Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Meclis'te konuşulanlarYıllardır Türkiye'nin gündeminden düşmeyen bir mesele var: Başörtüsü. Her yerde karşımıza çıkıyor. Kâh eğitim hürriyetinin önünü kesiyor, kâh insanlar arasındaki köprüleri dinamitliyor. MHP adayı
Başörtüsünün, Meclis Başkanı seçimi ile dahi ilgisi var. Meselâ, MHP'nin adayı Ömer İzgi'nin, "Meclis'te, başörtüsü yasaklansın" şeklindeki bir tüzük değişikliğinde, imzası bulunuyor. "Başörtüsü meselesini çözeceğiz" diye oy toplayanların düştüğü duruma bakın! MHP, acaba kabuk mu değiştiriyor? Pekalâ, Murat Sökmenoğlu gibi daha ılımlı bir isim aday gösterilebilirdi. Veyahut, diğer grupbaşkanvekili İsmail Köse üzerinde bir ittifak aranırdı. Hayır... Öyle yapılmadı. DSP memnun edildi. DSP ve MHP'nin toplam üye sayısı 263. Dolayısıyla öteki partilerden destek almadan, 276'lık çoğunluğa ulaşmaları zaten beklenmiyordu. DYP, büyük çapta, Başesgioğlu'na oy verdi. FP ise hemen hemen firesiz bir katılımla, Anaplı adayın arkasında durdu. Şu anda Başesgioğlu daha şanslı durumda. Ama dün gece çeşitli dirsek temaslarıyla İzgi'ye takviye sağlanmış olabilir. FP'de seçim
Meclis'teki tek seçim, Başkanlık seçimi değildi. FP grubunda da, bir yarış yaşandı. Grup başkanvekilliği için iki hafta evvel 5 aday ortaya çıkmıştı. Bülent Arınç en fazla oyu alarak grup başkanvekili seçilmiş, onu Yasin Hatiboğlu takib etmişti. Avni Doğan ile Abdülkadir Aksu ise, eşit oyda kalmışlardı. Dün seçim yenilendi, Genel Merkez'in desteklediği Avni Doğan 56, "Yenilikçi" denilen kanadın adayı Aksu ise 44 oy aldı. Aslında, Anayasa Mahkemesi kararının arefesinde, partide bir mücadele havasının yaratılması acaba doğru muydu? Bu şekilde düşünenler olmadı değil. Ama, belki de, FP'yi "devamdan" kapatma hazırlığında olan Anayasa Mahkemesi üyelerine, bir mesaj veriliyordu bu şekilde: "Biz RP'nin devamı olsak, aramızda hiç böyle bir yarış, ihtilâf çıkar mı?" Eski RP'li milletvekilleri birbirlerinden farklı tavır sergilediler. Kimi "Genel Merkezci", kimi "yenilikçi" adayı tuttu. Evet... belki de bu yarışa "hayırlı" denmesinin sebebi bu. Duyduklarım
Meclis'te lâf bol. Gelir gelmez, farklı konuşmalara şahit olduk. Herkes yaz boyu memlekete gitmiş, görüp dinlediklerini anlatıyor. FP milletvekili Aslan Polat'dan duydum: Erzurum'da, Fethullah Hoca'nın yurtları kapatılmış veya kapanmış. 500 genç kız açıkta kalmış. O kızları, devlet yurdu barındırıyor. Yer darlığından her yatakta iki kız, koyun koyuna yatıyor. Şu irticaın başımıza açtığı felâkete bakın! Palandöken dağlarının üzerine, kocaman bir Atatürk portresinin altına şöyle bir yazı yazmışlar: "Ya yolunda yürürüz, ya uğrunda ölürüz" Ne gerek var, böyle tahrik edici yazılara? Atatürk'ü bir mücadelenin mihrakı haline getirmeye? Atatürk fotoğrafını çıkarıp, oraya "Allahü ekber" yazsanız ve şöyle devam etseniz: "Ya yolunda yürürüz, ya uğrunda ölürüz" "Mürteci" damgasını yemeniz, tutuklanıp 312'den yargılanmanız ve mahkûm olmanız işten bile değil. Bu yüzden, provokatif yazılara lüzum olmadığını söylüyoruz. Üstelik, Palandöken dağları, Erzurum'a göre kıble istikametinde. Halk, "Bizi Atatürk'e secde ettiriyorlar" deyip duruyormuş. Meclis'te "Ah alma" üzerine duyduğumuz bir başka hikâyeyi nakledelim: 1970'li yıllarda, Isparta'dan, Milli Selâmet Partisi'nden aday gösterilen, eski Bayındırlık Bakanlığı müsteşarı Muammer Dolmacı ile ilgili bir olayı naklettiler. "Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste" demeyi de ihmal etmediler. Kim, ne zaman âh almış? Anlatalım. Dolmacı 1977'de Isparta'dan milletvekili adayı oluyor. Senirkent'te bir konuşma yapıyor. Köy çıkışında taşa tutuluyor. "Demirel'den başka aday, AP'den başka parti tanımayız" sloganlarını atan gençler Dolmacı'yı da yaralıyorlar. Demirel'in "tarlasına" gecekondu (!) kondurmak istediği için, Muammer Dolmacı'nın başına gelmedik kalmıyor. İşte bu yüzden yeğen Demirel'in yaşadıklarını bir ilâhi hesaplaşma olarak görenler var. Zira Dolmacı, o dönemde, Atatürk aleyhine konuştuğu ve irticayı teşvik ettiği(!) iftirasıyla gözaltına alınmış ve yargılanmış. Demek, irtica, her dönemde rakibi ortadan kaldırma aracı olarak kullanılıyor. Fincancı katırları
Meclis'te medya da konuşuldu. Lâf basından açılınca, bana yöneltilen bir soruyu buradan cevaplandırmak isterim: "Evet... aralarında Hürriyet Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök'ün de bulunduğu hayali ihracat sanıklarının, 2 Kasım günü saat 9.30'da, İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmalarına başlanacak. Dosya numarası 2000/ 251. Sanıkların, 213 sayılı kanunun 359/b-1 bendindeki suçu işledikleri, sahte belge düzenleyerek vergi kaçırdıkları iddia ediliyor. Herhalde, sıradan insanlar gibi onlar da mahkeme huzuruna, ifade vermeye gelecekler. Sanırım bir imtiyaz tanınmayacak onlara." Bakalım 3 Kasım'da hangi gazetelerde, bu sanıkların resimleri manşetten verilecek. Sözde ahlâk muhafızlığına soyunan gazetecilerin kaçı, canlı hayvan ve kumaştaki bu hayalciliğe değinecek? Rauf Tamer, "para almadım, sadece konut kredisi kullandım" diyor. Acımasızca teşhir ediliyor. Diğerleri hayali ihracat iddiası ile İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor. Görelim, hangi kahraman gazete ve gazeteciler, fincancı katırlarını ürkütmeyi göze alabilecek.
nilicak@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|