Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Erbakan-Demirel- YolsuzluklarErbakan'ın, hükümetten ayrıldıktan sonraki hemen her değerlendirmesinde, Refahyol hükümetinin, rantiye kesiminin oyunları sonucu düşürüldüğü iddiası vardır. Özetle der ki: -Katrilyonluk faiz gelirinin önünü kestik, bizi yıktılar. Devletin bir kurumu, ucuz kredi veriyor, bir başkası pahalı kredi alıyordu. Havuz sistemi ile bu çarpık gidişi durdurduk. Para musluğu kısılanlar medya-siyaset-para üçgeni içinde bize komplo kurdular. Bizim dönemimizde memur, cumhuriyet tarihinin en yüksek gelirini elde etti. Hatta zamanın Genelkurmay Başkanı Karadayı, gelip, "TSK mensupları dolar bazında tarihinin en yüksek gelirini elde etti" diye teşekkürlerini bildirdi. Tayyip Erdoğan'dan dinlemiştim: -Kaç kere Cumhurbaşkanı Demirel elimden tutup, "Sayın Başkan, çöz şu Koç Üniversitesi'nin arazi meselesini..." dedi. Onların istediği gibi çözmedik, çünkü yasalar izin vermiyordu. Başımıza gelenlerde bunların da çok büyük payı vardır. Refahyol'un yıkılışı,Tayyip Erdoğan'ın içine sürüklendiği yasaklılık kuşatması, son üç buçuk yılda yaşananlar, ne kadar birebir bu yolsuzluk ekonomisi ile ilgilidir, ne kadar başka uluslararası hesapların yansımasıdır tartışılabilir, ama Refahyol'a karşı bir koalisyon oluştuğu ve bu koalisyonda, rantiye kesiminin etkin rol aldığı bir gerçektir. Başlıkta "Demirel-Erbakan-Yolsuzluklar" üçlemesinin yer alması anlamsız değildir. Erbakan, "Hükümetim ekonominin iliğini sömürenler tarafından yıkıldı" diyor, Demirel ise, siyaset içinde 50 yılı geçen bir insan olarak yolsuzluk iddialarının nerdeyse aile fotoğrafına yansıdığı bir siyasi kişilik görünümü arzediyor. Artı, Erbakan'ı istifaya sürükleyen 28 Şubat süreci, Demirel'in en hakim pozisyonda bulunduğu bir dönem. Ve bu dönemin uçlarında, Demirel'in Cumhurbaşkanlığı'nın sona ermesinin ardından, ekonomideki yolsuzluk dosyaları sağanak halinde gündeme gelmeye başladı. Demirel'in, yeğeni ile ilgili iddialara karşı, "suçun şahsiliği, yani yeğenlerden amcaların sorumlu olmadığı, mahkûm oluncaya kadar herkesin suçsuzluğu, dolayısıyla yargısız infazın kabul edilemezliği" şeklinde söylediği sözler hep haklı. Ayrıca Demirel, "Türkiye'de sistem çapında bir corruption-tefessüh-çürüme olduğunu" söyler ki, bu da doğrudur. Ama meselâ Demirel'in gündemine "yolsuzluklarla savaş" gibi bir konseptin girdiğini göremiyoruz. Ayrıca gene Demirel'in, sözünü ettiği hukukun temel ilkelerini yeğeni söz konusu olduğunda hatırlarken, meselâ insanları, bir bayan milletvekilini bizzat kendisi "provokatörlük"le suçlarken hatırladığını da göremiyoruz. Ama gene de bu yazı, bütünüyle yolsuzluklar planında iki siyaset adamının duruşunun değerlendirmesini amaçlamıyor. Belki yaşanan süreçte Erbakan-Demirel isimlerinde ortaya çıkan sembolik durumu vurgulamaktır birinci amaç. Ayrıca, hükümetin bu dosyaları günyüzüne çıkarma çabasının olumlu olduğunu, hükümetin 28 Şubat sürecinde üstlendiği misyondan dolayı herhangi bir komplekse kapılmaksızın belirtmek gerekiyor. Hatta belki, dosyaların peşi kovalandıkça ve ekonomideki yolsuzluk uru gerçek anlamda kazınmaya başlandıkça, 28 Şubat koalisyonunda da ciddi çatlamalar gerçekleşeceğini düşünmek durumundayız. FP lideri Kutan'ın "Bunlar buzdağının sadece görünen kısmı" sözü son derece haklı. Sağlıklı, yani adil dağıtımı ilke edinmiş üreten bir ekonomi, en yüksek ve en düşük gelirler arasında 236 kat fark oluşturmaz. Böyle bir ekonomide, 650 bin kişinin geliri, 30 milyonun gelirine eşit olmaz. Sağlıklı bir ekonomide 13 milyon kişi açlık sınırının altında yaşamaz. Sağlıklı bir ekonomide en yüksek gelirler, üretimsiz, paradan para kazanma yöntemiyle gerçekleşmez. Türkiye biliyor ki, haksız gelir transferleri var. Ve burada yönetenlerin parmağı, en azından ihmaller biçiminde, daha ötesi soyguna ortaklık biçiminde, rol alıyor. Bankalar soyuluyor, ihaleler uygun şartlarda seçilmiş kişilere veriliyor, faiz-kredi ilişkileri pislik kokuyor, hayali ihracatlarla KDV vurgunları gerçekleştiriliyor vs... Zenginlerin en azından hepsi, en azından çoğu, alınteri zengini değil. En küçük resmi görevli bile, diyelim hastanede kapıcılık yapan adam, "küçük torpil"lere yatkın bir haleti ruhiye taşıyor. "Adamınız var mı?" sorusu, sistemin en genel geçer ilişki düzenini yansıtıyor. Avukatlar, yargıda işin daha çok "bulunmuş adamlar"la bitirildiğine inanıyor. Yani adaletin kafası yolsuzluk anaforunda karışmış... Medya, kamu adına sistemdeki aksaklığı denetleme görevi üstlenmiş medya, üzerinde, medya gücünü kullanarak elde edildiğine dair derin kuşku bulutları bulunan derin akçalı ilişkiler içine girmiş... İçişleri Bakanı Tantan'a göre "yolsuzluklar birinci öncelikli iç tehdit!" 28 Şubat sürecinden geçen Türkiye'de bu değerlendirme anlamlı, yürütülen operasyon anlamlı... Henüz ortada yolsuzluk mantığını kazıyıcı külli bir irade ve "yolsuzluklarla topyekün savaş"ı öngören kapsayıcı bir proje görülmese de, çorap sökülmeye başladı. "Yolsuzluk gerçeği" gündemin ana konusu haline geldi. Tantan ve Temizel, bu süreçte iki anahtar isim. Türkiye'de böyle durumlarda iki türlü tepki verilir. Eğer ümid varsa "Haydi hayırlısı?" denir. Ümit alanı bulutlu ise, "Bakalım ne kadar gidebilecekler?" diye sorulur. Şu anda duygular ortada... Ben eminim ki Erbakan keyifli, Demirel sıkıntılı... Bu, henüz bitmeyen 28 Şubat sürecinde ilginç bir çelişki değli mi?
atasgetiren@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|