T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Aksi ispat edilmedikçe hiç kimse masum değildir!

"Aksi ispat edilmedikçe herkes masumdur" sözünü duymayanınız var mı? Bu ülke medeni dünyanın (Sadece Batı'yı kastetmiyorum tabii ki; "medeni", yani "doğal durum"da yaşamayan dünyanın.) olmazsa olmazlarından birisi değil mi? Bu dünyanın "a priori"si, toplumu oluşturan bireylerin "masum" olduğu ilkesidir. Çünkü medeni dünya, tanımı gereği, "masum olmayanlar"ı biraraya getiren bir dünya değildir. Bu dünyanın kurucu ilkesinin "savaş" değil de "barış" olmasının nedeni de zaten bu değil midir? İnsanlar birbirlerinin "masum" ve "iyi" olduklarını "a priori", yani peşinen kabul ettikleri için "savaş"ın hakim olduğu "doğal durum"u terketmişler ve medeni bir hayat tarzını benimsemişlerdir. Bunun böyle olduğunu her "masum" insan kabul etmiştir ve etmek zorundadır.

"Aksi ispat edilmedikçe herkes masumdur" ilkesinin tam tersi olan "ilke" ise şudur: "Aksi ispat edilmedikçe hiç kimse masum değildir."(!) Tahmin ettiğiniz gibi bu "ilke" de "doğal durum"un, "savaş"ın ve baskının "ilke"sidir... Hemen şunu da hatırlatalım ki, "doğal durum", özellikle "sözleşmeci" kuramcıların açıklamalarında olduğu gibi "çoook gerilerde kalmış", ya da hipotetik bir durumdan ibaret değildir. Tarihte kimi zaman öyle durumlarla karşılaşırsınız ki, bir an bile tereddüt etmeden "İşte bu ol" dememeniz mümkün değildir. Hatırlayın; insanoğlunun geçen yüzyılda (20 yüzyılda) katlanmak zorunda olduğu kimi koşulları hatırlayın... Totaliter sistemlerin "masum" ve "masum olmayan" ayrımını belirlemek için öne çıkardığı "ölçütler"i hatırlayın... Stalinizm için, "Aksi ispat edilmedikçe herkes masumdur" ilkesi bir "masal"dan ibaretti. Nazizm için de öyle... Eğer rejimin sizin için zaten peşinen bir yargısı varsa, "masumiyet"in dışına çıkan hiçbir şey yapmasanız bile, "masum" olduğunuzu ispat etmek zorundaydınız... Bu çerçevede ayrıca şunu da hatırlayalım: Aslında rejimin sizden istediği, "masum" olduğunuzu değil "masum olmadığınızı" ispat etmekti... Yoksa, "Moskova Duruşmaları" olarak anılan "cadıkazanı" çerçevesinde sapına kadar "komünist" olanların (yani bu çerçevenin "masum"larının), ağzından sonunda "Evet kabul ediyorum, ben bir hainim!" itirafının alınmasını nasıl açıklarız?

Demek ki, baskıcı rejimlerin düsturu, "medeni" dünyanın düsturundan tamamen farklı olarak, "Aksi ispat edilmedikçe hiç kimse masum değildir" şeklindedir. Rejim ısrarla şöyle demektedir: Hadi durma, madem ki "masum" olduğunu söylüyorsun, bunu ispat et! Bizim rejimimizde "masumlar" masum olduklarını ispat etmek zorundadır... Görüyorsunuz, ne kötü bir dünya...

Fehmi Koru, dünkü yazısında doğru söylüyor: "Belediyeler, yapıları sebebiyle, yolsuzluklara bulaşmaktan uzak değiller." Düşünün; "Milyonlarca dolarlık ihaleler söz konusu; kurdukları şirketler de denetimi zorlaştırıyor." Dolayısıyla, hizmet almak için kapısını çalan herkese "Vay canına! Demek Türkiye'de bir devlet dairesinde de bu derece iyi bir hizmet verilebiliyormuş!" dedirten İGDAŞ ve İSKİ, ya da günde bir milyona yakın ekmeği piyasa fiyatının yarısına tüketiciye ulaştırabilen Halk Ekmek gibi şirketlerde de yolsuzluk mümkün... Fakat siz Milliyet'in başını çektiği şu "temiz toplum" kampanyasına bir bakın! Genel yayın yönetmeninden polis muhabirine kadar hemen herkesin can u gönülden katıldığı şu "Masumsan ispat et!" kampanyasına bakın...

22 Ekim tarihli Milliyet'in sürmanşetini hatırladıkça gülümsüyorum: "İGDAŞ'tan çaldı seks shop'ta yedi"(!) Bu fevkalade yaratıcı başlık, İGDAŞ'a iş yapan bir şirketin ortaklarından olan Ahmet Hamdi Pınarcık'ın "22.5 trilyonluk" vurgunu "Singapur'daki striptiz kulüpleri"nde yediğini duyuruyordu! Gazete o kadar kendinden geçmişti ki (yani aklını kaçırmıştı ki) haberin devamına da şu manşeti uygun bulmuştu: "Önce halkı, sonra kadınları soydu!"

Zavallı Milliyet! Pınarcık'a "22.5 trilyonluk" vurgunu "seks shop"larda yedirtebilen zavallı Milliyet! Gazetede bu "haber"e emeği geçen, genel yayın yönetmeninden polis muhabirine kadar onlarca gazeteci düşünmüyor ki, Pınarcık eğer isterse bu "22.5 trilyonluk" vurgunla en az 2250 tane "seks shop" açabilir!

Mehmet Y. Yılmaz'ın, gazetenin bir gün önce Ahmet Hakan Çoşkun'a "iyi niyet" çerçevesinde gönderdiği muhabirin getirdiği bilgilerin "Hatırla Ahmet!" manşetiyle yayınlandığı 24 Ekim tarihli sayısında yer alan yazısının bir bölümü çok dikkat çekiciydi. Yılmaz, "Abdullah Topel Çoşkun'un, Hesap Uzmanları Kurulu'nun soruşturması sırasında verdiği ifade bunu (yani yolsuzluğu) açıkça ortaya koyuyor" dedikten sonra Çoşkun'un şu ifadesine yer veriyordu: "İGDAŞ herkese para saçıyordu. Tufan Mengi ile yaptığımız anlaşmaya göre aldığımız 100 liralık işin 10 lirası bize kalıyor, 90 lirasını da ona aktarıyorduk"(!)

Şimdi sakin sakin düşünelim: İGDAŞ'ın usulsüz ödeme yaptığı söylenen Ironi A.Ş.'nin ortaklarından olan Abdullah Topel Çoşkun, hepten aklını yitirmiş olmalı! Son "operasyon"da gözaltına alınmayan bu zat, kendisinin de içinde olduğu bu yolsuzluğu paşa paşa nasıl da güzel anlatmış! Hem de "Hesap Uzmanları Kurulu"na... Peki, madem ki bunları anlatmış, o halde nasıl oluyor da elini kolunu sallayarak ortada dolaşabiliyor? Burada epeyce açık olan bir husus varsa o da hiç şüphesiz şu: Milliyet'in genel yayın yönetmeni, bir biçimde (yani olmaması gereken biçimde) eline ulaşan çok "problemli" ifadeleri aktararak okuyucularının aklını karıştırıyor!

25 Ekim tarihli Milliyet'in manşeti tam bir felaket! "Tayyip fişledi/İnançlı-İnançsız"(!) Bir gazetenin hayalgücü bu derece gelişmiş olabilir. Bir büyükşehir belediye başkanı, eline kalemi alıp, önüne gelen personel sicil dosyalarına "İnançlı" ve "İnançsız" diye not düşecek! Milliyet de bu saçmalığın farkına varmış olacak ki, haberin devamında "delil" olarak verilen bilgiler tek bir "inançlı" notundan söz ederken, "inançsız" hanesi boş kalmış!

Yerim kalsaydı, size Milliyet'in dünkü manşetinden de ("Yürü ya Hasan") söz edecektim. Gazetenin polis muhabiri Tuncay Özkan'ın yine nasıl harikalar yarattığından söz etmek eğlenceli bile olabilirdi... Yerim kalsaydı, Hürriyet'in dünkü sayısında yine "zamanın ruhu"na uygun bir biçimde "dizayn" edilen "El kadı'nın ortağı Tayyip'in kurucusu" başlıklı habere de değinirdik. Bu son hikaye önemli, çünkü "BİM" adı altında faaliyet gösteren ve millete çok ucuz mal pazarlayan bir süpermarket zinciriyle ilgiliydi...

Neyse... İsterseniz sözü, Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'ün geçenlerde aktardığı bir hikayeyi hatırlayarak kapayalım: Özkök, Almanya'da yayınlanan "Bild" gazetesini ziyareti dolayısıyla, bu gazetenin ilginç bulduğu bir reklamından söz ediyordu. Özetle, hikayenin kahramanı ne sendika, ne de "Anayasa mahkemesi"(?) korkutamazken, "Bild" korkutuyormuş. Hikayenin hakkı yenen kahramanı "Öyleyse seni Bild'e şikayet edeceğim" der demez, akan sular duruyormuş... Bakın siz şu düzeysiz "Bild"in gücüne! Acaba biz de yakında etrafımızda bazılarının "Öyleyse seni Milliyet'e şikayet edeceğim" demeye başladığına şahit olur muyuz dersiniz? Yok canım merak etmeyin! Bu dünyayı "yalan"la ilelebet döndürebilmek ne mümkün...


27 Ekim 2001
Cumartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED