Ana akım medyanın değiştiği, değişimin de ciddi dönüşümleri beraberinde getirdiği 2000'li yıllar sosyal medyayı da çok farklı bir yere konumlandırdı.
Türkiye de dünyada olduğu gibi bazı anonim hesapların milyonlarca kişiye doğrudan ulaşabildiği, ciddi etkiler üretebildiği ve toplumun algılarına doğrudan sirayet eden bir yolun içinde. Yenisafak.com olarak geçtiğimiz günlerde Barış Pınarı Harekatı'nın en çok konuşulan anonim hesaplarıyla sizleri buluşturmuştuk. Haberin ardından sizlerden yüzlerce mesaj aldık ve farklı hesaplarla konuşma noktasındaki isteklerinizi okuduk.
Biz de bu kez rotamızı sosyal medyanın 'bilenlerine' çevirdik ve Kara sakal ile son Con Sınov hesaplarına sorularımızı yönelttik.
Röportajımızın birinci bölümünde Kara Sakal '@bureauofeconomy' hesabının, devamında ise Con Sınov '@lordsinov' kullancısının yanıtlarını bulabilirsiniz.
Hangi olayın ardından gizli hesaplarla yazmaya başladılar?
Kara Sakal: Aslında spesifik olarak bir olayın yönlendirmiş olduğunu söylemek zor. Kendimi bildim bileli küresel konjonktür ve uluslar arası siyasete ilgili bir insanım bu durum da kendi öngörülerimi oluşturmama, tahminlerde bulunmama vs. sebebiyet veriyor haliyle. Ben de bir hobi olarak buraya düşüncelerimi yazıyorum. Benim için zevkli bir iş.
Devletin algı yapmak için bize ihtiyacı yok
Kara Sakal: Devletin algı yapmak gibi bir amacı olduğunu sanmıyorum. Kaldı ki öyle bir amacı olsaydı da devlet olarak tasvir ettiğimiz kuruluş, ki dünyadaki en büyük devletten en küçüğüne kadar, hedefleri doğrultusunda propaganda yapmak isteseydi birkaç bin takipçili twitter hesaplarını tercih etmezdi.
Devlet ve Hükümet kavramlarını iyi anlamak gerekir
Kara Sakal: Bu konuya düzgün bir cevap verebilmek için öncelikle devlet ve hükümet kavramlarını anlamak gerekiyor. Devlet nedirden ziyade devlet kim/kimlerdir sorusuna cevap vermek lazım.
Bana göre devlet; bürokratlar, diplomat, hakimler ve savcılardır. Bunların bütünün oluşturduğu yapıya devlet; bunların elindeki yetkilerin hangi doğrultuda, hangi stratejik hedef için kullanılacağına –Millet’ten yetki alarak- karar veren yapıya ise hükümet denir.
O halde derin bir devletten bahsediyorsak, milletin verdiği yetkiyi kaale almayan, bu saydığım bürokratları vs. hükümetin iradesi dışında yönlendirmeye çalışan bir yapıdan bahsediyoruz demektir ki bu bence hiç iyi bir şey değildir.
Derin devlet yok, 'kan hafızası' var
Ben bu konuda ‘derin devlet’ teriminden ziyade ‘kan hafızası’ terimini kullanmayı yeğlerim. Her milletin belirli özellikleri ve bu özellikler doğrultusunda hedefleri; hedefler doğrultusunda ise refleksleri var.
Bunun sonucunda da ortaya aslında Türk Milleti’nin herbir ferdinin düşüncelerinin ortak bir paydasından ortaya çıkan bir 'Kan Hafızası' görüyoruz. Bu da tıpkı bir üst akılmış gibi herbirimizin tahmin edebileceği hedefler koymamıza sebep oluyor.
Barış Pınarı Harekatı bir bütün olarak değerlendirilmeli
Kara Sakal: Barış Pınarı Harekatı’nı bir bütün olarak değerlendirmeden bu soruların cevabını vermek bence pek sağlıklı değil. Barış Pınarı Harekatı, başlı başına bir harekat değil. Kendinden önceki Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarının devamı olarak nitelendirilmeli.
Türkiye, 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra, o günün tüm zorluklarına, karmaşasına rağmen Fırat Kalkanı Harekatı’nı gerçekleştirdi. Terör koridorunun çok önemli bir kısmını etkisiz hale getiren harekat, aslına bakarsanız Türkiye’deki ‘Kan Hafızası’nın uyanışının çok önemli bir belirtisiydi. Devamında Zeytin Dalı harekatı gerçekleşti ve şimdi de Barış Pınarı Harekatı. (BPH)
Biz BPH operasyonu ile Fırat’ın Doğusu’nu hedeflediğimizi ilan ettik ve Tel Abyad-Rasulayn arasına 120km uzunluk, 30km derinlik olmak üzere 3600 kilometrekarelik bir alanı kontrol edecek biçimde operasyon düzenledik. Biliyorsunuz, sonrasında Amerikalılar ülkemizi ziyaret etti ve 120 saatlik bir mühlet onlara verdik. MSB’ye göre çekiliş gerçekleşti ve operasyonu bitirdik
Türkiye'nin adımları ABD'ye strateji değiştirtti
Bu durum, ABD’de strateji değişikliğine gitme ihtiyacı doğurdu. Bunun sonucunda ABD; Menbiç ve Ayn El Arap’ı Esad/Rus tarafına devrederek Türkiye ile karşı karşıya getirmek istedi. Getiremedi. Nitekim ABD’nin Soçi Mutabakatı’ndan ne kadar rahatsız olduğunu da yine açıklamalardan anlamak mümkün. Sadece Trump’ın değil, ABD’li senatörler ve diplomatların açıklamalarına odaklanmak daha sağlıklı olabilir.
Sahada kazandığımızı masada kaybettik demek büyük bir yanlış
Türkiye, BPH’ı Fırat’ın Doğusu’na odaklı olarak gerçekleştirmiş ve bitirmiş, ABD’yi Menbiç, Ayn El Arap ve hatta Tel Rıfat’ı terk etmeye zorlamış; burada Rus/Esad tarafının kontrolü eline almasıyla pazarlık masasına oturabilmiştir. Bu noktada sahada kazandığımızı masada kaybettik demek oldukça yanlış.
Türkiye’nin operasyon yapıp da sahada kazandığı bölge Tel Abyad-Rasulayn arası. Bunun dışında Türkiye ne Menbiç’e ne de Ayn El Arap’a operasyon düzenledi. Ancak buraların kontrolünü Rus garantörlüğü ile terör örgütünden alıp Esad’a vermeyi başardı. Eğer bir tercih yapacak olsaydık Esad’ı tercih ederdik. Keza Esad’ın, ülkesini ülkemizin doğusuna doğru genişletmek gibi bir hedefi yok. Hatay gibi bir takıntıları var ancak o da zaten söz konusu bile olamayacak bir mesele.
Anlaşma, Türkiye'nin kaygılarını dindirmiştir
Türkiye sahada Ayn El Arap’a, Menbiç’e girip burayı Soçi’de Esad’a devretseydi bu bir başarısızlık olurdu ancak dediğimiz gibi, Türkiye sahada sadece Tel Abyad ve Resulayn arasına girdi, buranın da kontrolünün Türkiye’de olduğunu hem ABD’ye hem de Rusya’ya tescillettirdi. Artık Tel Abyad-Resulayn’dan ziyade Menbiç ve Ayn El Arap’ın durumunu konuşuyorsak, ki buraları BPH’ın Fırat’ın Doğusu olarak ilan edilmesine karşın Fırat’ın Batısında kalan bölgelerdir, bu olması gerekendir. Başarıdır diyemeyiz, başarısızlıktır da diyemeyiz ancak kesinlikle Türkiye’nin kaygılarını dindirici bir antlaşmadır.
YPG'li teröristler ve Esad güçleri arasında çıkar çatışması olacak
Ayrıca, ABD’nin terör örgütüyle beraber daha güneye çekilip buradaki enerji kaynaklarını koruma altına almaya çalışması, Esad’ın kaynaklardan para kazanıp elinin rahatlamasını engellemeye yönelik bir hamle.
Buradan da anlıyoruz gelecekte ABD’nin 'kara gücümüz' dediği YPG ile Esad arasında özellikle enerji bölgelerinden kaynaklı çeşitli ihtilaflar oluşacak ve o vakit geldiğinde Türkiye’nin eli daha da rahatlayacak, hatta belki de daha güneye operasyon yapmak için şans elde edecektir. Bu noktada terör örgütü YPG'nin alacağı kararlar da oldukça etkili.
YPG çekilse de kalsa da kazanan Türkiye
Terör örgütü, Türkiye ile Rusya arasında imzalanan Soçi antlaşmasına uymayacaklarını ve sonuna kadar savaşacaklarını söylüyor. Rusya’nın uyarısı ise 'Uymazsanız Türk Ordusu sizi ezer.' yönünde idi. Bu durum, Türkiye’nin Ayn El Arap ve Menbiç’te terör örgütüne saldırmasıyla sonuçlanırsa şayet, güneyde de Rusya/Esad ikilisinin enerji kaynaklarının kontrolü için saldırmasına sebebiyet verebilir.
Türkiye'nin kurduğu oyuna 'Kurt Kapanı' adını vermiştim
Bu noktada ise özellikle ABD’nin güneydeki önleme manevralarına bakmak gerekir. Yakın geçmişte Esad milislerinin konvoylarını vurdu ABD. Ayrıca enerji bölgesi Deir Ez Zor’da Esad milisleri ile teröristler arasında bir çatışma da meydana geldi. Haliyle bölgedeki dengelerin çok kırılgan olduğu bir noktada ben YPG çekilse de çekilmese de kazananın Türkiye olduğunu düşünüyorum. Hatta ben buna Twitter'da yayınladığım yazıda 'kurt kapanı' adını vermiştim.
Türkiye çok zorlu bir dönemden geçiyor ancak ben bu sınavın –bu şartlara rağmen- iyi verildiğini düşünüyorum. Doğu Akdeniz mevzusundan detaylı bir biçimde ilk bahseden insanlardan biriyim. Bu mevzu öyle basit bir mevzu değil ve şu an çok hissedilmese de aslında Türkiye’nin üzerinde büyük etki yaratan bir mevzu. Sürekli tatbikatlar, deniz kuvvetlerine harcamalar, orduya harcamalar vs. derken bu büyük bir ekonomik külfet olarak karşımıza çıkıyor.
Gölge CIA 'Türkiye'nin Dirilişi' bölümüyle süreci yakından izliyor
Bir yandan Suriye ve Suriyelilerin üstümüzde yarattığı ekonomik yük de ortada. Haliyle bu şartlar altında iyi bir mücadele veriliyor. Biz buna gerçek bir dönüm noktası diyebiliriz. Hatta öyle ki ‘gölge CIA’ olarak bilinen Stratfor’un 'Turkey’s Resurgence' (Türkiye’nin Dirilişi) adında özel bir bölümü var ve burada Türkiye’yi yakından inceliyorlar.
FETÖ’nün ise büyük oranda temizlendiği söylense de katedilmesi gereken yollar olduğuna inanıyorum. Bu süreçte daha etkili yöntemler geliştirilmesi ve daha dikkatli davranılması gerekiyor bana göre.
Türkiye için önümüzdeki 10 yıl içinde gözle görülür gelişmeler olacak
Geleceğe yönelik konuşacak olursak da, ben Türkiye’nin Suriye problemini birkaç yıl içerisinde atlattıktan sonra ciddi bir yükselişe geçeceğini, bunun da etkisiyle Doğu Akdeniz probleminde de önemli başarıların altına imzasını atacağını düşünüyorum. Tüm bunların sonucunda ise önümüzdeki 10 yıl içerisinde ülkemizde gözle görülür gelişmeler olacağı kanaatindeyim.
Takipçilerimi çok seviyorum. Tabii bazen çürük elmalar çıkabiliyor ancak onlarla da mümkün olduğunca kalp kırmadan, anlayışlı bir biçimde diyalog kurma yoluna gitmeyi tercih ediyorum.Takipçi kitlem eğitimli, vatanperver gençlerden oluşuyor ve bu durum da benim işimi oldukça kolaylaştırıyor. Pırıl pırıl beyinler leb demeden leblebiyi anlıyor. Verdikleri sınav ise gayet iyiydi. Özellikle BPH boyunca ülkemize karşı kara propagandalarda ellerinden geleni yaptılar, hatta 7-8 dilde hizmet veren bir teyit merkezi dahi kurdular. Bunlar gerçekten güzel şeyler.
Onlara bir mesaj vermek istesem geleceğe umutla bakmaları gerektiğini söylerdim. Bence Türkiye bambaşka bir Türkiye olmak yolunda emin adımlarla ilerliyor ve bu sürecin getirdiği sancılara göğüs germek gerekiyor. Gerek toplumsal, gerek maddi, gerek manevi sancılar olabilir bunlar. Önemli olan şey ise bunlara göğüs germektir. Ülkemizin çok iyi bir potansiyeli olduğunu ve bu potansiyelin 2030’lara kalmadan kendini iyice göstereceğini düşünüyorum.
Con Sınov: Ön planda olması gereken ismim değil, fikirlerim
Con Sınov: Benim için sözleri söyleyen kişi veya onun statüsünden çok söylenen sözlerin barındırdığı anlam önemli. Ön planda olması gereken şey benim ismim, cismim, işim veya statüm değil. Fikirlerim… Haliyle ben fikirleri ön plana atıyorum. İnsanları kandırmaya çalışmıyorum. Az yorum, çok bilgi parolasıyla hareket ediyorum. Haber kanalları daha çok insanları belirli bir çizgiye çekme gayreti içinde. Toplum, ana akım medyanın talimat aldığını, korktuğunu, güdümlü hareket ettiğini düşünüyor ve güvenmiyor. Haliyle sosyal medyada daha da değer kazanıyor. Şahsen ben de ana akım medya takip etmiyorum.
Con Sınov: Evet, öyle bir düşünce var bazılarında ama kesinlikle gerçek değil. Bazen devlet görevlisi olduğunu iddia eden hesaplar mesaj atıyor 'Şu oldu, bu oldu, şunu yazabilirsin, şu fotoğrafı paylaşabilirsin' ama ben duyduğu fısıltıları aktaran biri değilim. Böyleleri yok mu? Bana kalırsa var. Ama dediğim gibi… Ben ortaya fikirlerimi koyuyorum. Bunun için kapı dinlemek, beslenmek gibi gereksinimim yok. Okurum, takip ederim, düşünürüm ve yazarım. Bu kadar…
Süreci okumayı dizi izlemeye benzetiyorum
Konular, geçmişten günümüze uzanan bir dizi gibi… 50 bölümlük bir dizinin sadece birkaç bölümünü izleyip 51. Bölümde olabilecekleri tahmin etmek mümkün değil. Ama tüm bölümleri izlediğinizde tahminler kendiliğinden zihinde beliriyor. Dizileri izlemek biraz kolay. Çünkü hepsi bir yerde birikmiş şekilde duruyor ama konular bölük pörçük… Onların arasındaki bağları saptamak için biraz daha ilgi ve merak gerekiyor. Rahmetli Oktay Sinanoğlu’nun dediği gibi 'Birbirinden kopuk, alakasız gibi görünen hadiseler arasında görünmeyen bağlar vardır.'
Con Sınov: Çok basit bir soru soracağım: Dedikleri türden 'her şeyi kontrol eden' bir yapı varsa biz 1. Dünya Savaşı’na neden o kadar kötü bir şekilde girdik? Neden tam 2 defa askerimizi Mısır’a sürdük? Neden Basra’ya inmek yerine orduları İran’a gönderdik? Balkan Savaşı’nda neden hezimete uğradık? Bu başarısızlıkların ardında temel stratejik hatalar var. Böyle kudretli ve her konuda güçlü bir yapı bu hataları yapabilir mi?
Devletin bazı karar mekanizmaları vardır. Bunların kimi bilinir, kimisi bilinmez. Bu son derece normal ama birileri öyle bir anlatıyor ki, 'dünyanın en meşhur gizli örgütü' gibi absürt yapı ortaya çıkıyor.
Üzerinde konuştuğumuz şeye ilişkin elimizde somut veri olmalı. Eğer somut veri yoksa kendimizi yormamızın anlamı olmadığını düşünüyorum.
Lozan'ın gizli maddeleri nasıl gizliyse herkes biliyor
Mesela bazıları “Lozan’ın gizli maddeleri” olduğunu düşünüyor. O kadar gizli ki, onu okuyamıyoruz ama ne hikmetse herkes biliyor. Ben 'Dünyanın en bilinen gizli maddeleri' diyorum. Tamamen uydurma. Çünkü bunu iddia edenler ortaya bir veri koyamıyor. İnsanlar bu tip zırvalarla çok vakit geçirmemeli.
Con Sınov: Çanakkale muharebesini kazandık biliyorsun. 1915’in son döneminde zafer bizimdi. Ama 1. Dünya Savaşı’nda işler iyi gitmiyordu. Çanakkale muharebesi özelinde bakarsak kazandık. Ama 1. Dünya Savaşı genelinde bakarsak büyük bir bozguna uğradık. Bu, konulara nereden baktığına göre değişiyor.
Eğer son iki yılı esas alırsak PYD’nin alanını daralttık. Bu olumlu. Ama 2011’den itibaren esas alırsak o dönemde PYD’nin daralttığımız kadar bile alanı yoktu. Binlerce tır silahı yoktu. PYD’li teröristler tüm dünya tarafından muhatap alınmıyordu. Mazlum Kobani isimli sözde general, özde terörist ABD başkanı tarafından saygı görmüyordu.
PYD 2011'e göre halen iyi bir durumda
Con Sınov: 2018’den itibaren bir miktar engellemeye başladık. Bu iyi ama yeterli mi? Onları sınırdan uzaklaştırdık. 32 km güneye ittik. Afrin’i onlardan aldık. Ama tüm silahlarıyla ve uluslararası destekleriyle 32 km’nin güneyinde bulunuyorlar. 2011’e göre hala oldukça iyi durumdalar.
Özetle, bahçede bir yangın çıktı. Sonra eve sıçradı. Duvarları aşıp odalara yayıldı. Bazı odaları yaktı ve yatak odasına ulaşmak üzereyken yangının ilerleyişini durdurduk. Yangının yatak odasına ulaşmasını engelledik ve bu bir başarı. Ama yangını daha bahçedeyken de engelleyip evin yanmasının önüne geçebilirdik. Sanırım bu örnek her şeyi anlatıyor.
Con Sınov: Hayır olmuyor. İsmimi ve resmimi bir faktör olarak kullanma gereği duymuyorum. Bunun çok da önemli olduğunu düşünmüyorum. Ben anonimliği insanlara saldırmak için kullanmıyorum. Gizliliğimden istifade edip insanlara zarar vermiyorum. Nasılsa ismim yok diye insanlara hakaret etmiyorum. Onlara karalamıyorum veya onların gizli bilgilerini yaymıyorum. Haliyle anonim olmamın kimse için sakıncası yok. Zararı yok.
Con Sınov: Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çok önemli bir tespiti bulunuyor: Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün milletin oluşturduğu cephedir. Dış cephe, ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe mağlup olabilir; fakat hiçbir zaman bir memleketi yok edemez. Memleketi temelinden yıkan iç cephenin çökmesidir.
Türkiye’nin 1919’da çok büyük problemleri vardı. Ama ülke birlik ve beraberlik içindeydi. Atatürk’ün belki de yazarken en çok titizlendiği konuşmalardan biri 10. Yıl Nutku’dur. Orada başarıyı 'Çünkü Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir' diyerek açıklıyor.
Türk Milleti'ni öldürmek çok zor
İnsanlar 'Milli birlik ve beraberlik' lafını süslü bir roman cümlesi gibi görebilir. Ama bu konu sanıldığından çok daha önemli. Bir ülkeyi yıkmak için 'milleti öldürmek' gerekir.
Irak'ın petrolü vardı, hatırı sayılır nüfusu vardı, fiyakalı orduları vardı ama 1991’de ABD ordusu iki haftada perişan etti ülkeyi. Ordu savaşmak yerine kaçtı, Şiiler bir yana, Kürtler diğer yana savruldu. Çünkü Irak’ta millet yoktu. Ama Türkiye’de 1919’da millet vardı. O sayede kazandık. Türk milletini öldürmek çok zor. İki bin yıllık bir gelenek var. Atatürk de bunu söylüyor zaten.
Şimdi oturup düşünelim: Bugün “bir ve beraber millet” olabiliyor muyuz? Bana kalırsa milli birlik ve beraberlik endeksimiz oldukça düşük ve düşmeye devam ediyor. Tarihimizin belki de en düşük seviyesinde. Bunun ana nedeni kutuplaşmadır. İktidar bu kutuplaşmayı bitirmek ve milleti bir ve beraber millet yapmak zorunda çünkü yetki onda. Türkiye’nin başında pek çok sorun var. Bu sorunları çözmek için ekonomi gerek, silah gerek, güç gerek, pek çok bileşen gerekiyor. Ama en temel olarak millet gerekiyor. Millet olmak için milli birlik ve beraberlik gerekiyor. İktidar bunu sağlayamazsa sorunları çözemez.
Con Sınov: Geçen yıl yazmıştım. Bir operasyon halinde Türkler ağır şekilde suçlanacaktı. Bunu biliyordum. Aklıma Atatürk’ün Milli Mücadele döneminde telgrafı nasıl etkili şekilde kullandığı geldi. 16 Mart 1920’de İstanbul fiili şekilde işgal edildiğinde O, telgrafın başına geçti. Önce yurt dışına sonra da millete bildirge gönderdi. Herkesin telgraf çekmesini istedi. İşgali kınayan protesto telgrafları yağmuru başladı. Sonra yabancıların bildiri dağıtmasını engellemek için tüm bölgelere talimat gönderdi. Düşmanın bildirilerini etkisiz hale getirip kendi bildirimimizi yaymaya başladık. Yabancı temsilcilikler ve basın kuruluşlarına sayısız posta gitti. Atatürk benzer bir faaliyeti daha sonra Damat Ferit Hükümeti’nin düşürülmesi için de yaptı ve başarılı oldu. Yani telgrafı bir nevi sosyal medya gibi kullandı.
Barış Pınarı Harekatı'nda sosyal medyanın yıldızı toplumun bizatihi kendisi oldu
Operasyon sırasında sosyal medyanın yıldızı toplumumuzdu. Açıkça söylemek gerekirse ben işin başında onları nasıl örgütleyeceğimi düşünüyordum ama onlar beni örgütledi. Harekatın başından itibaren yurt dışından pek çok gazeteci ve basın kuruluşu ülkemize iftiralar atmaya başladı. PKK yanlısı pek çok hesap da onlara katıldı.
Ben bu kitleyi ikiye böldüm. Gazeteci ve basın kuruluşlarına karşı nazik, kibar ve sade açıklamalar yaparak haklı sesimizi duyurmaya çabaladık. İlgili tweetlerin altına yorum yazıyor, hesaplara mesaj gönderiyor, etkili görseller paylaşıyor ve kendimizi ifade ediyorduk. Birkaç tweet paylaştım bununla ilgili.
Harekat sırasında takipçilerim beni yönetti
Ve sonra takipçiler binlerce tweeti benimle paylaşıp bu tweetleri de yaymamı istedi. Beni adeta yönettiler. Bazı gazeteciler attıkları yalan yanlış paylaşımları sildi. Bazı haber siteleri de PKK'nın sivil katliamlarını haber yaptı. İkinci grupta ise tamamen PKK yandaşı olan, saldırgan, iftiracı tipler vardı. Onları Twitter'a şikayet ettik. Çoğu, siteyi nasıl kullanması gerektiğini bilmiyordu ve bazıları bu nedenle hesaplarını kaybetti. Çoğu, hesabını değiştirmek zorunda kaldı. Onlardan biri Türkiye'ye iftira attığında biz onlarca tweet atarak yalanlarını bastırdık.
Toplumumuz çok dinamik ve nazik bir şekilde çalıştı. Gram yararımız olmuşsa ne mutlu… Ama şunu da belirtmem lazım. Sosyal medyada yanlış işler de oldu. Cem Yılmaz ve bazı isimlerin doğrudan hedef alınması yanlıştı. Yani en vatansever birileri ve Cem Yılmaz’dan biraz daha vatansever olmasını mı istiyorlar? Ne malum? Belki de değiller. Bana kalırsa insanlar operasyonu desteklemek mecburiyetinde de değil. Nasıl birileri memleketini sevdiği için operasyonu destekliyor, birileri de memleketinin menfaati için operasyonun yapılmaması gerektiğini doğru bulamaz mı? Bulabilir. Çünkü geçmişte yapılan hatalar var ve birileri uygun zamanın ve yöntemin bu olmadığını düşünebilir.
Önemli olan ordunun verdiği mücadele
Burada önemli olan ordumuzun verdiği mücadeledir. Birileri ordumuzun mücadele ettiği PYD’ye alenen destek veriyorsa onu eleştirebiliriz. Ordumuzu yıpratmak için yalan uyduruyorsa, iftira atıyorsa onu eleştirebiliriz. Ama operasyonu doğru bulmayanlara yüklenmek yanlıştı. Bu olmamalıydı. Çünkü iç cepheyi bölen bir hamleydi. Vatandaşları suçlamak yerine bu operasyonun doğru olduğuna ikna etmek gerekir.
Röportajı bitirmeden önce okuyucularımıza ve takipçilerimize bol bol Oktay Sinanoğlu ve Attila İlhan okumalarını öneriyorum.