oplantıya katılanlardan biri, adı galiba Oğuz Dizer'di, "Bizim çevremizde, yıllardan beri, Amerika'nın Çevik Paşa'yı 'başbakan veya cumhurbaşkanı olacak adam' diye işaretlediği konuşulur" dedi. Eskiden muhatabı çileden çıkartacak bu cümleye dair Çevik Bir'in itiraz etmediğini fark edince, aklıma, değerli bir komutana atfen duyduğum bir başka olay geldi. O komutan, bir yakın dostuma şunları söylemiş: "Birleşmiş Milletler, Somali'ye bir Türk komutan göndereceği zaman, Amerikan Savunma Bakanlığı bize onun adını verdi."
Çevik Bir'i Rumeli Yönetici ve İşadamları Derneği'nin düzenlediği, ntv tarafından canlı yayınlanan toplantıda dinlerken, aklım nedense, onun hayat hikâyesindeki boşluklara kaydı. Bir ara, hayatını anlatan Faruk Bildirici'nin yazı dizisi Hürriyet'te başladığında sevinmiştim. Babasının Manastırlı, annesinin Selânikli olduğunu ilk o dizide okumuştum. Ancak, ne olduysa, 'yazı dizisi'nin birinci günden sonrası gelmedi; gazete hiçbir açıklama yapmadan kesiverdi Çevik Bir'in hayat hikâyesini...
Herkesin illâ iyi hatip olması beklenmez, Çevik Bir de iyi bir hatip değil. 28 Şubat brifinglerinde edindiği el kol hareketli ve yüksek perdeden konuşma alışkanlığını üzerinden atması epey süreceğe benziyor. Bir de, önceden hazırlandığı belli olan, şablon cümleler kullanma alışkanlığından mutlaka vazgeçmesi gerekiyor.
'Amerika' unsuru şu sıralarda attığı adımlarda çok önemli; 'stratejik mahiyette' olduğunu iddia ettiği konuşmasında, fikirlerinin Amerika ile örtüştüğünü söylerken, Avrupa konusunda hiç de hayırhah sözler sarfetmedi. Onu izlerken, "Çevik Bir Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olmasını istemiyor" diye düşündüm bir ara, ancak kendisi "Türkiye AB'ye girecek, AB Türkiye'yi üye olarak almaya mecbur" deyince birden uyandım. Öyle sanıyorum ki, Çevik Bir, Türkiye'nin 'Avrupalı' özelliği kazanarak değil, Washington'un Avrupalılar'ın kolunu bükmesi sayesinde AB'ye girmesini arzuluyor...
En çok, takdimi üstlenen Ali Şen'in heyecanı hoşuma gitti benim. Hele, "Adayım" dediğinde toplantıya katılanlar tarafından alkışlanan Çevik Bir'e dönüp, "Bu salon Türkiye'nin mozayiğidir, buradakiler sizi böyle desteklediğine göre, cumhurbaşkanlığınız çantada keklik" anlamına gelen cümlesi yok mu, bayıldım. 'Türkiye mozayiği' dediği salonu dolduranların yarısı dernek üyesi işadamı veya yöneticilerden, diğer yarısı ise gazeteci tâifesi ve mankenlerden oluşuyordu. Bir ara, "Bodrum'da da sizi çok seviyorlar" dedi Ali Şen... Tam bu sırada, hane halkından biri, "Öbür tarafta Yasemince var galiba" dedi, "Aman kalsın" diye mukabele ettim, "ntv'deki program çok daha mizah yüklü, üstelik heyecanlı..."
Çevik Bir'in cumhurbaşkanlığını, başbakanlığı düşündüğünü anladım da, bu yola bir araştırma enstitüsü kurarak çıkma niyetini aklım kesmedi. Stratejik konuları araştıracakmış enstitü. Bir vakıf biçiminde örgütlenecekmiş. "Sivil toplum kuruluşları çoğalmalı, Türkiye'ye hizmet ancak o zaman olur" dedi birkaç kez... Türkiye'de sivilleşmenin önünü kesen süreci başlatan kadronun en önemli unsuru değil miydi o? Yoksa şöyle mi düşünüyor: "Eğer sivilleşme söz konusuysa, onu da emekli askerler olarak sivil toplum örgütü kurarak biz yaparız..."
Kuracağı araştırma enstitüsünün amacını güzel özetledi; 'Karar mekanizmalarına tavsiye konumu'nda olacakmış... O cümleyi duyunca elime anayasayı aldım ve Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili maddesine göz attım. Orada, "Aldığı kararları Bakanlar Kurulu'na tavsiye eder" yazıyor. Orhan Keçeli'nin kullandığı adıyla Çevik Bey, acaba, MGK'ya katıldığı günlerden alıştığı karar alma mekanizmalarına tavsiye görevini, emeklilik sonrasında kuracağı enstitü aracılığıyla mı devam ettirmek niyetinde? Eğer bu doğruysa, MGK'nın anayasal görevine bir tecâvüz söz konusu olmuyor mu? Bu niyet, halen görev başındaki MGK üyeleri tarafından nasıl karşılanıyor acaba?
Bu sorunun benim aklıma geleceğini bildiği için olsa gerek, Çevik Bir benzer bir cümleyi bir çok kez tekrarladı: "Ben burada kişisel olarak görüş bildiriyorum" veya "Çevik Bir olarak arzım şudur..." Buradan bir kez daha anlaşılıyor ki, vaktiyle kuruma sözcülük yapmış bile olsa, emekli olan askerler, o andan itibaren kendi başlarına kalıyorlar. 1973'te komutanlıktan istifa edip cumhurbaşkanlığına aday olan Faruk Gürler'in bunu anlaması için cunta arkadaşı Muhsin Batur'un "Ben uçakları Ankara üzerinde uçurmam" demesi gerekmişti. Çevik Bir, daha erken anladığı için şanslı bile sayılabilir.
Bir de sinirlerine hâkim olma sorunu var Çevik Bey'in. Murat Birsel'in, her "Ben adayım" diyene sorulması âdetten olan "Seçilirseniz ilk 100 gün içinde ne yapmayı düşünüyorsunuz?" sorusuna verdiği "Bana dirsek atmaya kalkma" cevabı cumhurbaşkanı adayının sinirlerine hâkim olmada ci?ddi sorun bulunduğunu açık etti. Diyelim karşısındaki gazeteci kafa bulmaya kalkıyor, siyasetçi, ona öyle mi mukabele eder?
Çevik Bir şanslı. Kendisini takdir eden, her görüşmesinde, hatta bu son toplantıda olduğu gibi başkalarının yanında, "Paşam, düş önümüze, arkanızdayız" diyen köşe sahibi gazeteci tanıdıkları var. Eskiden silâh arkadaşıydılar, şimdi siyaset arkadaşı olacaklar...
Çevik Bir'in cumhurbaşkanlığına adaylığını koyduğu haberine, neden bilmiyorum, çok sevindim.