Logo... Yazarlar...

Ş   E   K   E   R   L   İ   K


      Toplama

Birinci sınıfta öğretmen ilk zamanlar, okuma-yazma dersi ile matematiğe eşit zaman ayırmaktayken, çocuklardan bir kısmının okuma-yazmaya geçmesi, bir kısmının ise geri kalması üzerine, bu derse ağırlık vermiş.

Her öğrenciyi iyi okuyabilir, iyi yazabilir seviyeye getirmek için harıl harıl çalışmakla günler geçmekteyken, bir gün "Müfettiş geldi" demiş müdür yardımcılarından birisi, "ders programlarına uyun."

Öğretmen, müfettişin sınıfına gelebileceği ihtimalini dikkate alarak, o günkü programda yer alan matematik dersini işlemek amacıyla geçmiş tahtanın başına.

Hangi durumlarda toplama, hangi durumlarda çıkarma işlemi yapıldığını hatırlayıp hatırlamadıklarını sormak istemiş.

- Evet çocuklar, biz toplama işlemini ne zaman yapardık?

Miniklerden birisi kalkıp cevap vermiş:

- Çook eskiden!..

Yanaşık düzen

Yanaşık düzen yapılan binalar yüzünden, bazı dairelerin bir odası yahut mutfağı ışık almayabiliyordu.

Avcılar'da oturan bir dostumuz "Bizim de bir odamız karanlık diye üzülüyorduk. Yandaki bina yerle bir olunca, yatak odası duvarında iri bir boşluk açıldı. Odamızdan yıldızları seyreder hale geldik" diyor.

Mehmet Çınarlı'nın ardından

Ahmet Rıdvan, geçen gün "Hisar ve Çınarlı" başlıklı yazısında Mehmet Çınarlı'nın cenazesine yetişemediği için üzüldüğünü anlatıyordu. Ya ben ne diyeyim, nasıl anlatayım?

Çınarlı ile tanıştığımızda, üniversite öğrencisiydim ve arkadaşlarla birlikte bir dergi çıkarıyorduk. Bir dergi yönetmenin ne demek olduğunu, çok iyi biliyordu Çınarlı. Anayasa Mahkemesi'ndeki odasında görüştük ilkin. Sanki yıllardır ahbapmışız gibi karşıladı. Dahası, akranıymış gibi.

Fazla vaktini almamak için arada bir izin istesem de bırakmadı. Uzun süre sohbet ettik. Daha sonra kitaplarında yazacağı bazı hatıralarını anlatmıştı o gün.

Karşısında gördüğü delikanlı, sanırım kendi gençliğini hatırlatıyordu. Çiçeği burnunda bir dergiye yazı vereceğini söylemesine nasıl da sevinmiştim. Hele dergimizi takip ettiğini söylemesi, sevinmenin ötesinde şaşırtmıştı beni.

Hisar gibi bir dergiyi 30 yıl çıkarmış üstaddan iltifat görmek, genç bir editörün ayaklarını nasıl yerden keser, tahmin edebilir misiniz?

Hisar'ı önce bir kütüphanede görmüştüm. Hakkında yazılanları da takip edince, "Tekrar ne zaman çıkmaya başlayacak?" diye bekleyenler safına dahil olmuştum. 1980 yılında Zafer Çarşısı'nda eski sayılarını toplu halde görünce, hüznü ve sevinci aynı anda yaşamış ve bir başkası yanına yaklaşmadan, hepsini satın almıştım. O ilk görüşmemizde Çınarlı'ya bundan bahsetmiş miydim, hatırlamıyorum.

Sonra birkaç defa daha görüştük. Sık gidip, yahut arayıp rahatsız etmekten çekiniyordum. Ayrıca kitaplarını takip etmekteydim ve artık ayrı şehirlerdeydik.

Aradan epey zaman geçtikten sonra, en son geçen sene Yalova'da karşılaştık. Daha doğrusu uzaktan gördüm. Yaşlanmıştı. Çok etkilendim. Hemen yanına gitmek istedim, yapamadım. Sanki ben de o anda kendi ihtiyarlığımla karşılaşmıştım.

Şüphesiz öyle bir ihtiyar olmak güzeldir ama kendimi toparlayana kadar üstad Çınarlı, beni görmeden uzaklaşmıştı. Tam o sırada bizimkiler, el işaretiyle "buradayız" diyorlardı. "Nasılsa bulunduğu siteyi öğrendim, daha sonra gelir bulurum" diye düşündüm. Üstelik tıraş da olmam gerekiyordu. Çınarlı iki günlük sakalı sevmezdi.

Nereden bilebilirdim onu uzaktan görüşümün son karşılaşma olacağını, bir daha göremeyeceğimi!.. Daha sonra günlerce aradım, bulamadım. Kendime ne kadar kızdığımı tarif edemem. Hele vefatından sonra!.. Nur içinde yatsın, son kitabı 60 Yılın Hikâyesi'ni de göremedi Çınarlı.

Dostlara daha sıkı sarılmak lazım. Hiç bir fırsatı kaçırmadan, vefasızlık etmeden, sevdiklerimizin gönlünü almak, o çınarları kaybetmeden kadir-kıymet bilmek lazım.

Ben o günkü davranışımdan, bu sonucu çıkardım. Şimdi eski adres defterlerimi temize çekme kararındayım. Bütün dostlara selâm olsun.

BEN SPORCUNUN ZEKİ, ÇEVİK BİR VE AHLÂKLI OLANINI SEVERİM.

Ülkemizdeki 'Güven' sorunu

Francis Fukuyama'nın GÜVEN adlı kitabının çevirmeni yazdığı önsözde günümüzle ilgili, insanların "güven bunalımı" ile ilgili olarak şunları yazıyor:

"Dünya Değerler Araştırması verilerine göre Türkiye, dünya ülkeleri arasında güven düzeyinin en düşük olduğu ülkelerden biri. 1990'da yapılan araştırmada "çoğu insana güvenirim" diyenlerin oranı yüzde 10 düzeyindeydi. 1997'de tekrarlanan aynı araştırmada güven düzeyi bu kez yüzde 6.5'a gerilemiş. (...)

Güven düzeyi düşük ülkelerde, devletle aile arasında gönüllü birleşmeler çok zayıf. Bu da bir toplumda insanların ortak hedefler doğrultusunda işbirliği yapabilme ve organizasyonel yeteneklerini kısıtlıyor. (...)

Ülkemizde hiçbir toplumsal örgütlenmeye üye olmayanların oranı yüzde 90.8. Fukuyama, bu tarz bir toplum yapısının, aradaki kuruluşları yok eden veya kendine tabi kılan merkeziyetçi devlet politikalarından kaynaklandığını ileri sürüyor." Keşke Fukuyama'yı haksız çıkartabilseydik.

(F. Fukuyama, Güven, Çeviri: Ahmet Buğdaycı, İş Bankası Yayınları, Ankara 1998)

Osman Çavuşlar

Not: Kitap bitmeden alınıp okunabilirse 'Güven'in neler yaptırdığı görülecektir.


 

Faks: +90 (212) 613 14 92 - 93

mseker@yenisafak.com

21 Eylül 1999 Salı

Geri


|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| EKONOMİ || DÜNYA || YAZARLAR ||
|| LİNKLER || SERBEST KÜRSÜ ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj || ABONE OL ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED