“Beş büyük arasında, sokakta top oynarken, annen evde değilse, ‘Karnım acıktı’ deyip seslendiğinde, ekmeğin üzerine salça sürüp sana verebilecek kadın öldü... Aralarındaki en bizden, en sokakta olanı göçtü. (Beş büyük: Fatma Girik, Filiz Akın, Gülşen Bubikoğlu, Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray)”
Fatma Girik’in ölüm haberi geldiğinde Mehmet Ayan attı bu tweeti. Altında bir yorum vardı; “Top oynarken sokakta karnım acıktı diye seslenildiğini ilk defa duyuyorum”
Çok göremem çocuğa. Nasıl göreyim! Ne sokak eski sokak, ne arsa eski arsa, ne okul eski okul. Zamanın ruhu var. Her zamanın ayrı ruhu... Her şey değişiyor, gelişiyor, yeni yaşam tarzları oluşuyor. Biz geçiş sürecinin insanlarıyız. Sokağı bilen, sokak futbolunu bilen, ‘taş üstü’, ‘adamın gol diyor’, ‘gole giden penaltı olmaz’, ‘atan alır’ kavramlarına hakim, acıktığımızda bir koşu eve girip ekmek arasına ne bulursak koyan, bazen annemizden, bazen komşumuzdan isteyen çocuklardık. Vakit boldu, çok bol... 5 saatlik okul sonrası gelip çantayı, önlüğü fırlatıp elde ekmek sokakta topun peşine koşacak kadar bol.
Sonra gün geçti, günler geçti, farkında olamadık büyüdüğümüzün. Mahallemizde bir bina yıkıldı, yenisi yapıldı. Küçük bir dokunuş olduğu için değişimi fark edemedik, sonra top oynadığımız arsaya bina yapıldı, diğer arsaya geçtik, oraya da yapıldı asfalta geçtik. Şehir kalabalıklaştı, ufak ufak farklılaştık, fark edemedik. İnsan kendi çocuğunun büyüdüğünü fark edemez ya... Ne zaman ki uzun yıllar sonra bir akraba görür, “Ay sen şu kadardın, kocaman olmuşsun” deyip eliyle kendi bel hizasını işaret eder... O fark eder, sen edemezsin... Şimdi çocukluğunuzun geçtiği mahallelere bir uğrayın, tıpkı o akrabanın “Ay sen şu kadardın, kocaman olmuşsun” dediği gibi seslenirsiniz o sokaklara...
Peki o sokaklarda arsa var mı? O sokaklarda top peşinde koşan çocuklar var mı? Belki daha küçük yerleşim yerlerinde hala bunu yapıyor çocuklar ama büyükşehirler için konu neredeyse kapandı. Peki ya o çocuklar ne yapıyor top peşinde koşmayıp? Tam gün okul, sürekli dersler, sınavlar, tabletler, bilgisayarlar, cep telefonları, akıllı televizyonlar... “Bizimki doğruydu, bu yanlış” demek değil elbette yazının ana fikri. Zamanın ruhu dedim yukarıda... Hem sokağı hem plazayı bilen nesilden biri olarak içimdeki yaman çelişkileri aşmaya çalışıyorum, zorlanıyorum bazen.
Hani teknoloji hayatı kolaylaştıracaktı! Hani teknoloji ile uzun işler kısalacaktı. Hani teknoloji ile 6 saatlik işi 1 saatte halledecektik de 5 saat bize kalacaktı. Öyle öğrenmiştik, en azından öyle duymuştuk... Peki öyle mi oldu? Teknoloji büyüdükçe zaman küçüldü. Teknoloji ilerledikçe zaman daraldı. Eskiden yeten zaman şimdi yetmez oldu. Çoğu zaman oturduğumuz yerde oradan oraya koşuyoruz, oradan oraya... Biz ki bunu yaşarken, “Top oynarken sokakta karnım acıktı diye seslenildiğini ilk defa duyuyorum” diyen çocuk nereden bilsin hakemsiz maçta akşam ezanının oyunun son düdüğü olduğunu. Akşam ezanıyla birlikte futbolcuların stadyumda tünele yönelmesi gibi herkesin bir anda evlere doğru yönelmesini.
Sokak futbolu öğretir; yenilmeyi, kazanmayı, birer lira toplayıp birlikte top almayı, o topun her gün birisinin evinde durmasını, top bir kişininse onun hem teknik direktör hem kaptan hem golcü olduğunu! Hakemsiz maçlarda ‘taş üstüydü, goldü’ tartışmaları arasında, gol yiyen takımdan “bir” adil kişinin “evet goldü” demesiyle herkesin “Eyvallah” deyip golü kabul etmesini...
Günümüz insanı bazen kendi yaşantısını bazen ise yeni nesli eleştirirken bireysellikten dem vuradursun, biz de arka fonda Yusuf Hayaloğlu’ndan dinleyeduralım; “Hani benim gençliğim nerede, bilyelerim, topacım, kiraz ağacında yırtılan gömleğim...”
Seslendiğinde camdan sana salçalı ekmek verecek Fatma Girik’ler de tek tek gidiyor zaten. Allah rahmet eylesin... Kalanların ise uzun ömürleri olsun. Bana göre tartışmaya kapalı ama subjektif bir durum olduğu için fikirlere saygı duyduğum konuya da değinmeden geçmeyeyim; En güzelleri hep Gülşen Bubikoğlu idi.