|
|
Ne ayıp ne ayıp!
1995'te NATO Genel Sekreteri Willy Claes "Bundan böyle NATO'nun düşmanı köktendinci İslâm'dır" dediğinde, Batı'dan tepkiler almıştı. "Bu söylem İslâm dünyasında Batı'ya yönelik tepkileri artıracak" denilmişti. Oysa NATO'nun soğuk savaş sonrası misyonunda "Yeşil tehlike" nin altı çizilmiş ve ittifak bünyesinde o yönde yapılanma başlamıştı. Siyasal İslâm uzmanı Robin Wright taa 1992'de şunları yazıyordu: "İran Devrimi'nden 13 yıl sonra İslâm sadece Ortadoğu'da değil, aynı zamanda Kuzey ve Bat Afrika'da, Orta Asya cumhuriyetlerinde, Hindistan'da, Batı Çin'de vs siyasi bir güç olarak yükselmektedir. Bu hızlı yükseliş öyle boyutlara ulaşmıştır ki, komünizmin yıkılmasından sonra İslâm, Batı'nın ideolojiik düşmanı olarak algılanmaya başlamıştır." (Bilim Sanat-Bülten, 1999 / 44) Evet böyle bir "düşmanlık" gerçekti ama demek ki bunun seslendirilmesi, tepkiler doğurma ihtimali açısından sağlıklı bulunmamaktaydı. Bu konsept silinmiş değil. Gelelim bugüne... Amerika, İsrail'e " sen konuşma, diyor, sen operasyonda da yer alma. Bir İslâm ülkesini seninle birlikte vuramam." Bu, Amerika açısından savaşın psikolojik boyutunun zaruri gereği. Amerika Türkiye'ye de "Sen benimle ol, diyor. Afganistan'ı seninle birlikte vuralım." Savaşın psikolojik boyutunu tahkim etmek açısından başka İslâm ülkelerini de yanına almak istiyor Amerika. Sonra bir İslâm tarifi yapıyor Amerika modern dünya adına ve ülkelerin tavrını bu tarife göre tayin ediyor. Amerika'nın tarifinden farklı bir İslâm yorumunuz olursa, "öteki yani düşman taraf"a itilme ihtimali var. Amerika'nın savaşın psikolojik boyutu üzerinde titizlikle durduğu bir gerçek. Zaten her savaş için bir zaruret bu. Bu açıdan bakıldığında Amerika'nın ortaya koyduğu jestlerin önemli bir bölümünün savaşın psikolojik boyutu ile ilgili olduğunu da düşünmek gerekiyor. "Haçlı Seferi" söylemi belki "tabiî Bush"u yansıtıyordu, onu unutmak ve "Savaşımız İslâm'a karşı değil" söylemine yönelmek, psikolojik savaş şartlarına tâbi olmayı... Yani Başkan Dabulyu Bush, tıpkı Willy Claes gibi eteğinden çekildi ve söylemi değiştirildi. Afganistan'a bomba yağdırmanın gerekçesi olarak "terörle savaş" gibi çok masum bir gerekçe sunulması da hiç kuşkusuz psikolojik savaş boyutunun uzantısı. Afganistan'a atıldığı ifade edilen yardımlar da cepheyi çözmek için oluşturulmuş bir psikolojik savaş malzemesi... Amerika, savaş ortamlarında medyanın kullanımına da gene psikolojik savaş kaygısıyla büyük önem veriyor. "Aykırı" seslere büyük öfke duyuyor. Amerikan medyası psikolojik savaş ambargosu altında. Herşeye rağmen yazılanlar, ancak her şeye rağmen yazılabiliyor. Afganistan'dan bağımsız yayın yapan El Cezire televizyonu, Körfez'de CNN'in misyonunu üstlenmediği için tehdit ediliyor. Bu arada üzerine "yanlışlıkla!" bir bomba düşmezse iyi. Zaten, savaş ortamında neyin ne kadar gerçek olduğu konusu da hep kuşkuludur. Şimdi böyle bir ortamda, Türkiye'nin neyi ne kadar doğru bildiğini, geleceği ne kadar doğru okuduğunu sormanın zamanıdır. Bakınız Ecevit'le görüşen muhalefet liderlerinin Başbakan'la diyaloguna: SP lideri Kutan, Başbakan'a "Bu savaş nerede duracak, başka hangi ülkelere uzanacak?" diye soruyor. Cevap : "Bunlar henüz konuşulmadı, ne olacağını biz de bilmiyoruz." Sonra AKP lideri Erdoğan "Gizli oturum yapalım" diyor. Cevap, "Ortada gizli oturum yapacak bir şey yok. Çünkü o kadar fazla bilgi yok" oluyor. Ve şu da DYP lideri Çiller'in tesbiti: "Yönelttiğim soruların hiçbirine cevap alamadım. Ya hiç bilgileri yok, ya da bize bilgi vermiyorlar." Yani mesele şu: Türk hükümeti, bu harekâtın nasıl gelişeceğini biliyor mu? Amerika neyi planladı? Amerika'nın kafasındaki harita ne? Amerika'nın kafasındaki haritada Türkiye'nin yeri ne? Bir kere bu soruyu sormak demek, harekâta "terörle savaş" kılıfı giydirmeyi hemen devre dışı bırakmak anlamına geliyor. Ve dikkat edilirse hiç kimse, halkı uyutmak için "terörle savaş, insanlık vs." malzemesini kullanmak gerekmiyorsa, Türkiye'nin Amerika'ya asker göndermesini terörle mücadele çerçevesinde değerlendirmiyor. Hep "Yeni bir harita çizilecek, kartlar yeniden karılacak, orada masada olmalıyız, masada olmamak geleceği kaybetmektir" gerekçesi kullanılıyor. Peki geleceğe ilişkin bilgi ne? Sıfır. Belki şu: Amerika mutlaka yenecek, biz de din, kültür, medeniyet anlayışı ve çocuklarımızın canı dahil her şeyimizle Amerika'ya eklemlenirsek işi kurtarırız. En azından en az zararla kapatırız. (Bombalar ve psikolojik savaş en çok Bizim Amerikalılar'ın duygu dünyası üzerinden geçiyor) İşte Körfez'de tam da "Bir koyup üç alma" psikolojisi buydu. Irak düşecek, Saddam gidecek ve biz bölge için masaya oturacağız. Oysa hâlâ oturulacak bir masa arıyoruz. Elimize 40 milyar dolarlık zarara karşılık 1800 dolar verdiler, biraz da petrol... "Tepe tepe kullanın" dediler. Bir de müttefiklerin izdivacı ile Kuzey Irak gibi bir çocuğumuz oldu. Belki yarın da masa derdine düştüğümüzde diyecekler ki: Yoksa siz bu savaşa terörle mücaadele gibi insani bir kaygıyla girmemiş, küçük harita hesapları ya da IMF kredileri peşinden mi gelmiştiniz? Ne ayıp ne ayıp! En büyük yalanı "savaşın gerekçesi"nde söyleyen bir dünya ile aynı yatağa giriyoruz... Bakalım akıbet ne olacak? Ben buradan "Bizim Amerikalılar"a bir daha seslenmek istiyorum: Verin arkadaşlar, Amerika'ya dilediğinizi verin, ama bizim çocuklarımızın üzerinden değil... Hiçbir şeyden anlamayanlara Somali harekâtında yer alan Çevik Bir'den uyarı: "Lütfen Türkiye'yi bu savaştan uzak tutun!"
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |