Kanserden ölmeye çeyrek kala, 'kara sevda'ya tutulmak

İzleyiciye bol bol mendil ıslattırmayı kafaya koymuş iki kadın sinemacı, yönetmen Nicole Kassell ve senarist Gren Wells'in işbirliğiyle ortaya çıkan gayet alçakgönüllü bir yapım 'Bir Tutam Cennet'... Fakat, şiddeti, vahşeti, ihaneti, cinsellikten dostluğa dek her alanda yüzeysel bir hayat algısını utanmazca yücelten onca 'pahalı' gösterinin arasında zaman zaman da böylesine yumuşak ve dingin merhamet tezahürlerine o kadar çok ihtiyacımız var ki...

Ali Murat Güven
Kanserden ölmeye çeyrek kala, 'kara sevda'ya tutul

alimuratg@yahoo.com

BİR TUTAM CENNET (A Little Bit of Heaven)

Yapım Yılı ve Ülkesi: 2011, ABD yapımı

Türü ve Süresi: Romantik Komedi / Duygusal Drama, 92 dakika

Tahmini Yapım Bütçesi: 10.000.000 Amerikan Doları

Gösterim Formatı: 35 mm standart sinema filmi

Perdedeki Resim Formatı: 2.35:1 (Genişperde-Widescreen)

Ülkemizde Gösterime Sunulan Kopya Sayısı: 40

Yönetmen: Nicole Kassell

Senarist: Gren Wells

Görüntü Yönetmeni: Russell Carpenter

Özgün Müzik Bestecisi: Heitor Pereira

Kurgucu: Stephen A. Rotter

Yapım Tasarımcısı: Stuart Wurtzel

Sanat Yönetmeni: W. Steven Graham

Set Dekoratörü: Helen Britten

Kostüm Tasarımcısı: Ann Roth

Makyaj Tasarım Ekibi Şefi: Tina Roesler Kerwin

Saç Tasarım Ekibi Şefi: Anne Morgan

Oyuncuları: Kate Hudson (Marley Corbett), Gael Garcia Bernal (Dr. Julian Goldstein), Peter Dinklage, Lucy Punch, Kathy Bates, Whoopi Goldberg, Treat Williams, Alan Dale, Steven Weber, Rosemarie DeWitt, Romany Malco

İthalatçı Şirket: D Productions

Dağıtıcı Şirket: UIP

İçerik Uyarıları: Bir kaç bölümünde yüzeysel cinsellik ve argo diyaloglar içerdiği, yanısıra da sıklıkla alkol tüketimine yer verdiğinden dolayı, 15 yaşından küçük izleyiciler için uygun bir yapım değildir.

Ailece izlenebilir mi? / ŞARTLI EVET (Ailenin küçük üyelerinin 15 yaşından büyük olması şartıyla)

Yeni Şafak-Sinema Puanı: * * 1/2 (2,5 YILDIZ)

Resmî İnternet sitesi ve Fragmanı: Bu film için özel bir internet sitesi oluşturulmamıştır. Fragmanı ise 'dan izlenebilir.

:::::::::::::::::::::::::

/resim/site/01104ff5aca74ff4e1ecby.jpg
, genç, güzel ve bir o kadar da uçuk kaçık bir reklâmcıdır. Kahramanımızın en büyük korkusu ise destansı bir aşk yaşayarak kalbini bir erkeğe açmak ve böyle ciddi bir ilişkinin sorumluluğunu üstlenmektir.

Hayata karşı sürekli alaycı tavırlar takınan, olayları pek de ciddiye almayan 'nin yapacağı rutin bir hastane ziyareti, hem kendisi hem de doktoru için bir yönüyle alabildiğine sarsıcı, diğer yönüyle de unutulmaz bir serüvenin kapılarını açacaktır. Genç kadın kansere yakalanmıştır ve bu dünyada çok az bir zamanı vardır.

:::::::::::::::::::::::::

Şimdi, yukarıdaki konu özetine göz atan okurlarımdan bir bölümü, “Ne yani, bu filmde manşete çıkartılacak ne var ki? Zaten her sezon böyle mutlaka üç-beş tane mendil ıslattıran melodram uğruyor karanlık salonlara… Uçarı karakterli genç ve güzel bir kadın, işinde özenli fakat duygusal dünyasında yalnız, bu yüzden de hayatının kadınını sabırla arayan yakışıklı bir doktor… Kadın, tamamen sağlık nedenleriyle, herhangi bir romantik angajmanı bulunmayan doktoruna gidiyor, yapılan testler sonucunda kanser olduğunu öğreniyor ve yıkılıyor. Doktoru ise bu süreçte ona yalnızca tıbbî bilgisini değil, kalbini de açıyor, bla bla bla… Bu mudur yani senin sinema beğenin, zevkin! Bir buçuk ay izin yapıp, evinde oturup uzun uzun düşündükten sonra manşette bize bu üçüncü kuşak 'Love Story'yi mi tavsiye ediyorsun?” diyebilirler. Ben de böyle eleştirilere ancak “eyvallah” derim. Ancak, bu “eyvallah”, son çeyrek yüzyıl boyunca aynı beyazperdeleri kaplayan onca şiddete, vahşete, pornografiye, insan eti istismarına ve seviyesiz mizaha koşulsuz bir “eyvallah”ım olduğu anlamına da gelmiyor doğrusu… Hele hele, tıpkı bu hafta sonu olduğu gibi, tavsiye edilebilecek nitelikli filmlerin sayısının iyiden iyiye düştüğü, salonları neredeyse her hafta yeni bir kan gölü gösterisinin istila ettiği, yağış açısından olduğu gibi sanatsal açıdan da kurak geçen yaz sezonlarında…

/resim/site/02124ff659c74ff4e1eeby.jpg
Varsın, sinema sektöründen birileri inançlarımızı, ideolojik tercihlerimizi, bedenimizi, vahşete ve cinselliğe küçücük bir kapı aralandığında ânında coşuveren içgüdülerimizi sömüreceğine, merhametimizi sömürüversin be kardeşim! Bir sinema salonundaki beyazperdenin karşısında iki saat boyunca hislene hislene oturduktan sonra çıkarken yaşlı gözlerimizi silmek, çevrede dövecek, karnını deşecek adam ya da tecavüz edecek kadın aramaktan bin kat daha iyidir!

New York Üniversitesi'nin meşhur Film Okulu'ndan mezun ABD'li kadın yönetmen Nicole Cassell ve -aynı zamanda fırsat buldukça aktristlik de icrâ eden- senarist hemcinsi Gren Wells, işte tam olarak bunu yapmışlar. Ekranlardan dışarıya fışkıran kan ve kadın göğüslerinden dolayı nicedir tutkulu bir aşk ve merhamet filmi izlemeyi unutmuş olan bizlere bu gibi güzellikleri yeniden hatırlattıkları için, her iki hatun kişi de sinemasal düzey açısından alabildiğine sönük geçen şu hafta sonunda samimi takdirlerimi kazanmış bulunuyor.

2000'lerin başında NYUFS'dan mezun olan ve sektöre girebilmek için klasik yönteme başvurup bir-iki kısa film üzerinden antrenman yapan Cassell, 2004'de ilk uzun metrajını çekme şansını yakaladığında, söz konusu fırsatı son derece başarılı bir şekilde kullanmıştı. Başrolünde Kevin Bacon'un yer aldığı “Orman Adamı” (The Woodsman) adlı bu siftah çalışmasıyla büyük sükse yapan yönetmen, yazarları arasında kendisinin de yer aldığı o senaryoda bir anti-kahramanı, cezaevinde 12 yıl yattıktan sonra şartlı tahliye olup baba ocağı memleketine dönen ve orada yeni bir hayata başlamak için inzivaya çekilen pedofili (çocuk tacizi) hastası orta yaşlı bir adamın ruh dünyasını anlatıyordu.

Rafine sinemaseverleri büyüleyen bu çıkış filminden sonra ikinci bir fırsat bulamadığı için geçinebilmek adına televizyon dizileri yönetmenliğine kayan sanatçı, geçen yıl -aralarında senaristi Wells'in de bulunduğu- yarım düzine dolayında bir yapımcı grubundan 8-10 milyon dolarlık ortak sermaye toparlamayı başarınca “Bir Tutam Cennet”i çekti. Bu sempatik senaryoyu Hollywood'un son dönemdeki popüler güzellerinden Kate Hudson ve Meksika asıllı taze yakışıklılardan Gael Garcia Bernal da benimseyip yönetmene sağlı sollu omuz atınca, böylelikle ortaya hem duygusal kıvam, hem ticarî vitrin açısından gayet sağlam bir modern zaman “Love Story”si çıkmış oldu.

Güzel Peygamberimiz vaktiyle ne demiş:

“Benim gördüklerimi ve bildiklerimi sizler de görseydiniz, bilseydiniz, o zaman az güler, çok ağlardınız!”

Bu yüzden, izleyiciyi gülmekten yerlere kapaklayan vulgar komedilerden ziyade, hüngür hüngür ağlatan filmleri kayırıyorum ben de… Ağlamak iyidir; hem gözyaşı bezleriniz açılıp canlanır, hem de kalbinizin kapıları…

Çağımız, ağlamayı unutanların çağı oldu ki bu da insanlık adına son derece vahim bir gelişme…

* * *

YENİ ŞAFAK SİNEMA SAYFASI / YILDIZ PUANLAMA TABLOSU

* * * *

(4 Yıldız) Sinemanın sanat kimliğini pekiştiren gerçek bir başyapıt… Kaçırmanız gerçekten de yazık olur.

* * * 1/2

(3,5 Yıldız) Oldukça başarılı bir film. Şartlarınızı zorlamak pahasına mutlaka görmelisiniz.

/resim/site/simge6424532c63f49eb5by.jpg
* * *

(3 Yıldız) Çoğu bölümüyle sanatsal bir derinlik ve lezzet yakalayabilen, kayıtsız kalınmayacak bir film. Ömrünüzden bir kaç saati vermeye değer…

* * 1/2

(2,5 Yıldız) Bazı bölümlerinde iyi bir filmin kalite standartlarına erişmeyi başarabiliyor; fakat bir bütün olarak bakıldığında ise sorunlu ve tam olmamış.

* *

(2 Yıldız) Hiç bir sanatsal değeri ve akılda kalıcılığı yok. Yalnızca zaman öldürmek için tüketilebilir. Ki zamanınıza önem verdiğimiz için bunu da pek önermiyoruz.

* 1/2

(1,5 Yıldız) Kötü bir film ve neden çekildiğini anlamak zor… Görmemeniz yararınıza olacaktır.

*

(1 Yıldız) Sinema sanatı adına utanç verici bir gösteri… Arkanıza bakmadan kaçın, sevdiklerinizi de uzak tutun!

/resim/site/makine_dairesisari31f412fab1f1f20baby.jpg