ural Savaş nevi şahsına münhasır bir başsavcı. Her eylemi, her sözü, ülkede deprem yaratıyor. "Kan içen vampirler, habis ur" gibi tanımlamaları, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı ve Yargıtay Başkanlığı tarafından da hoş karşılanmadı. Yüksek Yargı organlarının başkanları, dolaylı bir şekilde Savaş'a gereken cevabı verdiler.
Ben iddianamesine şöyle bir göz gezdirdim. Baktım, milletvekillerinin kürsü sorumsuzluluğunu hiç dikkate almayarak, tutanaklardan çıkardığı bir çok sözü, suç delili olarak Anayasa Mahkemesi'ne sunmuş.
Milletvekillerinin sözlerinden ve oylarından dolayı sorumlu tutulamayacağı ilkesini bir kenara bıraksak dahi, cümlelerde suç sunsuru bulmak mümkün değil.
Birkaç örnek sıralayalım.
Ne demişler?
Abdullah Gül: Sayın Bülent Ecevit, sizin başbakan yardımcısı olduğunuz dönemde üniversiteler bilim ve özgürlük yuvası olmaktan çıktı, zulüm ve baskının en yoğun yaşandığı yerler oldu. Kız çocuklarımızın anayasal eğitim hakları ellerinden alınırken hiç yüreğiniz sızlamadı mı? (Tutanak dergisi 15.01.1999)
Mehmet Ali Şahin: YÖK'ün ek 17'nci maddesi yürürlükte kaldıkça, üniversitelerde başörtüsü diye bir sorun olamaz. Yönetmelikle, mütalaâlarla kanun hükmü değiştirilemez. Bu, millet iradesini gasp olur. (Tutanak dergisi 04.06.1998)
Mustafa Kamalak: Fikirleri olmadığı için dayatma yolunu seçiyorlar. Ne mümkün zulm ile bidat ile imhayı hürriyet, çalış muktedir isen, idraki kaldır ademiyetten. (Tutanak dergisi 17.06.1998)
Fethullah Erbaş: İdarecilerimiz Pazar günü el ele tutuşmayı çok gördüler ve zinciri kırmak için polisleri seferber ettiler. (Tutanak dergisi 17.11.1998)
Abdüllatif Şener: Eğer belli bir yaşama biçimini tercih etmiş insanların eğitim hakları baskı altına alınıyorsa, biz buna karşıyız. (Tutanak dergisi 03.11.1998)
Egesel ve Savaş
TBMM tutanaklarından seçilen cümleler çeşitli örneklerle sürüp gidiyor. Bundan dolayı bir partinin kapatılması isteniyor.
Savcıya göre başörtüsünü savunmak suç. Oysa, özgürlükleri genişletici yolda adım atmak hiçbir surette laiklik ilkesine aykırı olmaz. Herkesin başörtüsü takmasını savunursanız, ancak o zaman laiklik ilkesine ters hareket etmiş olursunuz.
Başsavcı Vural Savaş bana hep Yassıada savcısı Egesel'i hatırlatıyor.
Savcı Egesel de, sorumsuzluk ilkesini gözardı etmiş, iddianamesini milletvekillerinin söz ve beyanlarına dayandırmıştı. Bunlar arasında çok tipik bir örneği, DP milletvekili Murat Ali Ülgen'in mahkumiyet sebebini sütunlarıma almak isterim.
Ülgen'in suçu
Hakim Başol, Egesel'in iddianamesine dayanarak Ülgen'i müebbet hapis cezasına çarptırdı. Ülgen'in bu cezayı almasının mucip sebebi kararda şöyle ifade edilmiştir:
"1950'den beri milletvekilidir. Anayasa'yı ihlal eden kanunların hepsine oy vermiştir. Bunlardan bazılarının tekliflerinde de imzası vardır. Sanık Meclis müzakereleri sırasında sataşmaları ile Menderes zihniyetine mensup olduğunu, Celal Bayar ve Menderes ile ASLİ iştirak halinde bulunduğunu bariz bir şekilde göstermiştir.
Sanık 21.6.1954 Emekli Sandığı Kanunu tadili müzakereleri sırasında Sırrı Atalay'a karşı 'Bu maddeyi iyi anlamamışsın'; diğer bir yerinde 'Sözünü geri al' demek suretiyle sataşmıştır. Bundan başka Milletvekili Seçimi Kanunu'nun tadili sırasında Sırrı Atalay'a karşı 'Başından büyük laflar ediyorsun'; 1955 Bütçe müzakeresi sırasında Nüvit Yetkin'e karşı 'Hep eski sözler'; aynı yıl bütçe müzakereleri sırasında Tahir Taşer'e karşı 'Çok da mahkeme kuruldu'; 23.11.1955'de Nüvit Yetkin'e karşı 'Sizin zamanınızda Konya'da Emniyet Müdürü idi'; 28.11.1955'de Zeki Tolonay'a karşı 'Gayesini anlamadık, siz izah ediverin'; 16.12.1955'de İnönü'ye karşı 'Siz kimsiniz de size müracaat ediyorlar'; 23.12.1955'de Kamil Kırıkoğlu'na karşı 'Senin şahidin mi var'; 01.06.1956'da Hasan Erdoğan'a karşı 'Teşrinlere kadar çalışacağız'; 06.06.1956'da Fethi Çelikbaş'a karşı 'İtibarı biz biliriz', 'Burası Meclis tabanca ile gelinmez' tarzındaki sataşmaları üzerine reisin 'Murat Ali Bey oturduğunuz yeri hitabet kürsüsü mü sanıyorsunuz? Oradan konuşulmaz' tarzındaki ihtarına maruz kalmıştır.
27.06.1956'da İsmet İnönü'den Sayın diye bahseden Hamdi Sancar'a 'TBMM'ne karşı hakarette bulunan bir insan sayın değildir'; 17.07.1956'da Fethi Çelikbaş'a karşı 'Senin gibi ahlâki ve siyasi karakteri zayıf bir insan değilim', yine Fethi Çelikbaş'a karşı 'Elinizdeki neşriyat nedir'; Osman Bölükbaşı'ya karşı, 'Reis Bey, Meclis'e hakaret ediyor, sözlerini geri alsın'; İnönü'ye karşı 'Sen milleti ihtilâle sevketmek istiyorsun'; 24.05.1957'de Feridun Erkin'e karşı 'Haydi buna cevap ver bakalım'; 14.06.1957'de Sırrı Atalay'a karşı 'Burada anlamayan hiç bir kimse yoktur'; 24.06.1957'de Ahmet Bilgin'e karşı 'Ama sövmek, küfretmek değil'; 20.11.1959'da İsmail Rüştü Aksal'a karşı 'Allah'ın kudreti' demiş; son yetki kanunu Meclis'te konuşulurken yine oturduğu yerden destekler mahiyette, 27.04.1960 tarihinde Turhan Fevzioğlu, Hüseyin Naili Kubalı'nın eserinden pasajlar naklederken, 'O da senin yazın', İnönü'ye karşı 'Kürsüden ihtilâl beyannamesi okudun Paşam' demiştir.
Sanık oturduğu yerden bu devamlı müdahaleleri ile Menderesçi zihniyete bağlılığını göstermektedir. Filhakika müdafaa ettiği gibi Parlamentolarda milletvekillerinin bir iki kelimelik müdahalelerini oturdukları yerden yaptıkları görülmektedir. Ancak bu müdahaleler müdahaleyi yapanın maksadını da ifade eder. Sanık ise TBMM'nde bulunduğu müddetçe bu müdahaleleri ile Demokrat iktidarın tutumunu, ona sıkı sıkıya bağlı bir şekilde desteklemiş, muhalefete karşı davranışını göstermiştir. Müdahalelerin devamlı ve ısrarlı oluşu hedef ve istikameti asli iştirak halinde olduğunu göstermektedir."
Egesel ve İnan
Egesel'in bir de Şeyh Selahattin İnan'ı (Kamran İnan'ın babası) suçlaması var ki, anlatmaya değer.
Egesel iddianamesinde İnan'ı hedef alarak şöyle konuşmuştur:
"Selahattin İnan aslında bir şeyhtir. Ama bu şeyhliğini işine geldiğine göre bazan açıklar bazan açıklamaz. Bunu biliyorum. Şeyh diye geçinir ama şeyhlikle bağdaşır tarafı yoktur. Bunu da biliyorum. Memleketinde şeyh diye zekât toplar, zekâtı hayır işlerinde harcayacağına üstüne oturur, biliyorum bunu... Halkı sömürür topraklarını alır, bunu da biliyorum. Gerekirse kendisine karşı direnenleri öldürtür. Hasılı bilmediğim tarafı yoktur. Aslında Halk Partisi'nde milletvekili idi, DP iktidara gelince CHP'den istifa etti ve DP'den milletvekili seçildi. Aslında milletvekilliği yoluyla hizmet etmek gibi bir düşüncesi yok. Kendisi şeyhliğini takviye etmek, biraz daha sömürme imkânlarını temin etmek için milletvekili oldu... Bu zat sorgusunda, 'Ben Selâhiyet Kanunu'na oy vermedim. Çünkü o sırada tedavi için Almanya'ya gitmiştim, hastaydım' diyor. Evet doğrudur Almanya'ya gitti ama hastalık için değil, ne için gittiğini ben bilirim. Sonra onun davranışları, onun kafasının içi malûmumuz. Gerçi burada bulunmadı ama burada olsaydı Selâhiyet Kanunu'na muhakkak rey verecekti. Bu itibarla, o da ötekileri gibi Anayasa'yı cebren ihlal etmiştir. İdamını talep ederim."
Selahattin İnan, müdafaa sırası geldiğinde, şu cevabı verdi:
"...Şimdi Reis Beyefendi size bir hususu açıklamak mecburiyetindeyim. Anlayamadığım bir mesele var. Dikkat buyurunuz, ben şeyhim, bunu sayın Savcı biliyor. Şeyhliğimi bazan kullanırım, bazan kullanmam. Bunu da Sayın Savcı biliyor. Zekât toplarmışım, halka vereceğime üstüne otururmuşum, hatta karşı gelenleri öldürtürmüşüm, zulm edermişim. Bunu da biliyor. Ben vaktiyle CHP'de milletvekiliymişim, sonra DP'ye geçmişim. Niçin milletvekili olduğumu, nüfuzumu takviye etmekten başka bir düşüncem olmadığını, kafamın içindekini Sayın Savcı biliyor. Ben 'Selâhiyet Kanunu'na oy verildiği vakit Meclis'te değildim, hastaydım, tedavi için Almanya'ya gitmiştim' diyorum. O, 'Hayır, sen Almanya'ya tedaviye gitmedin, ne için gittiğini ben biliyorum' diye iddia ediyor. 'Evet Selahattin İnan Meclis'te değildi. Ama davranışlarını, düşüncelerini kafasının içini bildiğim için burada olsaydı mutlaka Selâhiyet Kanunu'na da rey verecekti' diyor. Şimdi bakıyorum ki Reis Beyefendi ben şeyhim, ama o benim bilmediklerimi biliyor. Şeyhliğimi bana bırakıyor, kerameti kendisi alıyor."
...............................
Vural Savaş'ı, Egesel'e benzetmeyi hiç arzu etmezdik. Aradan 38 yıl geçtikten sonra, Türkiye daha ileri bir noktada bulunmalıydı... Öyle değil mi?