Kanada'da 'uzun etek' Türkiye'de 'türban' sorun

Kanada'da Halima Muse, 'etek boyu uzun' olduğu için işine son verildi. Konu, 'dini ayrımcılık' olarak değil bir 'vatandaşlık' sorunu olarak tartışıldı ve aşıldı. Bu yaklaşım Türkiye için örnek olamaz mı?

Evren Tok
Kanada'da 'uzun etek' Türkiye'de 'türban' sorun

Refia Kızılhan, 24 Kasım'da bu sayfada yayımlanan 'Kıyafeti sınırlandırmak giyinmeyi suç sayabilir' başlıklı yazısında, AK Parti'nin anayasa taslağını, cinsiyet eşitliği ve kıyafetin sınırlandırılması ekseninde eleştirel bir gözle değerlendirerek, yasak kıyafetlerin tek tek anayasada düzenlenmesinin daha da vahim sonuçları olabileceğini iddia ediyordu. Türkiye'de türbanla ilgili olarak kamusal alan ekseninde tartışmalar, analizler devam ediyor. Ve 'çözümsüzlük' giderek kabul gören bir norm halini alıyor.

İlginçtir ki Kuzey Amerika'nın 'sessiz' ülkesi Kanada'da da benzer bir tartışma alevlendi. Kanada'daki gelişmelerden hareketle 'din, piyasa ve vatandaşlık' bağlamında Türkiye için de önem arzeden kritik, bir o kadar da paradoksal açılımlar elde etmek mümkün.

DİNİ AYRIMCILIK MI?

Kuzey Amerika medyasını son zamanlarda bir hayli meşgul eden ve Türk medyasında da 'Kanada'da skandal', 'Kanada'nın etek ayıbı' gibi başlıklarla yer bulan gelişmelerin merkezindeki isim, Toronto havalimanında altı senedir güvenlik görevlisi olarak çalışan Halima Muse'ydi. Daha doğrusu, işine, etek boyu uzun olduğu gerekçesiyle son verilen Halima Muse desek daha doğru olur. Türban sorunu gibi bir tartışmanın vuku bulmasına izin vermeyen, anayasal olarak çok kültürlü (multi-cultural) yapısı olan; dini, kültürel simgelerin ve sembollerin günlük hayatta serbestçe tezahür ettiği bir ülke olan Kanada'da Halima Muse bağlamında yaşananlar bir dini ayrımcılık vakası mıydı?

Vatandaşlık tanımının din, dil, mezhep, kültür fark etmeksizin farklılık ve çeşitliliğin bir arada yaşaması şeklinde yapılan bir anayasal sistemde, Halima Muse'nin işinden edilmesi ve ardından yaşanan sürece, gerek bu yapının verdiği kurumsal tepki, gerek de medyada, günlük hayatta işleniş ve tartışma şeklini şekillendiren, 'sisteme ve sunduğu vatandaşlık modeline yönelik bir tehdit unsuru'nun oluşmuş olmasıydı. Bu sebeble, Muse'nin dramını 'din ayrımcılığı' olarak görmek yerine, vatandaşlık tanımı üzerinden gidilerek ele alındı. Evet, Kanada bir göçmenler ülkesiydi, kimi Avrupa merkezci kötümserlerin, göçmelerin adeta ayrıcalıklı bir hale geldiğini iddia eden argümanları göçmen almadığı takdirde ayakta duramayacak Kanada'da son derece marjinal kalmıştı.

Muse'nin sendikasının Kanada İnsan Hakları Komisyonu'na başvurması ve ardından komisyon yetkilisinin açıklaması bir hayli ilgi çekiciydi. Komisyonun ilk izlenimlerine göre konu basit bir etek sorunu olarak ele alınamazdı ve bir 'kamu politikası' olarak görülmeliydi. Açıklama, olayın tüm boyutlarıyla araştırıldıktan sonra kesin kararın verileceği şeklindeydi. Tabii bu noktada açıklamanın en can alıcı kısmı 'olayın tüm boyutlarının' ele alınacak olmasıyla ilgili olan kısım olsa gerek. Sonuç olarak, bugün belki Muse eski işine dönemedi, ancak Kanada'nın çok kültürel yapısı ve ona eşlik eden hukuksal düzenlemeleri mağdur durumda olan ve piyasa koşullarında yaşam savaşı veren ve bu savaşı verirken de dini özgürlüklerini yaşamak isteyen vatandaşına aynı işyerinde farklı bir idari görev verilmesini sağladı. Hem de çok kısa bir sürede ve kıyafet tarzını değiştirmeden! Altı senedir çalıştığı eski işine dönüp dönmeyeceği ise Kanada İnsan Hakları Komisyonu'nun sendika ve güvenlik şirketiyle yapacağı görüşmeler ve 'etraflıca' araştırma sonunda belli olacak. Peki tüm bu olanlar bize vatandaşlık kavramı bağlamında ne gibi açılımlar sağlıyor?

ÇOK KÜLTÜRLÜ VATANDAŞLIK

Bu noktada, 'günümüzde yaşanan kültürel ve din temelli gerginliklere karşı çok kültürlülük ne anlamda bir çözüm getiriyor' sorusunu irdelemek gerekiyor. Tabii bu soru içinde pek çok paradoksu barındırıyor. Örneğin, bugün tarihsel olarak sendikaların hep kuvvetli olduğu Fransa'da süren grevler eşliğinde Nikolas Sarkozy tarafından adeta bir 'piyasa vatandaşlığı' modeli yaratılmaya çalışılırken ve görünürde bu model başarı da kazanırken, Kanada'nın bu tepkisini nasıl açıklamalı? Sorun sadece liberal ve cumhuriyetçi siyaset anlayışı farkından ve temel aldıkları vatandaşlık tanımından mı kaynaklanıyor? Türkiye'de ve özellikle Avrupa'da aynı sorun kamusal alanda İslam, İslam'ın kamusal yüzleri temelinde ele alınırken, Kanada'da ön plana çıkanın çalışma hakkının elinden alınması olması da ilginç değil mi?

Nilüfer Göle'nin 'İslam ve Avrupa'da kamusal alan' üzerine yazdığı makalelerde belirttiği gibi, bugün mesele büyük ölçüde modern zamanlarda dinin bireysel değil, kurumsal tezahürüyle ile ilgili. Göle bir makalesinin sonunda 'Avrupa'da kamusal alanı neden liberal çoğulculuk ve dini deneyimlerin çeşitliliği' temelinde düşlemediğimizi sormuş ve Avrupalı kimliğinin oluşumunda dinin rolünü düşünürken sadece Hristiyanlığın değil, İslam'ın varlığını da gözönünde bulundurmak gerektiğini belirtmişti. Bugün Kanada'nın 'çok kültürlü' vatandaşlık modelinin Göle'nin ifadesiyle önemli şekilde örtüştüğü söylenebilir. İçinde çatışma barındıran 'din-devlet-laiklik' formundan farklı olarak, içinde uzlaşının egemen olduğu hak ve özgürlükler bağlamında sorunları tartışmanın mümkün olduğunu kanıtlıyor Kanada'nın çok kültürlü vatandaşlık modeli. Kanada'nın kamusal alan tanımı, tecrübesi, birey/toplum ve devlet ilişkileri arasında kurduğu bağlantı ve dinin bu bağlamda ele alınışından hareketle birtakım mukayeseli çıkarımlar yapmak mümkün. Ancak Türkiye ve Avrupa'nın bu modelden ders çıkarmasının ön koşulu, kavramsal tartışmalarla boğuşurken, kavramların simgelediği gerçekliği kaçırmamak olsa gerek...

* Carleton Üniversitesi Araştırma Görevlisi