|
|
Siyasetsizliğe siyasi bakış…
TÜSİAD, 'Seçim Sistemi ve Siyasi Partiler Araştırması' sonuçlarını bugün kamuoyuna açıklayacak. Araştırma, TÜSİAD'ın yanısıra TOBB ve TİSK'in de katılımıyla oluşturulan 'İş Çevresi Grubu' tarafından sipariş edilmiş ve elde edilen sonuçlar, geçen hafta TÜSİAD yöneticileri tarafından Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer koalisyon ortağı parti liderlerine sunulmuştu. Araştırma sonuçları, Türkiye'nin 'siyaset fotoğrafı'nı çok çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor. Buna göre, halkın yüzde 86'sı siyasi partilerin halkı 'temsil etmediği' görüşünde. Yüzde 80'ine göre, siyasi partiler birbirinden 'farksız' hale geldi. Yine yüzde 80'lik bir oran, seçim ve siyasi partiler sisteminin kötü işlediğini düşünüyor. Bunlar kadar anlamlı diğer sonuçlar ise şöyle: Yüzde 84, siyasi partilerde demokratik işleyiş yok. Aynı oran, partilerin 'diktatörce yönetildiği' inancında. Yüzde 78 (yani aşağı yukarı 80) partilerin başında aynı liderleri görmekten rahatsız. Bu oranları pekala 'halkın eğilimleri ve görüşü' olarak algılamak mümkün; zira araştırmanın denekleri toplum kesitlerini gayet dengeli yansıtıyor. 2422 kişi üzerinden yapılan araştırmada sorularda yanıt verenlerin yüzde 36'sı kırsal kesimden, yüzde 39.4 kentlerden seçilmiş. Metropollerden yani birkaç büyük şehirden seçilenler yüzde 24.5. Sorulara yanıt verenlerin büyük bölümü 25-44 yaşları arasında. Görüş bildirenlerin yüzde 43.8'i ilkokul, yüzde 13.4'ü ortaokul, yüzde 25.4'ü lise, yüzde 9.3'ü ise üniversite mezunu. Yüzde 4.6'lık bir oran okur-yazar değil; yüzde 0.4'lük bir oran ise yüksek lisans sahibi. Bu rakamlar, Türkiye halkının toplamını ve dolayısıyla eğilimlerini doğru biçimde yansıtacak bir dilimlenmeyi ifade ediyor. Ortaya çıkan tablo hem 'vahim'; hem de bir başka açıdan bakıldığında pek 'umut verici'. Vahim çünkü, kimilerinin diline pelesenk ettiği deyimle 'siyaset kurumu' ile halk arasındaki bağlar hemen hemen kopmuş durumda. Türkiye siyaseti, son derece ciddi bir 'temsil krizi' yaşıyor. Bu, demokratik sisteme bağlanan umutları sarsıcı bir hal mi? Hayır. Tam tersine, mevcut durumun 'demokrasi'yle ilişkisi bulunmadığını sergileyen bir hal. Temsil yeteneğini kaybetmiş ve kendi içlerinde demokrasinin d'si bulunmayan, diktatörce yönetilen partilerin siyaset alanını doldurmasıyla, Türkiye'de demokrasiden ne kadar söz edilebilir? Demokratikleşme, ne kadar sürat ve içerikle sağlanabilir? Dünyanın 'demokrasi barometresi' sayılan Freedom House'un 2001itibarıyla dünyadaki 'demokrasi ölçümleri'nde, Türkiye'nin İslam ülkeleri arasında dahi birinci sırada yeralmaması, bu bakımdan, bir anlam taşıyor. 'Seçim Sistemi ve Siyasi Partiler Araştırması'nın sergilediği 'temsil krizi' iktidar partileri için olduğu kadar ve hatta bundan da önemlisi muhalefetteki partiler için geçerli. Siyasi sistemin toplamı, 'popüler şaibe' altında ve dolayısıyla tepeden tırnağa değişmesi elzem. Türkiye siyasetindeki 'temsil krizi', ister istemez, 'yönetim krizi'ne de yansıyor. Araştırma rakamlarının açıkça ortaya koyduğu gibi, üçlü koalisyon hükümetinin ardında hiçbir halk desteği yok. Halk desteğinden bu kadar kopuk ve 'siyaset'ten sistemdeki tıkanma nedeniyle böylesine soğumuş bir kitle duyarlılığından yoksun bir hükümetin ülkeyi doğru dürüst yönetebilmesinin imkanı da yok. O da zaten yönetemiyor. Ancak, rakamların ortaya çıkarttığı ilginç 'olgu', yukarıda da vurgulamaya çalıştığımız gibi, siyasi sistemin tümüne yönelik bir 'halk güvensizliği' ve bundan muhalefet partileri de payını alıyor. Böyle bir tabloda, muhalefet partileri, iktidar partilerinin alternatifi gibi görünmüyorlar. Üçlü koalisyonun tüm 'iktidarsızlığı' ve kitle desteğinden yoksunluğuna rağmen, hükümet etmeye devam etmesinin sebeplerinden biri de zaten bu… IMF programının uygulanmaya devamının ve sonuçlarının görülmesinin zorladığı 'konjonktür' ve bu arada 11 Eylül sonrasının değiştirdiği 'uluslararası denklem'in Türkiye'ye 'izdüşümü'ne ek olarak, söz konusu araştırmanın ortaya çıkarttığı 'gerçek', mevcut hükümetin ömrünü uzatan bir faktör… Dolayısıyla, 'temsil krizi'nden üreyen 'yönetim krizi'ne ve 'halkı temsil etmeyen' ve 'birbirinden farksız hale gelen siyasi partiler' eklendiğinde çok daha geniş kapsamlı bir 'siyasi kriz' ortaya çıkmış oluyor. 'Seçmen'in oy verecek parti bulamadığı bir sahneye, seçim sandığını getirip dikseniz ne olacak? Çeşitli kamuoyu yoklamaları, bir partiyi (örneğin AK Parti) yüzde 20 dolayında en fazla oy alacak parti olarak gösterdikçe, 'temsil krizi' ve 'yönetim krizi' ve bu arada 'siyasi kriz' aşılmış mı olacak? Buna verilecek cevap, kuşkusuz, 'hayır'dır. Bu bakımdan, siyasi partiler ve seçim yasalarını değiştirerek başlatılacak bir 'siyaset reformu' Türkiye'nin 2002 gündeminde duruyor. 2002, Türkiye'nin AB yolunda kesin ve keskin virajı döneceği yıl olacak. Unutulmamalı ki, Eurobarometer'in AB'ye aday tüm ülkelerde yaptırttığı araştırmada, Türkiye'de 'yarın bir referandum olursa', AB'ye katılma yönünde oy kullanacağını açıklayanların oranı yüzde 77'ye tırmanabiliyor. Türkiye halkının mevcut siyasi yapıyı 'red' oranları ile 'AB'ye evet' oranları arasındaki yakınlık; Türkiye'nin 'demokrasi seçimi'nin en göz alıcı göstergelerini oluşturuyor. Önümüzdeki dönem, herşeye ve her türlü direnmeye rağmen, 'değişim dönemi' olacak. Ya partiler 'içerden' değişecek veya yeni program partileri sahneye çıkacak. Ya da her ikisi birden. Bu arada bir nokta kesin: Türkiye'nin birbirinden farksız partilere de, siyasi şahsiyetlere de ihtiyacı yok. Peki bunlar ne zaman, nasıl gerçekleşecek? 2002'ye az kaldı; 2003'e ve 2004'-e çok kalmadı…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |