Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Halk "çocuk" mu yoksa "kiracı" mı?Bu "düğmeye acaba kim bastı" konulu tartışmalar, bize, ana sorunun cevabını aramayı unutturuyor.. Ana soru şu.. - Bizi kim yönetiyor? Bizi kimin yönettiğini bir anlayabilsek, onun bizi iyi veya kötü yönettiğine de karar vereceğiz.. Ama ortada yönetici olmadığı için, kimi sorumlu tutacağımızı da kestiremiyoruz.. Sonunda, ülkenin Başbakanı olan Bülent Ecevit, çıkıp, titrek bir sesle soruyor.. - Acaba düğmeye kim bastı, bilemiyorum! Diyoruz ki.. Acaba ülkede halkla devlet arasındaki ilişkilerin özüne girerek, bizi kimin yönettiğini bulabilir miyiz? Mesela, Max Weber'in tanımladığı türde bir "peder-şahi" (veya paternalistik) yönetim olabilir burada.. "Baba" işlevini sürdüren bir geleneksel siyasi otorite ve "çocuklar"ı temsil eden bir halk vardır.. Bu tür baba-evlat ilişkisinin egemen olduğu toplumlarda, "kamusal alan"ın sınırı yoktur.. Nasıl bir baba, evlatlarının özel hayatını ve 24 saatini kontrol ederse, "paternalizm"de de, devlet, halkın düşüncelerine, başörtüsüne, davranışlarına, inançlarına müdahale edebilir.. Burada "modern zamanlar"la uyuşmayan durumlar vardır tabii ki.. Örneğin hukuk, eşitler arasındaki ilişkileri içermez.. Devlet baba ve onun adına yetkiyi ellerinde tutan fonksiyonerler, daima, halktan daha güçlüdür.. Belki de yine Max Weber'in tanımıyla, bir "patrimonializm" modeli vardır burada.. "Patrimonializm", devlet mülkiyetinin kime ait olduğuna dayalı bir modeldir.. Nasıl, bir saraydaki ya da bir derebeylikteki topraklar ve mekanlar üzerinde yaşayanların üzerinde, sahiplerin siyasi ve ekonomik otoritesi varsa, devletin mülkiyetine sahip olan "kurucu ve kurtarıcılar"ın da, halk üzerinde öyle bir üstün-gücü bulunmaktadır.. Bu açıdan bürokrasi, kurucu ve kurtarıcıların iradelerini yansıtan kahyaların, uşakların yerine geçer.. İktidar, ancak saray darbeleri ile değişir.. Yeni sahip, eski kadroları aynı biçimde kullanır.. Bir de, özellikle Latin Amerika'nın "latifunda" adı verilen büyük çifliklerinde de görülen, "patron-müşteri" ilişkilerinin geçerli olması ihtimali var.. "Devlet", görünmeyen ama kendisine sürekli bir pay ödenen "patron"dur.. Halk ise, patronun topraklarından ve imkanlarından yararlanan bir "müşteri" veya "kiracı" konumundadır.. Halk gelip, gider.. Patron, hep sahip olarak kalır.. Patron halkı, kendince korur.. Ama karşılığında, artan oranlarda pay veya kira alır.. Gerçekten, "düğmeye kim bastı" sorusunun cevabını bulmak için, bu tür sosyolojik tahlillere girmemiz şart.. Bir dönemde, birileri "demokrasi" diye tutturup, kafamızı karıştırdılar.. Yok efendim devlet "baba" değil, "hizmetçi"ymiş.. Bürokrasinin ve siyasetin görevi, "halka hizmet"miş.. Bu tür sözlerle gündemi işgal edenler, biraz daha izin verilse, devleti bölüp, parçalayacaklardı.. Bereket, 28 Şubat'la, hepimiz 1930'ların o güzel ve disiplinli günlerini hatırladık.. Kurucuların varisleri olduklarını iddia edenler, andıçlarla, herkesin gerçek yerinin ne olduğunu hatırlattılar hepimize.. Bu arada biraz soygun ve hortumlama oldu ama, önemli değil.. Kiracıların ödedikleri pay (veya vergiler) artırıldı.. Şimdi, ülkenin Başbakanı, birbiri ardına patlayan krizlerin sorumlusunun kendisi ve hükümetinin olabileceğini hiç düşünmüyor.. - Düğmeye kim bastı, diyor.. Başını kaldırıp, biraz çevreye baksa görecek düğmeye basanları..
ŞAKA Ama ne jest!.Başkan Clinton, görevinin son günlerinde Türkiye'ye bir jest yapmış.. Türkiye'ye, 350 milyon dolarlık ağır nakliye helikopterinin "satılması" için izin vermiş.. Helal olsun!. "Satıcılar"ın bu kadar lütufkar olması, göz yaşartıyor.. 350 milyon doları ödeyecek olan biz "alıcılar"a gelince.. Ne diyebiliriz.. Minnettarız!.
DEMİREL
Durup dururken ne oldu?Demirel (Süleyman) Yavuz Donat'a meseleyi çok açık ve seçik anlatmış.. Demiş ki - Devlet meçhular içinde gitmez.. Türkiye kendine meçhul düşmanlar icat etmemeli. Durup dururken ne oldu? İşte onun izahı yapılmalı ve önlemi alınmalı.. Biz söyleyelim mi durup dururken ne olduğunu? Birinci kriz nedeni, Süleyman Demirel'in, cumhurbaşkanlığındaki görev süresinin uzatılmamasıdır.. İkinci kriz nedeni, başta Egebank olmak üzere, boşaltılmış bankalara ilişkin dosyaların açılmasıdır.. Üçüncü kriz nedeni, "Demirel" soyadının, Murat Demirel vesile edilerek zırt-pırt manşetlere çıkartılmasıdır.. Oysa Türkiye, gül gibi idare ediliyordu Demirel varken.. "Sabah" da, "Etibank" da, "Egebank" da, "Demirbank" gibi dimdik ayakta duran kurumlardı.. Durup dururken Süleyman Demirel'in görev süresi bitti.. Sonra bütün felaketler başladı..
mehmetbarlas@attglobal.net
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|