Logo... Yazarlar...

Taha KIVANÇ

Bir gazeteci aile

A hmet Taner Kışlalı suikastı üzerinden ne kadar zaman geçti? Bizim ülkemizde ölen öldüğüyle kalıyor, ateş düştüğü yeri yakıyor... Suikastın üzerinden kaç gün geçtiğini eşi ve kardeşleri dışında sayan olduğunu sanmıyorum. Sokaklara dökülüp bağıranlar, televizyon ekranlarından "Kanı yerde kalmayacak" mesajı verenler, gazete sütunlarından ahkâm kesenler olayı unutulmaya terkettiler bile...

Tıpkı Prof. Muammer Aksoy, Doç. Bahriye Üçok ve gazeteci Uğur Mumcu suikastları sonrasında olduğu gibi... "Prof. Ahmet Taner Kışlalı olayı farklı, askerler de söz verdi, câni mutlaka ele geçer" beklentisinde olanlar fena halde yanıldıklarını herhalde anlıyorlar. Cenazede konuşan Cumhuriyet yazarı 28 Şubatçı İlhan Selçuk, "Ahmet'in kâtili bulunursa 28 Şubat devam ediyor, bulunamazsa 28 Şubat bitti demektir" demişti. 28 Şubat ile bu suikastlar arasında birebir ilişki kuramıyorum ben; İlhan Selçuk o garip tespiti neden yaptığını açıklamalı.

Kışlalı suikastı ile 28 Şubat arasında doğrudan ilişki kuran bir başka kişi daha vardı: Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Melih Aktaş. CNN-Türk'te yaptığı açıklama yüzünden başına gelmeyen kalmadı onun; hakkında dâvâlar açıldı, çalıştığı kurumdan -geçici olduğunu umduğum- ilişki kesme cezası aldı. Oysa, onun söylediği ile İlhan Selçuk'un kameralar karşısında ilân ettiği arasında temelde bir fark yok...

Ahmet Taner Kışlalı cinayetinin daha öncekilerden, kuklacı ve kuklasının uykularını kaçırmasını gerektiren önemli bir farkı var: O bir gazeteci ailenin ferdi. Ağabeyi Mehmet Ali Kışlalı, kuzenleri Hıncal ve Öcal Uluç kardeşler, yeğeni Murat Kışlalı, kızı Altınay ve damadı Sıtkı Uluç faal gazeteciler... İçlerindeki 'gazeteci merakı' ve 'gerçeği bulma dürtüsü', başkalarının gözünü kör eden önyargılardan kurtulmalarını getirecektir. Ben şahsen, Kışlalı cinayetinin, sırf bu yüzden, diğerlerinden önce çözülme istidadı taşıdığına inanıyorum...

Abdi İpekçi'nin kızı Nüket, cinayetten 20 yıl sonra, hâlâ "Babamın cinayeti aydınlatılsın" diyor. Uğur Mumcu öldürüleli altı yıl oldu, eşi, her yıldönümünde, "Kâtiller bulunsun" temennisini dile getiriyor. Ahmet Taner Kışlalı'nın bütün yakınları gazeteci, aynı tür temennileri tekrarlamak onların ağırına gidecektir. Sanıyorum, fazla geçmeden, bazı gelişmelerle karşılaşabiliriz...

Bu beklentimi bir boşlukta dile getiriyor değilim. Her şeyden önce Mehmet Ali Kışlalı'yı tanıyorum. Ülkemizin en kıdemli, içte ve dışta saygın gazetecilerinden biridir Mehmet Ali Bey; gerçek gazeteci kumaşından olduğu için, ne olduğunu başkalarından önce anlayacak ve anlayınca da bunu dile getirmekten geri kalmayacaktır. Suikast sonrası büründüğü suskunluğunu bozdukça, onun ağzı ve kaleminden çok şey öğrenme fırsatı bulacağımıza eminim.

