|
|
MGK'da tartışmaktan korkmak
Bugün MGK toplantısı var ve tüm gözler bu toplantı üzerinde odaklaşmış durumda. Neden? Çünkü orada "ulusal güvenlik" konusunun gündeme getirilip getirilmeyeceği, kamuoyunun ortak gündemi haline geldi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan, toplantı öncesi yaptıkları açıklamalarda adeta "Aman tartışma açılmasın" üslûbuyla Mesut Yılmaz'ın "dilini tutmak" için özel çaba harcadılar. Siz, biz, hepimiz, bu tartışmada Mesut Yılmaz'ın riskli taraf olduğu konusunda hemfikiriz. Hatta "mutlaka kaybeden o olur" gibi bir peşin fikrimizin bulunduğu bile söylenebilir. Ne de olsa "onursuzluk" suçlamasını yutmak zorunda kalan o olmuştur. Sadece bu durum bile, "ulusal güvenlik" konusunun ne kadar sancılı bir konu olduğunu, bu yüzden de ne kadar tartışılmaya muhtaç olduğunu ispat etmeye yeter. Türkiye, bir başbakan yardımcısının bile, "ulusal güvenliği tartışalım" dediğinde "cevabını aldığı" bir ülke ise, orada yanlış işleyen epeyce büyük bir alan var demektir. Özelleştirmeden Sorumlu Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Yılmaz Karakoyunlu, Neşe Düzel'e verdiği mülakatta, " Bizde demokrasiyi ihlal eden siyasi parti kapatılır. Ama Anayasa'daki diğer kurumlar demokrasiyi ihlâl ederlerse hiçbir şey yapılmaz" diyor. (Radikal, 20 Ağustos 2001) Ne denir? "Ulusal güvenliğin sınırı 'milli siyaset belgesi' ile çiziliyor. Ben bu belgeyi görmedim. Çok kişinin de bu belgenin içeriğini bildiğini zannetmiyorum" diyor Karakoyunlu... Belgeden Hürriyet'in haberi ile haberdar olduğunu da ifade ediyor açık yüreklilikle... Alın size bir Türkiye manzarası... Bakan bey bilmeli mi acaba Türkiye'nin milli siyaset belgesini? "Gerek yok" derseniz, Türkiye gerçeğini ifade etmiş olursunuz. Ulusal güvenlik konsepti, hukuktan siyasete, dış politikaya, devlet-toplum ilişkisine kadar hemen her alanı ilgilendiriyor. İşte Karakoyunlu'nun ulusal güvenlik konseptine çizdiği çerçeve: "Ulusal güvenliği tartışmak, hukuk yapımızdaki kısıtlamaları, demokratikleşme paketini, düşünceyi anlatma özgürlüğünü, 312'nci maddeyi, Terörle Mücadele Yasası'nın 8'inci maddesini tartışmayı getirir." Aslında daha da geniş bir alanı kapsıyor ulusal güvenlik konsepti... Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'nin ilgi alanına baktığınızda ekonomik ve sosyal hayattaki tüm gelişmelerin güvenlik açısından gözetim altında bulundurulduğunu görüyorsunuz. Peki kim tayin ediyor bu belgenin koordinatlarını? Karakoyunlu diyor ki: "Demokratik ülkelerde ulusal güvenliğin çerçevesini siyaset çiziyor. Bizde ise siyasetin çerçevesini ulusal güvenlik çiziyor." Çünkü bizde siyaset adeta halk iradesinden soyutlanmış ve şamar oğlanına dönmüş. Burada siyasetin de büyük günah işlediğini görmezden gelmek mümkün değil. Nitekim bir "söz ustası" olan Karakoyunlu, Neşe Düzel'in, ANAP'ın 28 Şubat'la dirsek teması, hatta ona eklemlenmesine ilişkin soruları karşısında sözünü toparlamakta zorlanıyor. Ama siyasetin böyle bir halet-i ruhiye içine sürüklenmesi de gündeme alınması gerekli bir konu... Neden siyasetçi askere yanaşma, askere sevimli görünme, "öteki"ni askerle ilişkisi sebebiyle suçlama, iktidar olabilirlik veya olamazlıkla askerin tavrı arasında bağlantı kurma ihtiyacı hissediyor? Neden MGK, hukuki çerçevesi itibariyle öyle olmasa bile, fiili olarak siyasetçi tarafından "son sözü söyleyen kurum" olarak görülüyor? Sadece bu sorular bile Türkiye'de her demokratik ülkenin olmazsa olmazı olan "siyasetin belirleyiciliği" açısından ciddî bir sıkıntıyı ortaya koymuyor mu? Bugün MGK'da ulusal güvenlik konusu tartışılsın mı tartışılmasın mı? Bu soruya cevap vermekte zorlanıyoruz. Çünkü "maraza" çıkması ve bunun ülkeyi ekonomik bakımdan daha da dip-derinliklerine yuvarlaması endişesi var. Belki de zaten güven sorunu yaşayan hükümet, MGK'da "yiyeceği" farzedilen dayakla daha da yıpranmış olacak ve ülke bu malül yapıdan bile mahrum kalacak diye endişe ediliyor... Yani sanki hepimiz eminiz ki, bu tartışmada siyaset mutlaka dayak yer... Demokratik bir ülkede paylaşılması gereken ortak kanaat tam da böyle midir? "İç tehdit değerlendirmeleri"nin toplum katmanlarına güvenilirlik ve vatandaşlık notu verdiği, bunun toplum-devlet ilişkisini hayati biçimde etkilediği, bunun demokrasinin işlerliği açısından büyük sorunlar ortaya çıkardığı belli iken, "bu işi gündemimize almayalım, tartışmayalım" demek, demokratik sorumluluklarımızı birilerine ihale etmekten farksızdır. Türkiye bu konuyu er geç tartışacaktır. Olay Mesut Yılmaz'dan bağımsız bir sorun niteliği taşımaktadır.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |