Yazar Nazife Şişman son kitabı Yeni İnsan'da daha önce tartışmaya açılmamış bir alana işaret ediyor. Teknolojik gelişmelere muhatap olan “yeni insan”ın ruhunu değil bedenini mükemmelleştirmeye çalıştığını söyleyen Şişman, bu konuda doğru soruları ortaya koymanın önemine dikkat çekiyor.
Biyoteknoloji alan olarak farklı bir yerde duruyor. İlginiz nasıl başladı?
Kadın bedeni, beden felsefesi ve sosyolojisiyle ilgili okumalarım vardı. Kadın, feminizm gibi konuları çalışırken konunun hep gelip, bedenin yeniden inşası üzerinde düğümlendiğini gördüm. Bu konuda ilk olarak 15 yıl önce Donna Harawey'in Cyborg Manifestosu makalesini okumuştum. Kadın erkek eşitsizliğini aşmak için bedenin sürekli olarak yeniden çeşitli desteklerle düzenlenmesi görüşleri vardı. Bu açıdan daha önce çalıştığım konularla çok bağlantısız sayılmaz.
Teknolojik gelişmelere karşı çıkmak afaki bir tavır olarak görülüyor.
Teknoloji hep ilerliyor, bir takım yeni icatlar oluyor. 'Bu icatlara karşı çıkanlar bir süre sonra kabul etmek zorunda kalıyor, bu de facto gidişe kimse engel olamaz' gibi bir anlayış var. Son birkaç yüz yıldır da modern bilimin dinin yerine geçtiği kanaati hakim oldu. Fakat yaşanan katliamlar, atom bombası gibi yıkımlardan sonra, modernliğin insanı cennet gibi bir ideale ulaştıramayacağı görüşü Batı biliminin kendi içinden gelişmeye başladı. Bilimin kendi hedefini tayin edemeyeceğini teknolojiyle ilgili alandaki söz hakkının bizzat teknokrat ve bilim adamları tarafından olamayacağı konusunda bir eleştirel görüş var.
Teknolojiye yolunu ne gösterebilir?
Teknolojiye sadece bilimsel merak ya da maddi hırs yol gösterirse veya insanlar istediğini yapsın gibi bir liberal hırs hakim görüş olursa dünyanın geleceği kıyamet olur. İnsanların bu geleceğe dair söz söyleme hakkı var. İlahiyatçı, siyasetçi, filozof, bilim adamı... bütün kalemler ahlaki bir tavır koymalı. Bu konuda dinin sesi pek duyulmuyor. Avrupa'da böyle eleştiriler var ama Türkiye'de dinin içinden bir eleştiri getirilmiyor.
Dinin içinden öncelikli olarak hangi konuda bir eleştiri olmasını beklerdiniz?
Ayırmıyorum ama Müslümanların hassasiyetlerinin ilk anda ortaya çıkması beklenen konular var. Nesebin korunması gibi. Ama mesela klonlama ile alakalı bir ilahiyat profesörü “Kadınların çocuk sahibi olmaları en büyük haklarıdır. Sağlıklı olabilmeleri için, çevreden gelen eleştirilere karşı psikolojik durumlarını sağlam tutmak için, klonlama da bir çocuk sahibi olma yöntemiyse olabilir” diyor.
Klonlama uygulanan bir yöntem değil ama?
Evet değil ama dindarların ya da ilahiyatçıların bir tavrı olması gerek. Ancak onlar meseleye sadece mahremiyet açısından, karı koca arasında her şey mübahtır gibi son derece liberal bir bakışla yaklaşıyorlar. Fakat sonrasında ne olabileceği konusunda bir fikir yürütme yok. Klonlamanın insanın bedensel bütünlüğüyle alakalı bir yönü var mıdır? Bu felsefi açıdan nasıl ele alınmalıdır? İnsanın kutsiyeti gibi bir kavram nasıl devreye girer? Bunlar düşünülmüyor. Fetva düzeyinde bir yaklaşım var. Organ nakli konusunda da öyle.
Organ nakli konusundaki çekinceleriniz neler?
Organ nakli dünyada hemen hemen bütün ülkelerde helal kabul ediliyor. Ancak fetvanın olması bizi eleştiriden uzak tutmamalı. Bu Türkiye'de en yanlış anlaşılabilecek konulardan biri. Ben “Bu uygulama var ama bunun ötesinde bir eleştirel bakışı her zaman muhafaza etmemiz gerek” diye düşünüyorum. “Allah insana ruhundan üflemiştir. Rahmanın bir nefhasıdır insan” diye ayetler var. Bu nasıl bir insan anlayışına yol açıyor? Beden sadece ruhu taşıyan bir kabuk mudur? Ruh ondan ayrıldıktan sonra bir tarafa fırlatılıp atılacak bir cisim midir? Bu soruları daha felsefi düzeyden sormamız gerek. Soralım ki bu devam eden uygulamalara da gideceği yolu gösterelim. Organ nakli doğru ya da yanlıştır diyecek düzeyde değilim. Bunu hiç tartışmadan kabul etmeyi eleştiriyorum.
İlahiyatçılar tarafından bu konuda yapılmış hiç felsefi düzeyde bir çalışma yok mu?
Ben rastlamadım. Diyanetin genelde fetva düzeyinde, sadece helaldir haramdır gibi bir yaklaşımı var. Klonlama ile ilgili de ciddi bir tıbbi bilgi eksikliği var. Bunun sosyal, siyasi, iktisadi yönleri açısından bir fikir teatisi yok. Onun yerine “Bebek kimin yatağında doğarsa onundur. Tüp bebek karı koca arasındaysa hiçbir problem yoktur” gibi görüşler var.
Tüp bebek konusunda da sorulması gereken sorular var herhalde?
Tüp bebek insanın bedeninde var olan bir rahatsızlığı tedavi etmek, doğada var olan bir aksaklığı düzeltmek olarak kabul edilebilir. Ama diğer taraftan şunu da görmek zorundayız. Tüp bebek daha sonra taşıyıcı annelik gibi bir uygulamaya gidiyor. Nesebin karıştığı 3 tane ebeveynin olduğu bir aile yapısı ortaya çıkıyor. Kavramlar o kadar değişti ki! Biyolojik anne, biyolojik baba, genetik anne, genetik baba, taşıyıcı anne, sperm bağışçısı, yumurta bağışçısı gibi bir çocuğun dünyaya gelmesinde bir sürü etken. Bunun sonradan ortaya çıkacak sosyal etkilerini de düşünmek gerekiyor. Bunlar hiç düşünülmeden caizdir, caiz değildir diye yaklaşılıyor.
Teknolojinin kullanım tarzına mı yönelik itirazınız?
Başka açılardan eleştirilebilir. İlk tüp bebek 1978'de dünyaya gelmiş. O andan itibaren insan neslinin devamı için cinselliğe ihtiyaç yok gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bu kadim bir ilişki tarzının artık gereksiz olması anlamına geliyor. Bu çok ciddi bir değişim ve dönüşüme sebebiyet verecektir. Nitekim de görüyoruz. Sperm bankasından sperm alarak babasız çocuk doğuran çok sayıda kadın var. Böyle bir vasat oluştuktan sonra kullanım tarzını nasıl denetleyebilirsiniz?
Bu uygulamaların tartışıldığı bir platform var mı?
Felsefi düzeyden bir sorgulamaya yol açacak bir şey yok. Hem ilahiyatçılar, hem tıp adamları tarafından yapılmalı bu tartışmalar. Ben ilahiyatçıları, filozofları, tıp mensupları ve muhatap olanları, duyarlı olanları konuşmaya ve tartışmaya çağırıyorum. Entelektüeller bu konuda fikir geliştirmeli. Daha kamusal bir tartışma alanı olmalı.
Biyoteknoloji üzerinde çalışırken farklı tanımlar ve terimler sizi zorladı mı?
Bir tıp mensubu gibi bilgi sahibi değilim. Bunları ilk çalışmaya başladığımda bir grup doktor arkadaşın yeni üreme teknikleri ile ilgili çalışmaları vardı. Brifinglerinden çok faydalandım. Yaptığım okumalarla destekledim.
'Yeni İnsan' kime hitap ediyor?
Entelektüel ilgileri olan, dünya nereye gidiyor sorusunu soran herkese... İnterdisipliner bir konu. Popüler düzeyde ilgi uyandırması mümkün değil. Biyoteknoloji deyince tıp alanına hitap ediyormuş gibi gözüküyor ama aslında öyle değil. İlaç şirketlerinin genetik araştırmalarının çok iktisadi bir boyutu ve dünya pazarında çok önemli bir yeri var. O yüzden OECD'nin son toplantısı da biyoteknolojiye ayrılmıştı. Bu da gösteriyor ki aslında meselenin çok ciddi bir finansal yönü, hukuki, siyasi, uluslararası sömürü gibi pek çok boyutu var.
Neden yeni insan?
Çağdaş biyoteknolojiye muhatap olan insan anlamında kullandım. Kadim insan aslında kendini aşmak isteyen bir varlık. Ölümsüzlüğü arayan, hem beden hem ruh sınırlılıklarını aşmaya çalışan. Bütün insanlık tarihi böyle. Bu çaba zaten medeniyetlerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Fakat bugünkü teknolojinin imkanlarıyla sınırlanan modern insan kendini aşma çabasını bedenini mükemmelleştir-meye teksif etmiş durumda. Başka bir yücelme arayışı, metafizik bir arayışı yok. Kamil insan olmak yerine transhuman posthuman, insan ötesi olmaya çalışan bir şey.
Bu konuyla ilgili bazı tebliğler sundunuz. Nasıl tepkiler aldınız?
Biz bu boyutlarıyla düşünmemiştik. Farklı disiplinler açısından ele almak gerekir diyenler oldu. Diğer yandan “O zaman organ nakli helal mi haram mı?” gibi reçete isteyen sorular soruldu. Benim bu konularla ilgili hazır cevaplarım yok. Cevapları ortaya koyabilecek ne konumda ne de durumdayım. Halbuki önce bir konuda doğru soruları ortaya koymak önemli. Ben şu an soruları ortaya koymaya çalışıyorum.
Tedavi için geliştirilmiş yöntemler başka bir şeye mi dönüşüyor?
Tüp bebek, çocuk sahibi olamayan anne babaların çocuk sahibi yapılmasıdır. Zaten problemli bir durum söz konusu olduğu için bir seçme yapılıyor. Sağlıklı olan embriyo, sperm alınıyor. Bunun bir sonraki aşaması mükemmel çocuk istemek. Ucu açık bir şey. Öjenik dediğimiz soyun mükemmelleştirilmesi için hastaların, sakatların elendiği, bir ırkın özelliklerine sahip bir takım insanların öncelik kazanması. Yani anne babaların çocukları üzerinde aşırı hak sahibi olması demek. Bir kuşak düşünün ki bir sonraki kuşağın fiziksel özelliklerini, zihinsel özelliklerini, hatta kullanılan kimyasallarla psikolojilerini belirliyor, üretiyor. Ben buna dikkat çekmeye çalışıyorum. Gelecekte insanların üretildiği bir toplum oluşabilir. Üremekten üretime bir değişim söz konusu.
Bu noktadan baktığınızda gelecekte nasıl bir toplum görüyorsunuz?
Bir tarafta çocuklarını, fiziksel görünüm açısından güzel, güçlü, sağlıklı, zeki, mükemmel olarak üreten insanlar, bir tarafta da normal yolla üreyen insanlar. Böyle bir gelecek bekliyor olabilir bizi.
Bunun inancımıza bakan yönü nedir sizce?
Klonlama henüz yok, genetik müdahele Türkiye'de söz konusu değil. Sorgulamamız gereken mükemmel çocuğa sahip olma arzusunun, kamil insan olma hedefiyle ne kadar örtüştüğü. Sadece beden üzerine yoğunlaşan bir mükemmelleştirme. Daha sağlıklı, daha güzel, daha uzun yaşayan... İnsan oluşla ciddi bir problem yaşıyoruz burada. Bedenimizi terbiye ederek daha üstün insan olmaya çalışıyoruz. Halbuki üstün insan olmaktan ruhumuzu, ahlakımızı mükemmelleştirmek, bedenimizi sınırlayarak ruhu yüceltmeyi anlamalıyız. Bu kadim anlayış var bütün dinlerde var. Yeni insanda ise bedenin mükemmelleştirilmesi bunu yaparken de her türlü aracın mubah kabul edilmesi söz konusu. Biz Müslümanlar dünya ahiret dengesi olarak düşünmeliyiz. Biz ruhumuzu mu, yoksa bedenimizi mi mükemmelleştirmek durumundayız? Bu biyoteknolojiye bakışımız belirleyecek bir bakış açısı.
Biyoteknolojinin iktisatla da sıkı bir ilişkisi var...
Organ nakli çok ciddi bir ticari sömürüye yol açıyor. Bir tarafta organ alıcılar, bir tarafta organ vericiler. Kuzeyin zengin beyaz insanları, güneyde vücudunda iki tane olan organdan birini satmaya razı olan insanlar. Ki burada rıza nedir o da sorgulanmalı. Bu sömürü ilişkisini nasıl görmezden gelebiliriz? Diğer yandan kanserin çaresi bulundu ama açıklanmıyor ya da önce domuz gribi virüsünü buldular, sonra aşıyı, ondan sonra salgını başlattılar gibi şehir efsaneleri dolaşıyor. Bunların doğru olmaması için bir sebep yok. Büyük ilaç şirketleri ve genetik araştırmaları yapan merkezler büyük bir işbirliği halindeler. Çok ciddi yatırımları var. Tıp endüstrisinin hakimi durumundalar. Petrole sahip ülkelerde gelişen siyasi olayların bir kısmında, nasıl bunun arkasında petrol var diyebiliyorsak, bu konuda da benzer şeyi ilaç şirketleri için söyleyebiliriz. Bir takım hastalıkları icat edip, o hastalıklar için ilaç pazarlama var.
Ölüm ve doğum zamanlarının tespitinde de soru işaretleriniz var?
1967'de ilk kalp nakli yapıldıktan sonra ilahiyatçı, felsefeci, tıp mensuplarından oluşan bir heyet toplanıyor ve şu özelliklerden sonra artık beyin ölümü gerçekleşmiştir diyor. Beyin ölümü gerçekleşen kişiyi solunum cihazlarına takıp organlarını canlı tutarak, organ naklini mümkün hale getiriyorlar. Bu kişi cihaza takılmasa zaten ölmüş olacaktı. Fakat o tanım, bir fark görünmese bile, bu uygulamayı meşru kılmak için yapılıyor. O yüzden bunun altını çiziyorum. Yoksa beyin ölümü vardır yoktur diye tartışmıyorum.
Peki teknoloji ilerledikçe yeni tanımların ortaya çıkması normal değil mi?
Normal ama bunun üzerinde durmamız gerekiyor. Hayatın ne zaman başladığıyla ilgili de çok ciddi tartışmalar var. Biz ultrason olmadığı dönemdeki bebek nasıl gelişir fikirleriyle bakamayız meseleye. Ama buradan yola çıkarak, bu bizi nereye götürür kısmına bakmalıyız. Embriyo ile fetüsün arasındaki farkın çizilmesi bile aslında kürtajı meşrulaştırmak üzere bir şey. Fetüs daha insana yakın, embriyo daha can bulamamış hücre yığını olarak görülüyor. Bu tanımlamalar bir takım uygulamaları meşrulaştırmak üzere yapılıyor. Artık kullanılan ultrason, emar, scan yöntemleri... Doktorun teşhis gözü o kadar önemli olmuyor. Bu bir açıdan avantaj ama bir yandan insanı sadece bir organizmanın parçası olarak gören makinalarla muhatabız şimdi. Ama hekim bütünüyle bizi, ruh sahibi bir varlık olarak insanı görüyor. O açıdan ciddi bir değişiklik var bu ele alışta.
İnsan bir materyal olarak algılanıyor yani...
Moleküler düzeyde bir hücre yığını gibi algılanıyor. Herhangi bir kutsiyeti yok. Kiliseler yayınladığı bazı yayınlarda insanın Tanrı'nın suretinde yaratılan bir varlık olarak tanımlanmasının biyoteknolojik araştırmalar açısından bize nasıl bir kapı açacağı ve bedenin dokunulmazlığı gibi konuları tartışmaya açıyorlar. İnsan Tanrı'nın suretinden yaratılmış bir varlık ise bir kere başta bunu hatırlamamız gerekiyor. Tıp teknolojisine muhatap olduğumuzda sadece bedenimizi tamir eden mekanizma olarak görüyoruz. Halbuki biz ruh sahibi varlıklarız, bizi biz kılan o. Bedenimize bu muameleler yapıldığında ruhumuza ne oluyor? Acaba bu ruh, beden arasındaki ilişki bakımından ne manaya geliyor? İslam felsefecilerinin yeniden bu konular üzerine çalışması lazım. Tarihte İslam felsefesinde bu konuda ciddi metinler var. Muhatap olduğumuz teknolojiyi göz önüne alarak, güncellemek zorundayız. Aslında dinimizin dilini felsefi ve pratik açıdan güncellememiz gerekiyor. Buna işaret ediyorum.