Zatürre belirtileri, tanısı ve tedavisi nasıl yapılır? İşte tüm detaylar...Koru Sincan Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Nazire Uçar, Sınıflama ve Empirik Tedavi Yaklaşımı Pnömoni tanısı almış bir hastanın hemen tedaviye başlama gereksinimi olduğunu vurguladı.
Koru Sincan Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Nazire Uçar zatürre yani pnömoni hastalığı hakkında bilgi verdi. Hastalığın, bakteri, virüs ve nadiren parazitlerin neden olduğu akciğer enfeksiyonu olarak söyleyen Yrd. Doç Dr. Uçar, “Akciğerde meydana gelen bu enfeksiyon, alveol adı verilen havayla dolu küçük akciğer keseciklerine iltihap hücrelerinin birikmesine ve yine bu alana kan damarlarından gelen serumun dolmasına neden olur. İçleri serum sıvısı ve iltihap hücreleri ile dolan, yani hava içeriğini kaybeden alveoller solunum işlevlerini yerine getiremezler. Eğer pnömoni yaygın ise hastada solunum yetersizliği görülebilir" diye konuştu.
Pnömonilerin, oluştukları yere ve hasta özelliklerine göre 3 ana grupta incelendiklerini belirten Yrd. Doç Dr. Uçar, “Bunlar: Toplum kökenli pnömoniler, hastane kökenli pnömoniler ve bağışıklığı baskılanmış hastalardaki pnömoniler. Toplumda günlük yaşam sırasında ortaya çıkan pnömonidir. TKP'de klinik tablo, olası etkenler ve tedavi yaklaşımı açısından iki farklı kategoride değerlendirilebilir. Tipik Pnömonide akut, gürültülü başlangıç, üşüme titreme ile ani yükselen ateş, öksürük, pürülan balgam çıkarma, plöritik tipte yan ağrısı, fızik muayenede inspiryum sonu ince raller, konsolidasyon bulguları radyolojik olarak sıklıkla lober konsolidasyon ve genellikle lökositozla karakterize bakteriyel pnömonidir. En sık rastlanan etken Streptococcus Pneumoniae'dir. Atipik Pnömoni ise daha çok genç kişilerde ateş, halsizlik, baş ağrısı gibi prodromal belirtiler ile birlikte subakut bir başlangıç, kuru veya mukoid balgamla birlikte olan öksürük, hırıltılı solunum gibi yakınmalarla karakterize, radyolojik olarak genellikle bilateral yamalı infiltratların görüldüğü, fızik muayene ve radyolojik bulguları arasında çoğu kez uyumsuzluk olan, lökositozun olağan olmadığı, akciğer dışı-sistemik organ tutulumuna ait semptom ve bulguların ön planda görülebildiği pnömonilerdir. Başlıca atipik pnömoni etkenleri Mycoplasma pneumoniae, Chlamydia pneumoniae, Legionella pneumophila ve virüslerdir" şeklinde konuştu.
Uyumlu semptomlar ve fizik muayene bulgularının varlığında alınan akciğer grafilerinde infiltratların gözlenmesinin tanı için yeterli olduğunu belirten Yrd. Doç Dr. Uçar, “Bunu, sorumlu mikroorganizmanın belirlenmesi aşaması izler ancak çoğu zaman etkeni saptamak mümkün olamadığından empirik tedaviye esas olmak üzere olası etkenleri doğru tahmin etmek gerekir. Bunun için hastanın klinik tablosunun, akciğer grafisi bulgularının, hastada var olan risk faktörlerinin ve eğer yapılabiliyorsa balgamın gram boyamasının sonuçlarının dikkate alınması gereklidir" dedi.
"Radyolojik incelemelerde semptom ve fizik muayene bulguları ile pnömoni düşünülen hastada, mümkünse göğüs radyografisi
çekilmelidir"
Fizik muayenesinde ateş, taşikardi, takipne, ortopne, hiperventilasyon, siyanoz, hipotansiyon, lokalize ince raller, bronşiyal solunum sesi, perküsyonda matite ve vokal fremitus artışı gibi bulgular saptanabildiğini ifade eden Yrd. Doç Dr. Uçar şöyle devam etti:
“Radyolojik incelemelerde semptom ve fizik muayene bulguları ile pnömoni düşünülen hastada, mümkünse göğüs radyografisi çekilmelidir. Kavitasyon veya retrokardiyak patolojiden kuşkulanılan olgularda, yan grafi de istenebilir. Göğüs grafileri, hem tanıda hem de pnömoniyi taklit eden diğer patolojilerden ayırımda ve eşlik eden patolojilerle komplikasyonların saptanmasında yardımcıdır. Radyografi, hastalığın şiddetini belirlemede de yararlıdır. Risk faktörü olmayan hastalarda eğer tedaviye klinik yanıt alınıyorsa, erken dönemde kontrol grafisine gerek yoktur çünkü radyolojik düzelme klinik iyileşmeye göre daha geç olmaktadır. Klinik durumu düzelmeyen, hatta kötüye giden ya da tümör gibi eşlik eden bir başka patolojiden kuşkulanılan hastalarda uzman tarafından birden fazla grafi kontrolü gerekebileceği gibi, toraks bilgisayarlı tomografisine de başvurulabilir. Pnömonili bir hastada akciğer grafisi, pnömoninin ilk 24 saatinde, dehidratasyon durumunda, Pneumocystis carinii pnömonisinde (yüzde 10-30 oranında) ve ciddi nötropeni varlığında normal görünümde olabilir."
"Kan Kültürleri hastaneye yatırılmış hastalarda önerilen kolay, güvenilir ve nispeten ucuz bir tanı aracıdır"
Mikrobiyolojik incelemelerin ise balgam veya alt solunum yolundan alınan diğer örneklerin mikroskopik incelemesi tanıda yardımcı olduğunun altını çizen Yrd. Doç Dr. Uçar, “Hasta balgam çıkaramayabilir önceden antibiyotik kullanım öyküsü balgamın tanı değerini azaltır. Balgam örneği bol su ile ağız temizliği ve gargara yapıldıktan sonra alınmalıdır. Elde edilen balgam örneği bekletilmeden incelenmelidir. Hastaneye yatırılması gereken hastalarda balgam kültürü yapılabilir. Antibiyotik tedavisi başlanmış olması, hastanın balgam çıkaramaması veya kaliteli balgam örneği alınamaması, balgamın laboratuvara ulaştırılmasında gecikme ve sonuçlanmasının 24-48 saat gerektirmesi balgam kültürünün tanı ve tedaviyi yönlendirmedeki değerini azaltmaktadır. Kimi solunum yolu patojenleri farinkste flora üyesi olarak da bulunabildikleri için balgam kültüründe üremeleri, alt solunum yolu infeksiyonu etkeni olduklarını kanıtlamamaktadır. Rutin balgam kültürlerinin duyarlılık ve özgüllüğü düşüktür.
Balgam kültürü sonuçları gram boyaması sonuçları ile birlikte yorumlanmalıdır. TKP olgularında, etkenin saptanması için bronkoskopi, transtorasik girişimler ve diğer invazif işlemler rutin olarak kullanılmaz; ancak tedaviye yanıt alınamayan, kliniği ağır seyreden veya kötüleşen hastalarda uygulanması gerekebilir. Kan Kültürleri hastaneye yatırılmış hastalarda önerilen kolay, güvenilir ve nispeten ucuz bir tanı aracıdır. TKP'lerde etkene göre değişmekle birlikte yüzde 30'a varan oranlarda pozitif bulunmaktadır. Kan kültürü ateşi olsun ya da olmasın her olguda tercihen antibiyotik tedavisi başlanmadan önce ve en az iki kez alınmalıdır. Kan kültürleri ve varsa plevra sıvısının kültürü çoğu kez geç sonuçlanmasından dolayı başlangıç tedavisini yönlendirmez" açıklamasında bulundu.
Tam kan sayımı, serum elektrolitleri, karaciğer ve böbrek fonksiyon testlerinin pnömoni tanısındaki katkılarının sınırlı olduğunu ifade eden Yrd. Doç Dr. Uçar, ancak hastalığın prognozunu tayinde, hastaneye yatış kararı verilmesinde, tedavi seçiminde ve antibiyotik dozunun belirlenmesinde yararlı olduğunu söyledi. Yrd. Doç Dr. Uçar, “Hastaneye yatırılan hastalarda özellikle prognostik açıdan bilgi verdiği için kan gazları tayini de yapılmalıdır. Örneğin, pnömonili bir hastada siyanoz, ciddi dispne, hipotansiyon, KOAH, bilinç bulanıklığı varsa kan gazlarına mutlaka bakılması gerekir" dedi.
"Pnömoni tanısı konulmuş bir hasta hemen tedaviye başlamalıdır"
Sınıflama ve Empirik Tedavi Yaklaşımı Pnömoni tanısı almış bir hastanın hemen tedaviye başlama gereksinimi olduğunu vurgulayan Yrd. Doç Dr. Uçar, tüm invazif işlemler ve gelişmiş laboratuvar desteğine karşın, TKP olgularının yarısından fazlasında etken saptamadığını anlattı.
“Üstelik bu mümkün olsa bile zaman gerektirmektedir" diyen Yrd. Doç Dr. Uçar, şunları kaydetti:
"Bu durum, hiç olmazsa başlangıçta empirik antibiyotik tedavisini zorunlu hale getirmektedir. TKP'lerin tedavisinde penisilinler, sefalosporinler, makrolidler, kinolonlar gibi birçok antibiyotik kullanılmaktadır. Antibiyotik seçiminin hastanın prognozu, ilaç direnci ve tedavi maliyeti açısından yaşamsal önemi vardır. Son yıllarda yayımlanan tanı ve tedavi rehberlerinde bazı ölçütler esas alınarak başlangıçta önerilen empirik antibioitik tedavisi başlanır. Etkin bir antibiyotik tedavisi uygulandığında konak ve etkene ilişkin bazı faktörler iyileştirmeyi geciktirse bile, klinik bulgularda 48-72 saat içinde belli bir düzelmenin olması beklenir. Bu nedenle ilk 72 saatte başlangıç tedavisi değiştirilmemelidir. Klinik olarak önemli ölçüde kötüleşme varsa veya kullanılan tedavinin etkili olmadığı bir etken saptanmışsa (M.tuberculosis, fungus gibi) tedavi daha erken değiştirilebilir. Risk faktörü taşımayan ve komplikasyon gelişmemiş pnömonili hastalarda ateş genellikle 2-3 günde düşer. Bir haftalık tedaviye rağmen olguların yüzde 20-40'ında fizik muayene bulguları kaybolmayabilir ancak bu durum tedavi şekli ve süresini etkilememelidir. Göğüs radyografisindeki bulgular klinik belirti ve bulgulara oranla çok daha geç silinir. 50 yaşın altında ve risk faktörü taşımayan pnömokoksik pnömonili olguların yüzde 40'ında radyolojik silinme 4 haftayı aşabilir. Yaşlı, alkolik ve KOAH gibi kronik bir hastalığı olanlarda ise bu oran yüzde 75'lere çıkmaktadır. Bu durumda hekim tedirgin olmamalı, seçtiği tedaviyi ve süresini değiştirmemelidir. Ancak, tedavi sırasında klinik kötüleşme ile birlikte radyolojik bulgularda artma varsa, bu durum, tedavinin etkin olmadığını gösterir. O zaman ileri incelemeler eşliğinde uygulanan tedavi gözden geçirilmelidir."