|
|
Modernlik adına bağnaz tutumlar
Modernlik, çoğu zaman önemli bir gelişmenin ve ilerlemenin ifadesi olarak kullanılmaktadır. Bu haliyle kavram; kendini bir önceki durumdan daha iyi ve mükemmel olarak ifade etme iddiasını içerisinde taşımaktadır. Bu haliyle, biraz devrimci ve biraz da slogancı bir anlayışın ürünü olmaktadır.
Elbette ki yenilik ve gelişme, her zaman arzu edilen bir şeydir. Fakat yenilik, eskinin hata ve eksikliklerini telafi etmek, onun taşıdığı hastalıkları ortadan kaldırmak ve daha iyi anlayışları ortaya koymak şartıyla kendini üstün gösterebilir. Aksi halde, yenilik adına yenilik mantığı, hiçbir zaman gerçek bir fayda ortaya koymayacak; sadece, insanların gözlerini boyamaya yarayan cazip bir slogan halinde kalacaktır.
Modernizm kelimesi, Batı dışındaki ülkelerde sıkça dile getirilen, geleneksel yapının dışında gelişen düşünce ve akımları ifade etmek için kullanılan bir kavram olmuştur. Osmanlı döneminde İttihat Terakki, kendi varlığını dayandırdığı "terakki" kelimesi ile, ilerlemeyi hedef almıştı. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde modernizm kelimesi, cazibeli ve tılsımlı bir kavram olarak kitlelerin önüne sürülmüş; muhtevası ve stratejisine bakılmaksızın insanların bu kavramı benimsemeleri ve etrafında toplanmaları istenmişti.
Hilmi Ziya Ülken, 'Çağdaş Düşünce Tarihi' konusundaki kitabında; Türkiye'nin gelişmesinin önünde iki engel olarak iki gruptan bahsederken; birinci grupta, yeniliklere körü körüne direnen kitleleri; ikinci olarak ise, yenilikleri anlamadan, yeni ve farklı düşünceleri gözü kapalı benimseyenleri göstermektedir. Ülken, Türkiye'nin ilerleyememesinde en büyük engelin, ikinciler olduğunu belirtmesi, kendisinin de bir Batıcı olduğu düşünüldüğünde, önemli bir problemi varlığını göstermektedir.
Günümüzde de, yenileşme ve gelişmeyi, sadece modernizmin slogan ve dış görünüş çerçevesinde ele alan çevrelerin varlığını ortaya koymakta; büyük bir geriliğin ve mantık eksikliğinin hala gündemde olduğunu göstermektedir.
Şimdiye kadar sık sık rastladığımız gerici bir mantığı analiz etmek gerekir: Toplumun bazı inanç ve tutumları konusunda, okumuş, ilim adamı, hukukçu, subay, yazar gibi seçkin konumlarda bulunmuş çeşitli şahsiyetlerin, düşünce ve inançlara karşı ortaya koyduğu tavır; kanunların, anayasanın ve modern-çağdaş anlayışın bu tür inanç ve düşüncelere müsait olmayışı şeklinde ifade bulmaktadır.
İlk anda son derece makul ve doğru gibi görünen bu ifadenin değerlendirilmesinde, şöyle bir mantık eksikliğini görmek durumundayız: Kanunlar, Anayasa çağdaş anlayış; bazı inanç ve düşüncelerin varlığına ve bu inanç ve düşüncelere dayalı yaşayış ve harekete izin vermemektedir!..
Böyle bir cümle, toplumda ekseriyeti müslüman olan kitlenin inanç, kanaat ve bu inanç ve kanaate dayalı olarak yaptıkları bir eylem için söylendiğini bilmeyen kalmamıştır. Eğer bu kesimlere, "Siz; kanun, Anayasa ve modern-çağdaş anlayışların insanların düşünce, inanç ve yaşama tarzlarına bir engel getirmesini onaylar mısınız" derseniz; hemen hepsi, hiç düşünmeden koskocaman bir "hayır!.." diyeceklerdir. Ama konu, toplumun inanç ve yaşama biçimlerine gelince, nedense bu genel tutumu gösterememekte ve bağnazca hareket etmektedirler.
Ben bir toplum bilimcisi olarak, böyle bir olayı ne mantığıma ve ne de sosyal davranış ilkelerine sığdırabilmiş değilim. Aynı şekilde, değişik platformlarda görüştüğümüz bazı yabancıların da böyle bir anlayış ve uygulamayı, herhangi bir felsefe veya hukuki anlayış ile bağdaştıramadıklarını müşahade etmekteyim.
Geçenlerde, Marmara Üniversitesi Rektörü hanımefendi, İlahiyat Fakültesi'ndeki kız öğrencilerin başlarını açmaları halinde, çağdaş düşünceye ulaşabileceklerini ve başarılı olacaklarını söylediğini televizyondan dinleyince, bilim adamlarının bile, politikanın ve zümre diktatörlüğünün güdümüne girdiklerinde, nasıl mantık-dışı ve hatta gülünç durumlara düştüklerini gördüm.
Halbuki, modern ve çağdaş ülkelerin anlayış ve yasalarında, temel olan faktör; insanın meşru istek ve arzularının önüne geçilmemesi esprisidir. Değil, toplumun ekseriyetinin inandığı görüş ve tutumların hayata yansıması; son derece aykırı görüş ve isteklerin bile, yaşama imkanı bulduğu batı'nın çağdaş anlayışını, birilerinin kendi dar ve siyasi kanaatlerine alet edercesine kullanması, hiç de ahlaki bir tutum olmamaktadır.
Şu hususu, tüm modern ve çağdaş kesimlere soruyorum: Çağdaşlık ve modernlik, insanların arzu ettiği ve gerekli gördüğü inanç ve düşüncelerin varlığına saygı göstermek midir; yoksa, birilerinin düşünce ve inançlarına ters geliyor diye, geniş kitlelerin, "yasakçı ve baskıcı" bir mantıkla sindirilmesi midir? Bugün, bazı inanç ve eylemlerine bakılarak, sadece bireysel inanç ve anlayışı, yaşamaya çalışan insanların varlığından endişe edilmesi, son derece tahammülsüz bir tutumu ortaya koymaktadır.
Eğer modern ve çağdaş kesimler, kendilerinden farklı inanç ve düşüncelere hayat hakkı vermeme gibi bir düşünce içindelerse, bilsinler ki, bu tutumları; çok sıkça dile getirdikleri çağdaş batı'nın normları değil; engizisyon dönemi Ortaçağ baskıcı anlayışının günümüzdeki versiyonudur.
21 OCAK 2001
|
|
|