Geçen hafta sonu, Sabah'ın usta röportajcısı Nuriye Akman'ın kendisiyle yaptığı görüşmede, kardeşinin 'askerlerle yakın olduğu' konusuna açıklık getirdi Mehmet Ali Kışlalı, "Askerlere ben daha yakınım, akademide derslere o değil ben çağrılıyordum" diyerek... Bu önemli. Bir şey daha dedi: "Eğer câni farklı bir kesimden çıkarsa çok canım sıkılır..." Meraklı bir zihnin soru sormaya ve şüphelenmeye başladığının önemli bir işaretiydi bu cümle...

Mehmet Ali Kışlalı'nın Radikal gazetesindeki son yazısının başlığı "Şüphe yaratmak". "Yeni bir eğilim ortaya çıktı" diye başladığı yazının ikinci cümlesi şu: "Güncel olaylar yorumlanırken, bunların bir kısmının 'derin devlet' tarafından bilinçli olarak gerçekleştirilmiş olabileceği şüphesi yaratılmak isteniyor." Bazı basit örnekler vermiş Mehmet Ali Bey; ancak, satırları dikkatle okunduğunda, aklının, çok daha karmaşık ve daha evine yakın başka bir olayda olduğu hemen sezilebiliyor...

Tabii, o, yıllardır kalemiyle de savunduğu ve 'erdemli' bildiği devlet anlayışının gereği olarak, söylentilerin gerçek olabileceğine inanmıyor; tersine, "Böylesine uydurma söylemlerle devlet hakkında şüphe yaratmanın başarıya ulaşamaması için devletin etkili önlemleri alması gerekir" bile diyor... Bu beklentisinin kardeşinin uğradığı suikastın ilelebet örtülü kalmasını getirebileceğini düşünmeden... Oysa, o da, gücünü devletten alan, ancak hâinâne eylemler gerçekleştirmekten geri durmayan odakların varlığını, başka ülkelerin yakın tarihinden bilebilecek durumda... Devleti 'kutsal' bilenler onun bekâsı için kurban vermekten çekinmiyorlar; bu ABD'de böyle, Burma'da da...

Yazısında, 'uydurma söylemleri' ile devlet hakkında kafa karıştıranları suçlar görünse bile, zihninin kuşkular üretmeye başladığı fark edilebiliyor. "Vatansever insanları kendi devletlerinden şüpheye düşer hale getirmeye kimsenin hakkı yoktur; devlet de, vatandaşı gözünde kendini şüpheli kılacak girişimler karşısında savunmak ve bunları etkisiz kılmak için elindeki bütün olanakları kullanmak zorundadır" cümlesini, herhalde aklından geçirmediği, "Aman olayların üstü örtülü kalsın" biçiminde yorumlayamayacağımıza göre, "Devlet kendini şâibeden kurtarmak için fâilleri bulsun" temennisi olarak görebiliriz. Bu, bence bir başlangıç... Mehmet Ali Kışlalı, suikast pis odakların eseriyse, hiç gözünün yaşına bakmadan, o odakların ipliğini pazara çıkaracak bir gazetecidir...

Sahi, Ahmet Taner Kışlalı suikasta uğrayalı ne kadar oldu?
 

tkivanc@yenisafak.com

  18 Kasım 1999 Perşembe

Geri



Geçen hafta sonu, Sabah'ın usta röportajcısı Nuriye Akman'ın kendisiyle yaptığı görüşmede, kardeşinin 'askerlerle yakın olduğu' konusuna açıklık getirdi Mehmet Ali Kışlalı, "Askerlere ben daha yakınım, akademide derslere o değil ben çağrılıyordum" diyerek... Bu önemli. Bir şey daha dedi: "Eğer câni farklı bir kesimden çıkarsa çok canım sıkılır..." Meraklı bir zihnin soru sormaya ve şüphelenmeye başladığının önemli bir işaretiydi bu cümle...


 

|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| EKONOMİ || DÜNYA || KÜLTÜR ||
|| YAZARLAR || LİNKLER ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj || ABONE OL ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED