YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Türkiye'yi sahipsizleştirmek ve dinamitlemek!

Türkiye, var mı sahiden? Bir coğrafya veya toprak parçası olarak Türkiye diye bir "yer" var.

Ancak bu yeri ekip biçmemizi, münbit, bereketli; bin bir türlü "ürün"ün yetiştirilebildiği, her an diri, canlı, gözkamaştırıcı, gönül doldurucu bir "mahsul"ün alınmasını mümkün kılacak bir "ŞEY" (RUH) olarak Türkiye yok! Bu anlamda Türkiye, kelimenin tam anlamıyla bir "HİÇBİRŞEY".

Hiçbirşey, çünkü SAHİPSİZ.

Sahip sözcüğü zengin anlamları / yan anlamları, çağrışımları olan bir sözcük. "Sahip" sözcüğünün arkeolojisini yaptığımızda, bir toplumu ayakta tutan; alnı açık, başı dik, yüreği insan, doğa ve Allah sevgisiyle dopdolu bir milletin köklü anlam dizgelerinin adeta "resmi geçit" yaptığı zengin bir anlamlar/kavramlar kümesiyle yüzyüze geliverdiğimizi "göreceğiz": SAHİP sözcüğünün, sohbet, dost, arkadaş, konuşmak, hem dert olmak, paylaşmak, huzur ve istikrar, denge ve iletişim gibi sözcüklerle doğrudan ve dolaylı olarak akrabalığı, kurbiyyeti var.

Bu sözcükler kümesinden heyecanlı, coşkulu, imaginatif, huzur ve sükun veren, insanın aynı anda hem beynini, hem de yüreğini harekete geçiren uçsuz bucaksız, münbit bir dünya kurulur elbette.

Evet, Türkiye, diye bir yer var; ama Türkiye'yi Türkiye yapan, bugüne dek ete kemiğe büründüren, kollektif kimliğini, zengin kültürel hafızasını, anlam repertuarını oluşturan "ruh" yok. Bizi biz yapan, bu dünyada yaşamamızı anlamlı kılan, bura'yla öte'yi barıştıran, buluşturan, kaynaştıran, dolayısıyla "bu dünyada" tüm insanlığa aynı kompleksiz mesafeden, zaviyeden bakmamızı sağlayan; insanı Allah'ın yeryüzündeki halifesi olarak gören, sadece Müslümanlar'ın diyarlarında değil, tüm dünya coğrafyasında, kardeşliğin, barışın, adaletin, esenliğin, dostluğun neşvü nema bulmasını arzu eden bir insan tipinin, her bakımdan kendisine güvenilir güçlü bir şahsiyetin inşasını mümkün kılan anlam haritalarımız, "hayat dünyamız" yok sayıldığı, yok edilmeye çalışıldığı için Türkiye diye bir "şey" yok.

O yüzden bu millet "sahipsiz".

Bu milletin sahiplendiği şeyler, sahiplenilmediği, hatta yok edilmeye çalışıldığı için bu millet sahipsiz. En olmayacak bir zamanda, Ramazan ayında Müslümanlığın en temel dinamiklerine karşı medyada dört bir yandan saldırı başlatılmışsa, bu millet gerçekten sahipsiz demektir.

Bu millete vaziyet edenler bu milletle "konuşamıyor"lar. Çünkü bu "milletin dili"yle, konuşmuyorlar. Milletin sahiplendiği şeylere sahiplenmek şöyle dursun, milleti, sahiplendiği, sahiplenmeye çalıştığı "şeyler"den her ne suretle olursa olsun vazgeçirmek için olmadık numaralar, fırıldaklar çeviriyorlar.

Dolayısıyla "milletle dost" olamıyor ve "milletin sohbeti"ne iştirak edemiyorlar. Millete, bu millete ait olmayan, kendilerinin de anlamadıkları tam bir esparanto dilini (="tarzanca"yı) andıran, ancak "kaş göz yararak" anlaşılması mümkün olan "uydurma bir dil, bir dünya" dayatarak, "bağırıp çağırarak", kaba kuvvete başvurarak, tehditler savurarak konuşmaya çalışıyorlar.

Milletin sesine, diline, sohbetine, ülküsüne, iradesine sahip çıkmaMakta direnen, hatta sırt çeviren elitlerin vaziyet ettikleri bir ülke, kara parçası (=iskelet) olarak vardır ama ruhen yok demektir.

Böyle bir ülkenin varlığından, her hal ve şartta varlığını sürdürebilmesinden sözedebilmek mümkün olabilir mi?

Ünlü Çek romancı Milan Kundera, "The Book of Laughter and Forgetting" (Gülüşün ve Unutuşun Kitabı) başlıklı romanıNın bir yerinde diğer romanlarında da zaman zaman yaptığı gibi bizzat "kendisi" araya girerek şöyle der:

"Bir toplumu yok etmenin ilk adımı, o toplumun hafızasını, yani kitaplarını, kültürünü ve tarihini silmek, yok etmektir. Bundan sonra yapılacak şey, o toplum için yeni kitaplar yazmak, yeni bir kültür imal etmek (manifacture), yeni bir tarih icat etmek, uydurmaktır. İşte tüm bunlardan sonradır ki, bir toplum geçmişte ne olduğunu unutur; bugün ve gelecekte ne olacağını bilemez hale gelir".

Ramazan'da bile İslam'ın en temel dinamiklerinin tartışma konusu yapılması, gerçekte, bu milleti / ülkeyi dinamitleyecek bir süreci başlatmaktan başka bir şeye katıda bulunmayacaktır. Bu toplumun müslümanlıkla ilişkisini sarsmak, yolsuzlukları, hortumlamaları, hırsızlıkları kolaylaştırmaya; ülkenin içerde ve dışarda savunabileceği hiçbir "ortak çıkar" ve "ortak iyilik"in kalmamasına ve dolayısıyla Türkiye'nin her zaman itilip kakılmasına, en güçlü olması gereken durumlarda bile hazin bir yapa-yalnızlık duygusu ile yaşamasına ve her an patlamaya hazır volkanlara gebe kalmasına yol açacaktır.

Kundera'nın gözlemleri, içerden ve dışardan yok edilmeye çalışılan, sahipsiz "Türkiye"nin hazin ve patetik öyküsünü ne kadar güzel özetliyor değil mi!


18.ARALIK.2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Yusuf KAPLAN

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...