Logo... Yazarlar...

Diyanet'in geleceği üzerine- I

M. Âkif AYDIN

S ami Selçuk'un devlete bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun mevcut olduğu bir ülkede laiklikten söz edilemeyeceğini söylemesi, bu kurumun devlet içindeki konumunu yeniden tartışılır hale getirdi. Türkiye'deki uygulamanın laiklikle ilişkisi olmadığı bir gerçek. Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren adı geçen Başkanlık, dini hizmetleri koordine etmekten daha çok devletin arzu ettiği bir din anlayışını hayata geçirmenin vasıtası olmuştur. Kuruluşu da esasen bu hedefe yönelikti. Zaman zaman bu hedef işbaşındaki başkanların "salabet-i diniyeleri" sayesinde tam yakalanamamışsa da, kimi başkanlar döneminde de istenen hedefe ulaşılmıştır. Şimdiki dönemin bu bakımdan devletin en fazla memnun olduğu dönemlerden birisi olduğunu söylememize bilmem gerek var mı?

Diyanetin İşleri Başkanlığı'nın bu durumundan Türkiye'de dini hassasiyeti olan ve Diyanet'in vermekte olduğu hizmetlerden yararlanmayı arzu eden hiçbir kimsenin memnun olduğu söylenemez. Çünkü bu kurum herşeyden önce varlık sebebi olan dine yani İslama inanma ve onu yaşama özgürlüğünü sahiplenmemekte ve onunla ilgili problemlerle ilgilenmemektedir. Bu durum kaçınılmaz olarak belirtilen konulardaki tavır alma ve insiyatif kullanma öncülüğünü başka kurumlara bırakmaktadır. Sözgelimi Türkçe ibadet günlerce tartışıldığı halde bu kurumun hiç sesi çıkmamış, ne zaman ki bu silahın geri tepeceği Kürtçe ibadetin de gündeme geleceği anlaşılınca yukardan gelen bir işaretle birden Diyanet İşleri Başkanlığı ibadetin asli dille yapılması gereğini belirtmek gibi bir görevinin olduğunu hatırlayıvermiştir.

Senelerdir başörtüsü problemi inanananları rahatsız etmiş, bu kurum sanki bu konudaki dini görüşünü açıklama ve savunma görevi Kandilli Rasathanesi'ne düşüyormuş gibi konuya yabancı kalmıştır. Belki de Din İşleri Yüksek Kurulu'nun bir tarihte her nasılsa açıkladığı başörtüsünün dini bir vecibe olduğu görüşününün hatırlatılmasından dahi rahatsızlık duymuştur. İmam Hatip Liseleri'nin kapısına kilit asılmış, Kuran Kursları kapatılmış, "hafızlık" tarihe karışmış üzerine ölü toprağı serpilmiş bu kurum sesini çıkarmamıştır. Son deprem felaketinde bu kurumun bölgede her zaman yapageldiği dini ve hayri hizmetleri yapabildiği dahi söylenemez. Bu sebeple de bu kurumla Müslümanların, dini hassasiyeti olan kimselerin gönül bağlarında önemli kopukluklar olmuştur.

Tabiatıyla bu durum, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devlet içindeki konumundan ve bu makama getirilen kimselerin görev ve makam anlayışlarından kaynaklanmaktadır. O halde hem kurumun devletle irtibatının, hem bu kurumu oluşturan organların teşekkül tarzının ve hem de Diyanet İşleri Başkanlığı'na gelecek kimsenin belirlenme şeklinin gözden geçirilmesi ve yeni bir düzenlemenin yapılması zarureti var. Ancak bulunacak formül bu kurumun bütünüyle lağvedilmesi ve dini hizmetlerin cemaatlere terkedilmesi midir? Böyle bir formül bizim tarihi tecrübemizle ve dinin toplumu bütünleştirici fonksiyonuyla ne ölçüde bağdaşır? Bunun doğuracağı mahzurlar yok mudur?

Bütün bu soruların sorulması ve soğukkanlı bir şekilde cevaplanması gerekir. Ben şahsen bir takım yararları olmakla birlikte, dini hizmetlerin bütünüyle cemaatlere terkedilmesinin mahzurlardan hali olduğu kanaatinde değilim. Bir uçtan diğerine gitmemek ve yeni problemlerle karşılaşmamak için dikkatli olmak gerekir diye düşünüyorum. Kesin olan bir şey var: Diyanet İşleri Başkanlığı bu şekli ile sağlıklı bir dini hizmet ortaya koyamamakta ve laikliklik açısından da ciddi problemler taşımaktadır. Kısacası sistem ne İsa'ya yaranabiliyor, ne de Musa'ya.
 

makifaydin@yenisafak.com

  21 Eylül 1999 Salı

Geri



Tabiatıyla bu durum, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devlet içindeki konumundan ve bu makama getirilen kimselerin görev ve makam anlayışlarından kaynaklanmaktadır. O halde hem kurumun devletle irtibatının, hem bu kurumu oluşturan organların teşekkül tarzının ve hem de Diyanet İşleri Başkanlığı'na gelecek kimsenin belirlenme şeklinin gözden geçirilmesi ve yeni bir düzenlemenin yapılması zarureti var. Ancak bulunacak formül bu kurumun bütünüyle lağvedilmesi ve dini hizmetlerin cemaatlere terkedilmesi midir? Böyle bir formül bizim tarihi tecrübemizle ve dinin toplumu bütünleştirici fonksiyonuyla ne ölçüde bağdaşır? Bunun doğuracağı mahzurlar yok mudur?


 

|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| EKONOMİ || DÜNYA || YAZARLAR ||
|| LİNKLER || SERBEST KÜRSÜ ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj || ABONE OL ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED