yönetmeye adaylığını koyacak. Bu bakımdan, bu 'hareket'in 'Fazilet'in bir bölümünün devamı' ve 'Yenilikçi İslami hareket' olmaktan çıkması gerekiyor. Prof. Nilüfer Göle, bir süre önce bir basın organına verdiği demeçte, ekonomik krizin yol açtığı sosyal travmayı ve bunun siyasete etkisini tanımlarken şöyle diyordu: "Siyasal olarak gündemde iki oluşum var: Yenilikçi İslami hareket ve Derviş koşusu. Ancak bu en çok konuşulan iki oluşum da kara mizah gibi. 'Birisinin binicisi engelli, ötekinin atı yok'… Geleneği, lideri, kadroları olan partilerle ilgilenmiyor, iki potansiyel hareket üzerinde duruyoruz. Bunun nedeni iki oluşumun da toplumsal beklentilere sağır olmaması. Derviş Türkiye'nin dönüşüm beklentisine hitap ediyor, Erdoğan da İslami hareketin dönüşümünün tercümanlığını üstleniyor." Prof. Göle, "Erdoğan hareketinin yenilikçi tarafı var mı? Çünkü RP/FP tabanında bile bunların neresi yenilikçi sorusuna yanıt aranıyor" biçimindeki bir sorgulamaya ise şu karşılığı veriyor: "Artık yenilikçilik çok bir şey ifade etmiyor. Realist siyaset yapacağız diyorlar, dönüşümü ifade etmek için yenilikçilikten daha anlamlı… Gerçekçilik bunu ifade ediyor: yani dogmatik, ideolojik siyasetten uzaklaşmak… Yani hareket daha çok insanı kapsamak istiyor. Siyaset ile dini ayrıştırıyor. Hem sekülerleşen kesimleri rahatlatıyor, hem de dindar kesimleri. Çünkü muhafazakar dindar insanlar, İslam'ın siyasal emellere alet olmasından hep tedirginlik duyuyorlardı." Bu çerçevede, Abdullah Gül'-ün bir süre önce ifade ettiği "Sadece dindarların partisi olmayacağız" niyeti bir anlam kazanıyor. 'Yenilikçi Hareket', Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde 'İslam'a saygılı kadrolar ile dindarların uygun ve uyumlu bir bileşimini' gerçekleştirebildiği ölçüde, en yakın gelecekteki bir seçimde Türkiye'yi silip süpürecek bir ivmeye sahip. Zaten bunu becerdiği ölçüde, 'İslami hareketin dönüşümünü' de sağlamış olacak. İslami hareketin, 'modernite' ile buluşma noktasına varması, sadece Türkiye'yi dönüştürme şansını ele geçirmesiyle kalmayacak; 'uluslararası veto'yu da bertaraf ederek, Türkiye'ye uluslararası sahnede 'yepyeni bir rol' kazandıracak. Anayasa Mahkemesi'nin 'yolu açması'nın ardında, gerek 'askeri veto'nun, gerekse 'Amerikan kırmızı ışığı'nın bulunmamasının bir açıklaması olmalı… 'Yeni Oluşum'un büyük şansı, Tayyip Erdoğan'ın 'karizma'sı. Mümtaz'er Türköne, dünkü Radikal'de bu konuda "Tayyip Erdoğan'a inanılmaz desteği veren halkın kendisi. Aklı başında herkesin, Tayyip Erdoğan fırtınasından önce bu desteğin sosyolojisine kafa yorması gerekir" diye yazıyor ve ekliyordu: "… Okuduğu bir şiirden dolayı cezaevine girmiş ve siyasi hakları askıya alınmış biri, inanılmaz bir halk desteğini arkasına alabiliyorsa, öncelikle siyasal sistemimizin köklü bir meşruiyet ve güven krizi yaşadığını görmemiz gerekir… Karizma oluşumu sürecinin basit bir mantığı vardır. Karizma, bir kişinin insanüstü niteliklere sahip olduğuna inanılmasıdır, o kişinin bu niteliklere sahip olması değil. Kitleler liderde kendilerinden bir şeyler bulurlar, bulduklarıyla özdeşlik kurarlar; kendileri gibi yaşaması, haksızlığa uğraması gibi. Karizma oluşumu için ikinci bir aşama daha gerekir; İnsanlar düşünüp yapamadıklarını, kendilerinde olmasını arzuladıklarını (cesaret, direnç gibi) bir liderde gördükleri zaman ortaya bir karizma çıkar." Türkiye'nin 'krizli ortamı' ve uluslararası yaşamın olağanüstü karmaşıklaşmış yapısı ve herşeyin çok çabuk eskiyerek ıskartaya çıkabilmesi, 'karizmatik lider'in tek başına yeterli olamayacağını ortaya koyuyor. Şimdi sıra 'kadro'da. Fazilet kökenlileri azınlıkta bırakacak şekilde zenginleşmesi gereken 'kadro'da…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |