Uzunca bir süredir askıya alınmış olan yeni anayasa arayışlarının önümüzdeki günlerde tekrar gündemimize geleceği anlaşılıyor. Yerel seçimler öncesinde Başbakan'ın ve TBMM Başkanı'nın konuya ilişkin yaptıkları açıklamalar böylesi bir gelişmeye işaret ediyor. Umulur ki, bu arayışlar, Türkiye toplumunun yeni ve sivil bir anayasa özleminin hayata geçirilmesine hizmet eder.
ANAYASALAR ÖLÜMLÜDÜRLER
Anayasalar, ezeli ve ebedi hakikati ifade eden Tanrı kelamı kutsal metinler değil, insan iradesinin ürünü olan hukuki metinlerdir. Siyasi önem ve değeri yüksek olan bu hukuki metinlerin ebedi geçerlilikleri yoktur. Tarihsel ve toplumsal koşulların değişimine bağlı olarak onlar da değişirler. Mecelle'nin ünlü "Ezmamın tayagguru ile ahkâmın tagayyuru inkâr olunamaz" şeklindeki genel hukuk ilkesi, anayasalar için de geçerli bir ilkedir. Tıpkı kanunlar gibi anayasalar da, ihtiyaç duyulduğunda yapılır, değiştirilir ya da varlığına son verilip yenilenirler.
Demokratik anayasacılık düşüncesi, anayasaları toplum sözleşmeleri olarak görür. Buna göre anayasalar, toplumun siyaset oyununun kuralları ile özgürlüklere ilişkin ilkeler konusundaki ortak mutabakatını ifade ederler. Yaşanan çeşitli gelişmelere bağlı olarak toplumsal mutabakatı temsil etmekten giderek uzaklaşan, toplum ve tarih dışı kalan anayasalar, kendinden beklenen işlevleri yerine getiremez hale gelirler. Böylesi durumlarda kurucu iktidarın sahibi olan halk ve/veya onun seçilmiş temsilcileri, anayasayı değiştirebilir ya da onu ilga ederek yerine yenisini yapabilir.
Demokratik toplumlarda anayasaların değiştirilmesi ve yeni anayasa yapımına ilişkin bu genel tespit 82 Anayasası için de geçerlidir. Hatta, birçok demokratik ülkenin anayasasından farklı olarak 82 Anayasası, varlığına son verilip yenisiyle değiştirilmesini haklılaştıran birçok olumsuz içinde barındırmaktadır. Bundan da öte, Türkiye'nin içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal koşullar da mevcut Anayasa'nın yenilenmesini zorunlu kılmaktadır.
82 ANAYASASI MEŞRU DEĞİLDİR
Türkiye'de yeni anayasa yapılmasına duyulan ihtiyacın en önemli sebebi, 82 Anayasası'nın biçimsel ve maddi meşruluğunun tartışılır oluşudur. Anayasa'nın yapım sürecindeki halkalara bakıldığında, bu halkalardan hiçbirinde demokratik meşruiyetin gerçek anlamda gözetilmediği görülür. Anayasayı hazırlama görevi, darbeci generallerden oluşan bir kurul ile tamamı atanmış üyelerden oluşan bir kurucu meclise bırakıldı. Temsili niteliği olmayan bir kurucu meclisçe hazırlanan Anayasa Tasarısı, her türlü tartışma, sorgulama ve eleştirinin yasaklandığı, buna aykırı hareket edenlerin cezalandırıldığı bir ortamda halkoyuna sunuldu. Oylamada, şeffaf zarf uygulamasıyla "gizli oy" ilkesi ihlal edildi. Bütün bunlar, Anayasa'nın biçimsel meşruluğunun ağır bir şekilde zedelenmesine yol açtı. Bu anlamda 82 Anayasası, asla bir toplum sözleşmesi olma özelliğine sahip değildir. Daha çok, baskı altına alınmış ve fesada uğratılmış bir millet iradesine dayatılmış tek taraflı bir işlem niteliğindedir.
82 Anayasası, içeriği itibariyle de problemlidir. Her ne kadar geçirdiği sayısız değişikliklerle orijinal halinde egemen olan otoriter, devletçi, vesayetçi, hikmet-i hükümetçi, özgürlük karşıtı, sınırlı demokrasi yanlısı ve sivil toplum düşmanlığı gibi özellikleri belirli ölçüde törpülenmiş ise de, yürürlükteki Anayasa, anayasacılık açısından kabul edilemez olan bu özelliklerinden tümüyle arınamamıştır. Bu olumsuz özelliklerin izleri hâlâ Anayasa'nın sözünde ve ruhunda mevcuttur. Maddi meşruluğu ciddi ölçüde örselenmiş böylesi bir Anayasayla, Türkiye'nin özgürlükçü demokrasinin evrensel standartlarını yakalayabilmesi mümkün değildir.
İÇ TUTARLILIĞINI KAYBETMİŞTİR
Yeni anayasa yapma gereğinin ikinci sebebi, bugüne kadar gerçekleştirilen değişikliklerle Anayasa'nın bütünselliğinin bozulmuş olmasıdır. Daha doğrusu, mevcut haliyle Anayasa'nın iç tutarlılığı olmayan bir metin haline gelmiş olmasıdır. 82 Anayasası -Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen son değişikliği saymazsak- tam olarak 15 kez değiştirildi. Bu değişikliklerden Anayasa maddelerinin yaklaşık yarısı etkilendi.
Anayasa'da gerçekleştirilen değişikliklerin doğrultusunun demokrasiden ve özgürlüklerden yana olması, eski metne egemen olan otoriter ve devletçi havayı dağıtması ve bu suretle Anayasa'nın bütünselliğinin bozulması elbette olumlu bir gelişmedir. Ne var ki, bu haliyle Anayasa, ikili bir yapı içermektedir. İçerdiği hükümlerin bir kısmı özgürlükçü demokrasi anlayışıyla, diğer kısmı ise otoriter ve devletçi anlayışla uyumlu olan bir Anayasa ile karşı karşıya bulunmaktayız. Anayasa'nın kendi içinde çelişkiler barındırması ve ikili bir görünüm arz etmesi iki açıdan sorunludur. Birincisi, bu yapının bir bütün olarak "anayasa sorunu"nun görülmesini engellemesidir. İkincisi ise, bu ikili yapının, özgürlükçü demokrasi yanlılarına değil, otoriteryenizm taraftarlarına hizmet etmesidir.
KRİZ ÜRETEN ANAYASA
Anayasa'nın bizatihi kendisinin sorunlara ve krizlere yol açıcı bir potansiyele sahip olması da, yeni bir anayasa yapılmasını gerektiren sebepler arasında yer almaktadır. Bu kriz yaratıcı potansiyel nedeniyledir ki, 82 Anayasası'nın yürürlükte olduğu dönem boyunca Türkiye'de siyasi, hukuki ve kurumsal sorunlar hiç eksik olmamıştır. Son 30 yıllık Cumhuriyet tarihi, ardı arkası kesilmeyen krizlerle dolu olarak geçmiştir. Sözgelimi, Cumhurbaşkanının, klasik parlamenter sisteminin mantığıyla bağdaşmayacak ölçüde geniş yetkilerle donatılmış olması sık sık yürütme organı içerisinde krizlerin yaşanmasına yol açmıştır. Anayasa'da yapılan değişiklikle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçiminin öngörülmesiyle birlikte bu kriz potansiyeli daha da artmıştır. Zira, geniş yetkilerle donatılmış ve aynı zamanda halkın desteğini arkasına almış bir cumhurbaşkanın hükümetle çatışması ve bunun bir siyasi krize yol açma ihtimali her zaman için mevcuttur.
Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulu, Yükseköğretim Kurulu ve üniversiteler gibi Anayasa'da düzenlenen kurum ve kuruluşlar, uzunca bir dönem, salt anayasal düzenlemeye konu olduklarından hareketle kendilerini egemenliği kullanan yetkili organlardan biri olarak görmüşler ve siyasi iktidar üzerinde vesayet kurmaya çalışmışlardır. Yine aynı şekilde, yüksek mahkemeler de, demokratik hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayacak bir şekilde siyasal alana müdahalelerde bulunmuşlardır. Dünyada eşine ve benzerine pek rastlanmadık bir şekilde sivil yargı organlarına paralel bir askeri yargı örgütlenmesinin varlığı da hep sorun oluşturmuştur.
Türkiye'nin, geçmişi çok eskilere dayanan kronikleşmiş toplumsal sorunlarına demokratik bir zeminde kalıcı çözümler üretebilmenin yöntemlerinden biri, bu sorunlara belirli ölçüde kaynaklık eden ve bunların çözümünün önünde bir engel olarak duran yürürlükteki Anayasa'dan kurtulmak ve yeni bir anayasa yapmaktır. Einstein'ın, "karşılaştığınız sorunları, onları yaratan düşünce tarzı ile çözemezsiniz" sözü, bizim için yol gösterici olabilir. Zira, yaşadığımız sorunları yaratan düşünce tarzı 82 Anayasası'nda fazlasıyla mevcuttur.
Sosyo-kültürel alanda yaşanan, toplumda ayrışma eğilimlerine, çatışmalara, gerginlik ve huzursuzluklara sebebiyet veren ve çözümsüzlüklerinin maliyeti çok yüksek olan Alevi sorunu, Kürt sorunu ve din sorunu gibi sorunların çözümü, ancak geniş bir toplumsal mutabakat zemininde mümkün olabilir. Toplumun bütün kesimlerinin katıldıkları açık uçlu bir müzakere süreci, ortak bir dilin oluşmasına katkıda bulunabilir. Özgür bir ortamda, diyalog ve empati yoluyla geliştirilecek bu ortak dil, barışçıl birlikteliğin ortak paydasını yaratabilir. Yeni ve sivil bir anayasa hazırlama süreci, böylesi bir sosyo-politik iklimin oluşturulmasına hizmet edebilir.
YENİ BİR SÖZLEŞME ŞART
Türkiye halkının -1921 Anayasası hariç- bugüne kadar kendi özgür iradesiyle bir anayasa yapamamış olması dahi, yeni bir anayasa yapılması için tek başına yeterli bir gerekçe oluşturmaktadır. Bu ayıba son verebilmek, halkın siyasi rüştünü ispatlayabilmesini sağlamak ve bu yolla halkın kendinden bir parça olarak görebileceği sivil bir yeni anayasa yapmak, bugün için acil bir ihtiyaç olarak belirmektedir.
Yeni ve sivil bir anayasa yapımına yönelik geniş bir toplumsal desteğin var olduğu görülüyor. 82 Anayasası, yürürlüğe girdiği tarihten bugüne, toplumun hemen tüm kesimlerince eleştirilmiş ve bu Anayasa'nın köklü değişikliklere tabi tutulması ya da yenilenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu bağlamda siyasi partiler, meslek odaları ve sivil toplum örgütleri anayasa taslakları, değişiklik önerileri ve raporlar hazırlayarak, sempozyum, panel ve konferans gibi etkinlikler gerçekleştirerek ve imza kampanyaları düzenleyerek kamuoyunu bilgilendirmeye ve harekete geçirmeye çalışmışlardır. 22 Temmuz genel seçimleri öncesinde AK Parti, CHP, MHP, DTP ve DP gibi siyasi partiler seçim beyannamelerinde, parti programlarında, mevcut Anayasa'nın değiştirilmesi ya da yenilenmesi gerektiği doğrultusunda görüş bildirmişlerdir. Bütün bunlar, yeni bir anayasanın yapımı için gerekli olan toplumsal desteğin mevcut olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, demokratik ve özgürlükçü bir yeni anayasa yapılmasının bütün koşullarının olgunlaştığı bir dönemde, yalnızca tek bir şeye ihtiyacımız var; o da, bu işi kotaracak siyasi cesarettir.
* Prof. Dr.; Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
fherdem@yahoo.com