|
|
'Strateji algılaması'nı değiştirmeye dair…
Bu hükümetin bir 'stratejik konsepti' var mı? Yok. Hükümet ortaklarından ANAP'ın var mı? Onun da yok. Peki, 'bütünsellik'ten yoksun bir 'stratejik konsept'e sahip olmadan MGK'da 'ulusal güvenlik kavramı'nı nasıl tartışmaya sokacaksınız? 'Kurmay çalışması' ve 'güvenlik' kavramına özel ilgileri nedeniyle askerler birkaç dosya ve bir 'barkovizyon gösterisi'yle MGK'da 'stratejik konsept'e sahip olmayanları aptala çevirirler. Bu yüzden, bugünkü MGK toplantısını, gereğinden fazla merak ve heyecanla beklemeyin. Hazar havzasında ortaya çıkan Azerbaycan-İran ihtilafı nedeniyle, Türkiye'nin 'stratejik algılamaları'nda bir 'paradigma değişikliği' yapması gerektiğini günlerdir bu köşede bu yüzden tartışıyoruz. Bu, günlük gelişmelerden ve şu ya da bu ülkede o sıradaki rejimin karakteristiklerinden 'bağımsız' ele alınması gereken bir konudur ve kısa süre içinde somut sonuç vermez. Bunu bilerek tartışıyoruz ve Türkiye'nin 'stratejik algılaması'nda 'paradigma değişikliği' için ipuçları sunmaya çalışıyoruz. Öncelikle şu noktanın altını, üstelik kalın çizgilerle, çizmeliyiz: Türkiye'nin gerek Ortadoğu ve gerekse Kafkasya'da (Hazar havzası dahil) 'denklemleri'ne münhasıran Amerikan pozisyonları ve İsrail irtibatı ile dahil olması, Türkiye'yi Avrupa ile 'uyum' amaçlarından uzaklaştırır. Türkiye'yi bir 'güvenlik devleti' profiliyle konsolide eder ve AB ile arasındaki uçurumları genişletir. Eğer AB üyeliği ve Avrupa ile entegrasyon, Türkiye'nin 'stratejik hedefi' ve Kemal Atatürk'ün 'muasır medeniyet ufku'nun 'güncelleştirilmiş yorumu' ise, gerek Kafkasya ve gerekse Ortadoğu'da izleyeceği politika, 'esas stratejik hedefi' unutulmadan şekillenmelidir. Bu da, Kafkasya'da Amerikan pozisyonlarından 'özerk', İsrail'i ise 'hiç bulaştırmayan'; Ortadoğu'da ise Amerikan ve İsrail değil,, 'Türkiye eksenli' ve AB ile 'uyumu gözeten' bir politika olmak zorundadır. Buradan hareketle, Mediterranean Quarterly'nin 2001 kış sayısında yayınlanan Cengiz Çandar ve Graham Fuller ortak imzalı "Grand Geopolitics for a New Turkey" (Yeni bir Türkiye için Büyük Jeopolitik) başlıklı makaledeki şu satırlara dönelim: "Eski Sovyetler Birliği'nin Müslüman ve Türki alanlarında Rusya ve Türkiye arasındaki doğal gerilimlerden ötürü, Türkiye bölgede benzeri amaçları destekleyen müttefiklere sahip olmak zorundadır. Bunların başında, normal şartlar altında Rus politikalarına derin bir güvensizlik besleyen İran geliyor. İran, Rusya'ya ilişkin olarak Türkiye ile aynı yapısal gerilimleri paylaşıyor. Hem İran hem de Türkiye bu Müslüman bölgelerin bağımsızlığının korunmasında ortak çıkarlara sahipler. Bir bütün olarak bakıldığında, eğer Türkiye İran ve Rusya bağları arasında bir tercih yapmak zorunda kalırsa, İran bağları nihai olarak daha önemli olanıdır." 'Kafkasya denklemi'nde Türkiye'nin ikiye bir kalması yani karşısında Rusya ve İran'ı bulması, gerek Hazar havzasındaki ve gerekse Orta Asya'ya yönelik çıkarlarını da yıllardır sakatlıyor. Bu tarihi olarak da böyledir. Rusya ve Sovyetler Birliği'ndeki Müslüman ve Türk topluluklar konusundaki büyük bilim adamı Alexandre Bennigsen, bu 'jeopolitik olgu'yu ta 1552'ye Rusların Hazar kıyılarına inip, Safevilerle ittifak yaparak Osmanlı Türkiye'sinin Orta Asya Türkleriyle bağlantısını kesmelerine kadar gerilere uzatır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan yepyeni fırsatları bu 'jeopolitik olgu'ya göre değerlendirmek söz konusu. Bu yapılmadı ve yapılmadığı sürece, Baku-Ceyhan dahi, arkasındaki Amerikan desteğine rağmen gerçekleşebilmesi şüpheli halde. Beri yandan, Mesut Yılmaz'ın 'yolsuzluk iddiaları'nın ötesine taşan bilinçli ya da bilinçsiz -en hafif deyimle- 'jeopolitik ihlali' olan 'Mavi Akım' yoluyla Türkiye Rusya'ya 'enerji bağımlısı' durumuna sokulacak ve Baku-Ceyhan daha da sakatlanacak. Son Azerbaycan-İran ihtilafından ziyadesiyle Rusya yararlanıyor. İran'a karşı Azerbaycan'ı arkaladı. Bu, Rusya'nın İran'la birlikte, Hazar'ı Türkiye'ye ve Amerikan çıkarlarına kapatmaktaki 'ittifakı' ortadan kaldırmıyor. Azerbaycan'ın, tümüyle Türkiye-İsrail-Amerika üçlüsüne kaptırılmamasına yarıyor. Büyük ihtimalle Baku-Ceyhan pahasına. Bakın, 'stratejik tahmin ve tahlil' yapan bir Amerikan kuruluşu olan Stratfor bu konuda nasıl bir yorum getiriyor: "Fiziki ve ekonomik güvenliğine çok yönlü tehditler altındaki Azerbaycan dış destek aramak zorunda. Hazar'daki en güçlü donanmaya ve bölgedeki en güçlü hava kuvvetlerine sahip Rusya, en etkili tercih olacaktır. Netice itibarıyla, Azerbaycan ve Rusya Hazar'ın zenginliklerinin nasıl bölüşüleceği konusunda büyük ölçüde aynı görüştedirler ve bu onları, İran'a karşı masanın aynı tarafına yerleştiriyor. Ancak Rusya'nın desteği şartlı gelecektir. Azerbaycan petrol ve gaz ihracatının Gürcistan ve Türkiye yoluyla Batı'ya yönelmesini isterken, Rusya, Hazar'ın tüm maddi zenginliğinin kuzeyden, kendi boru hattı şebekesinden geçmesini istiyor." Konunun son derece ilginç bir başka yani ise, İran'ın son günlerde Azerbaycan'la çıkardığı sürtüşmenin de Baku-Ceyhan'ı yakından ilgilendirdiği görüşü. Russian Oil&Gas Report'a göre, İran'ın amacı, Azerbaycan'ın güneyindeki ve pek de önemli görülmeyen petrol ve doğal gaz yataklarına sahip olmaktan ziyade, yabancı yatırımcıları oradan uzaklaştırmak, Baku-Ceyhan seçeneğini yaralamak ve Kazakistan'ın zengin Kaşagan havzasından çıkartılacak petrol için, İran ve Basra Körfezi'nden sevki seçeneğini güçlendirmekti. BP ve Exxon, son ihtilaf üzerine, operasyonlarını durdurdular. İran amacına ulaştı. 'Denklem' iyice karmaşıklaşıyor değil mi? Yarına devam…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |