Türkiye'nin birikimi... | ||
|
matitas"VE karşılarına üç yol çıktı şehzâdelerin. Osmanlılar adem endişesinden habersiz yaşadılar. Ölümden sonra yollar üçe ayrılıyordu: cennet, cehennem, âraf. Araf kısa bir duraktı. Gerçi cehennemin, içinde katran kaynayan kazanları, bir dudağı yerde bir dudağı gökte zebanileri, zaman zaman rüyalarını kâbusa çeviriyordu. Osmanlı'nın; ama cennet kılıçların gölgesi altındaydı; ve Allah gafururrahimdi." (Cemil Meriç, Jurnal). Sevinmek... Aslında ne de kolay sevinmek... küçücük bir kıpırtı... biraz yetenek... biraz çaba... biraz emek... biraz ciddiyet... biraz derinlik... Evet, hepsi bu kadar... hepsinden bu kadar! Sevinmek ve başımızı dik tutmak için... başlar yüksekte iken sevinmek için... İhtiyacımız olan tek şeyin adı o! Hasretini duyduğumuz sevgili... Uğrunda ömür tükettiğimiz yosma... Peşinde ser-hoş dolaşmaktan utanmadığımız/utanmayacağımız cilvekâr... O, hani ucuz adamlar karşısında pes edecekken çoğalan gücümüz... o, neredeyse yaşamaktan vazgeçecekken gözlerimize gelen fer... tam da ölecekken bize can veren/canân veren tükenmez bir nefes-i İsâ... Firavun'la karşılaştığımızda sesimizi gür kılan bir âsâ-yı Mûsâ... Aşk'ın hakikati... Cebrail'in kanadı... Havarilere sunulan mâide... Hüdhüd'ün müjdesi... O ki hameletu'l-arş'a gıda... O ki çöle dönen dünyamızda âb-ı hayat... O ki Hızır'ın huzuru... Yunus'u karnında misafir eden balığın yanaştığı sahil... Yusuf'u kuyudan çıkaran çıkrık... Çıkrık ve aşk... aşk ve liyâkat... ışk ve ışık O, öfkenin diğer adı... tek kelimeyle çığlık... şakaklarımızda şişen dmarlar... çenelerimizde kasılan kaslar... bayağılık karşısında öfke... sığlık karşısında tiksinti... erişilmeze, ulaşılmaza, öteye, ötelerin ötesine işaret eden işaret... işaret eden'le işaret edilen arasındaki sınır... O ki ömrümü adadığım hurafe... aklımı başımdan alan sayha... duymaksızın nefes alamadığım tını... ellerimi bağlayan büyü... terkedince ancak sahip olabildiğim mülk... "İtizal olmadan itiraz olmaz!" diye haykıran çılgın... Ne çılgını?... Tamıtamına çılgınlık... Aşk... Mansûr'dan sıçrayan kan... tanıkların gözlerindeki dehşet... kalplerindeki suçluluk duygusu... Liyakat... dünyadaki tek asâlet... tevarüs edilemeyen bir asâlet... bir ve tek... o, emek... o, çaba... o, alınteri... kazandıkça kaybeden mecnunun topacı... dönen, döndüren, döndürülen, döndükçe duran bir topaç!... Delinin dili... abartan bir dil... çıldırtan... kışkırtan... yalnızlayan bir dil... yalnız'ca bir dil... dilin dili... yalın ve yalınız... bir dil... dile gelmeyen bir dil... konuşulmayan, konuşulamayan bir dil... Savm-ı samt... Meryem'in tuttuğu susma orucu... ona ağaçların ötesinden gelen, onun için ağaçları eğdiren ses... Tuva vadisinde Musa'ya görünen ateş... nalınlarını çıkarmasına neden olan titreşim... İbrahim'in bıçağındaki ışıltı... Eyüb'ün yaralarını iyileştiren sudaki saflık... Hacer'i koşuşturan yılgınlık... Sodom ve Gomore'deki dinmez öfke... O o... Dilciler ona "üçüncü şahıs zamiri" dediler... O... sadece o... Zülkarneyn güneşin battığı yerde onu aradı... dillerini anlayamadığı gizemli kavimden başka bir şey değil, yalnız onu dinledi... Musa, Hızır'ın huzuruna çıktığında ondan sadece onu istedi... İsrafil sûra onun için üfürdü... Süleyman'ı yollara düşüren güzel... Davud'a dağlarda ağıt yaktıran güzel... Ele geçmez güzel... ele geçmediği için güzel... Evet, aşk... hani o, kalemin kirlettiği güzel... "Masal söylediler ve uykuya daldılar" diyor Hayyam... Cemil Meriç de ilave ediyor: "Ne mutlu masalını dinletebilenlere! Masal ateşböceği olur, yıldız olur. Masal söylemek. ölmemek, masalını dinleyenle beraber yaşamak. Ama kaç masal söylenmiş, kaç masal dinlenmiş?!" Çok doğru, hayat bir masaldır!
dcundioglu@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|