|
|
Siyaset, değişim ve statüko ikileminden kurtarılmalıdır.
Türkiye'de "yırtılma" noktalarının zeminini her şeyi "değişim" ve "statüko" dilemmasında algılama zorunluluğu oluşturuyor. Nedendir bilinmez, herhangi bir fikir ortaya atılmadan ya da herhangi bir siyaset gündeme sürülmeden önce, "değişim" ya da "statüko" saflarında yer alıp almayacağı önceden planlanarak bir kurgu yaratılmaya çalışılıyor. Bu nedenle "statüko" adına ortaya koyulanlar herhangi bir "toplumsal derinliği" yansıtmak yerine o anda görünürde ne varsa, inatla ona sahip çıkmak olarak algılanıyor. "Değişim" de genelde dünyanın dinamikleri ile buluşmanın yollarından çok, dünyada varolan dinamiklerle buluşmadan sadece sonuçlara ulaşmaya çalışmak olarak algılanıyor. Statüko adına savunulanlar toplumun "muhafazakar derinliğine" temas bile etmiyor. Sadece mevcut şartlardaki güç ilişkilerini kutsamaya yöneliyor. Mevcut güç ilişkileri hangi siyasi odağı işaret ediyorsa, ona göre şekillenen yapının korunmasına adanmış bir siyasi şema çıkıyor ortaya. Bu şemanın içeriklendirilmesi ile "siyasi istikrar" tanımlanıyor. Ve neticede "değişimin boz(g)uncu etkilerine karşı olmak" (?) şeklinde bir siyasi statü ile topluma yön verilmeye çalışılıyor. Peki çoğu kez iddia edildiği gibi bu durum "yerli değerler"e vurgu ve bu değerlerin korunması adına mı yapılıyor? Yerli değerlerin aslında bu şema içinde sadece operasyonel işlevi var. Yerli değerler sadece kullanım kolaylığı bakımından ele alınıyor. Yoksa yerli değerlere dayanan bir estetik içinden konuşulmuyor. Yerli değerlerin siyasallaşması ve "yerlilik" vurgusu her seferinde Türkiye'yi daha çok içe kapatmak üzere kullanılıyor. Bu nedenle yerli değerlerden kaynaklanan bir "muhafazakar derinlik" ve bunun siyasallaşması ile statükonun savunulması arasında herhangi bir bağlantı yok Türkiye'de. Yerli değerlere vurgu yaparak siyasi sahnede yıllardan beri varolan siyasi yapılar sadece statükonun emrine amade bir etkinlikle varoldular. Bunlardan geriye yıllar içinde herhangi bir siyasi değerler dizisi miras olarak kalmadı. Bir bakıma "köksüzlüğün" siyasi arenada ne derece kalıcı olduğunun ispatı olarak siyaset yaptılar, yapıyorlar. Buna karşı "değişim" savunusu da herhangi bir siyasal değer derinliği ile tanımlanmadan biçimsel düzenlemeler talep etmek olarak ortaya çıktı her seferinde. Dünyaya açılmak esas sayıldı, ama bunun hangi değerler dizisi ile yapılması gerektiği konuşulmadı. Dünyadaki dinamikleri yakalamadan, sadece bu dinamiklerin sonucu nasıl etkileyeceğine göre ayarlanan siyasi şemalar olarak belirlendi değişimcilik. "Yerli değerler" ile "küresel dinamikler" arasında kurulması gereken bağlantıları kuramayan bir değişim savunusu ortada olduğundan, değişim arayışları hep "kırılgan" zeminde şekillendi. Değişimin "süreçleri" değil, "sonuçları" önemsendi hep. Bu nedenle de değişim adına ortaya çıkan siyasi yapıların çoğu, "siyasi değerler dinamiği"nden yoksun biçimsellikler düzeyinde kaldı. Gelinen noktada hala bu içeriksiz şema operasyon gücünü koruyor. Hala "statüko" ve "değişim" tartışmaları sahici tartışmalar zannediliyor. Oysa bu tartışmaların tanımı bile siyasi alanı içeriksizleştirmek sonucunu doğuruyor. Yeni bir siyasal ayrışma ekseni bulmak gerekiyor artık. Siyasal saflaşmanın tanımı doğru yapılmazsa, siyasal mekanın içeriklendirilmesi çabaları da anlamlı bir düzeye taşınamaz çünkü..
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |