Hasta duasıyla 51 yıldır hacca gidiyor

Baktığı hastalarından birinin "Ayağın Kâbe'ye varsın" duası kabul olan Dr. Ayşe Hümeyra Ökten 51 yıldır Peygamber Efendimiz'e komşuluk etmek için İstanbul'la Mekke, Medine arasında mekik dokuyor.

Emeti Saruhan
Hasta duasıyla 51 yıldır hacca gidiyor

İmam hatip okullarının kurucusu Celalettin Ökten'in kızı, Prof. Sadettin Ökten'in kardeşi Ayşe Hümeyra Ökten cumhuriyet döneminin ilk başörtülü doktoru. İlim sohbetlerinin yapıldığı bir evde büyüyen Ayşe Hümeyra Hanım, hacca ilk kez 1960'da doktor olarak gitmiş. Peygamber Efendimiz'den kopamayan Ökten oturma izni de alınca her sene gidip Mekke ve Medine'de kalmaya başlamış. Tek başına gece yarıları kamyonlarla çölü geçerek yaptığı bu yolculuklarla 51 yıldır Peygamberimiz'e komşuluk eden Ökten, O'nun yanına gömülmeyi arzu ediyor.

Doktor olmaya nasıl karar verdiniz?

Lisedeyken tıp istedim. Bir erkek kardeşim vefat etti belki onun tesiri. Evde doktor mevzuları çok geçerdi. Hasta olmasak bile doktor eve gelip kontrol ederdi. "Ailede hiç doktor yok. Bir aileye bir doktor lazım" diyerek doktor oldum. O yüzden de Dahiliye'yi seçtim.

Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinin ilk tesettürlü doktoru siz miydiniz?

Evet Abdülhamit döneminde çarşafla gider peçeyi okulda açarlarmış. Cumhuriyet döneminde yok. Rahmetli Özal "Örf adet ve ahlaka aykırı olmayacak biçimde kıyafet serbesttir" diye bir kanun çıkarmıştı ama Anayasa Mahkemesi durdurma kararı aldı. Özal'ın vefatından sonra bir gazeteci durdurma kararını Özal'la bir seyahatteyken haberlerden duyduklarını, Özal'ın gözünden bir damla yaş damladığını söyledi. Çünkü hevesle çıkarmıştı bu kararı. Baskı hep devam etti. Başörtüsü sorunu nedeniyle özel muayenehane açtım. 1980'de Fatih'te beni tanıyanlar davet etti-ler. Orası özel olunca başörtü sorunu olmadı.

Hastalar sizin nöbetinizde ölmek istermiş…

Uzun yatan ya da birkaç defa girmiş çıkmış olanlar hemşirelerden nöbetimi öğrenirlerdi herhalde o akşam bayram ederlerdi. Ben hastalara iyi davranırdım. Doktorluğu çok sevdim etraftan itibar görmek dua almak çok güzel bir şey, bu bana yetti. Vazife gibi düşünmezdim ki. Benim ilk hacca gitmem de hasta duası ile oldu.

Nasıl?

Ben hacca gideyim istiyordum ama asistanlık yapıyorum. Hastanın benden beklemeyeceği bir hizmet yaptım herhalde ki "Doktor hanım ayağın Kâbe'ye varsın" diye dua etti. Birden durdum kapıda, "Allah'ım sen hasta duasını kabul edersin" dedim. Kabul oldu. Kızılay'la doktor olarak hacca gittim ilk. Orada da Allah'ım her sene geleyim diye dua ettim. Sonra Suudi Arabistan doktorlara oturma izni verince orada kalmaya başladım.

Kaç sene oldu?

1960'tan bu yana her sene gittim.

Ne kadar kalıyorsunuz gittiğinizde?

Annem sağken hac zamanı vazifeli gibi gidi-yordum. Hakikaten de faydalı oluyordum hacılara. Orada oturma hakkım vardı. Gidiş geliş arasında en fazla 6 ay olması lazımdı. O yüzden buraya geldikten sonra 6 ay geçirmeden oraya gitmek zorundayım. Hacdan sonra 6 ay burada, sonra tekrar gelip bir ay kalıyordum. Emekli oluncaya kadar böyle devam etti. Annem vefat edince çok kaldım. Şimdi 6 - 7 ay kalıyorum. Buraya sılayı rahim için geliyorum.

Eviniz var mı orada?

Babamla ilk gittiğimizde Medine'de ev tutmuştuk. Babam vefat ettikten sonra ben orayı bir süre devam ettirdim. Sonra oradaki Türkler illa "bize gel, bize gel" deyip bana oda verdiler. Mekke'deki delildi.(Gelen hacıları misafir eden ve kılavuzluk yapan ailelere delil deniyor) Hasta olurlar bakarım, hastaneye yatarlar refakat ederim. Akraba gibi olduk. Delil, çocuklarına "Bu benim kardeşim, sizin de halanız" demiş. Böylece kendi evimmiş gibi gidip geliyorum.

Mekke'de mi Medine mi kalıyorsunuz daha çok?

Son zamanlarda daha çok Mekke'de kalıyorum. Pasaport işleminin orada yapılması gerektiği için Ramazan'ın ilk 15 gününde Medine'de oluyorum. Geri kalan 15 günü Mekke'de geçiriyorum. Eskiden Medine'ye gider gelirdim ama şimdi yaşlandım. Mekke daha müsait. Hacca kadar orda kalıyorum. Hacdan sonra da "Aman dur Aşureyi de yapalım" falan derken 4 - 5 ay böyle geçiyor

Orada nasıl geçiyor zaman?

Ramazan'da gece hayatı var. Teravih'ten sonra misafir gelir misafirliğe gidilir. Sahura kadar yatılmaz sonra sahur yapılır. İmsakta sabah namazı kılınıp yatıyorsunuz öğleye kadar. Çok rahat. Uyku oruç tutuyor diyorum. Sonra kalkıyorsun namaz kılıp Kur'an okuyorsun. İlk gittiğim zamanlar şimdiki gibi rahatlık yoktu. Karyolanın demirini elinle tutamazdın. Ütü gibi sıcak olurdu. Buzdolabı yok. Testiyi doldurur suyu asardın.

Gelip gitmek zor olmaz mıydı?

Hac zamanı tayyare ile gidiyordum. Ama o arada gitmelerim var. O zaman Suudi Arabistan'a her zaman tayyare yok. Karayolu da tayyareye göre çok ucuz, karayoluyla gitmeye başladım. Şimdiki gibi otobüsler işlemiyordu. Dolmuş vardı ama çöle dolmuş da yok, kamyonlar çıkıyor. Hudut şehri Tebuk'a kadar dolmuşlarla giderdim. Orada da otel yok, vasıta bulamazsak bir gece Türkistanlıların evinde kalırız. Onlar da çok cömert insanlar. Sonra şoförle beraber çöle çıkılır. Kamyonlar hem geniş, ağır hem de yolu biliyorlar.

Tek başınıza korkmaz mıydınız?

Hiç korku gelmezdi bana çünkü hareket etmeden önce orda son nokta polis. İnceden in-ceye nüfusumun sureti kaydedilir. Şoför de yazılır. Sonra kanunlar çok katı. Orada bana bir şey olsa şoför idam olacak. Oradan bineriz Amman'a kadar. Oradan gene dolmuşla Şam'a, oradan başka dolmuşla Halep'e. Halep'ten başka dolmuşla hududa. Hududa gelince memurlar artık beni tanımıştı gece olsa bile beni kendi odalarına alırlardı. Dışarıda bırakmazlardı. Türkiye hududundan Antakya'ya yine dolmuş. Orda dolmuş beklersin bazen sabaha kadar.

Bir kadının seyahat etmesi için yanında mahrem olması gerekmiyor muydu?

Bu konu benim de 2-3 gün önce aklıma geldi. Şimdi Suudi Arabistan bu işi bu kadar inceliyor. Benim zamanımda hiç mahrem lakırdısı geçmedi. Gittiğim zamanlarda gençtim üstelik. Allah'ın bir lütfu. Bizim camiadan da hiç tepki görmedim. Anadolu'dan mübarek zatlar hacca gidip geldiğimi bildikleri için beni görmeye gelirlerdi.

Ne zamana kadar daha gideceksiniz?

Peygamber Efendimiz'in yakınına defnedilmek istiyorum Allah nasip ederse. Bizim geleneğimizde büyük zatların yanına gömülenlerin o zat rahatsız olmasın diye eziyet görmeyeceklerine inanılır. İnşallah Peygamber Efendimiz'in gülbahçesine defnedilirim.

Babanız Celalettin Ökten sizin okumanızı çok istemiş.

Bunu hayatındaki acı hadiselere bağlıyorum. 5 yaşında babası vefat etmiş. Babaannem hafız, güzel yetişmiş bir hatun ama cemiyet hayatından uzak. Alacakları verecekleri bilememiş, çok üzülmüş, verem olmuş. İki sene sonra vefat etmiş. Babam annesine çok acıdığından bize de "Hayatın ne getireceği belli olmaz. Diplomanızı elinize alın. Dayanacağınız sağlam bir şey olsun. Ondan sonra benim içim rahat eder" derdi O yüzden bizi hafız yapmadı normal mektebe gönderdi.

Babanızı kim yetiştirmiş?

Babaannesi. Dedem öldükten sonra annesi babamı hafızlığa başlatmış. Ama hafızlık cemiyetini görememiş. Sonra medreseyi bitirmiş. 15 yaşında sarık sarıp çarşı camisinde imamlık yapmış ama ideali okumak. Onun için İstanbul'a gelmiş.

Herhangi bir yere intisabı var mıydı babanızın?

İstanbul'a geldiğinde hoca olduğu için, İslam felsefesi, ilmi kelam gibi konuları bildiği için her hafta Cuma günü Cuma namazlarında bir camiye gidip bakarmış tarikatlara. En sonunda Cerrahi tekkesinin halini beğendiği için intisap etmiş. Hem de eve yakın.

Evde ilim sohbetleri olur muydu?

Nurettin Topçu, Halil Nimetullah Öztürk'le babam toplanırdı. O zaman Arapça asıllı kelimeler Türkçe'ye çevrilecek. Uydurma bir şeyler olmasın, aynı manayı aksettirsin diye toplanıp konuşurlar, kelimeler önerirlerdi Dil Tarih Kurumu'na. Çoğu kabul edildi o kelimelerin.

İmam Hatiplerin kurulmasına neden ihtiyaç duyuldu?

1950'lerde imamların maaşları çok azdı. O parayla geçinemeyince simit satıyor, bakkal dükkanı açıyorlardı. İmamlığın itibarı kalmıyordu. Böyle olunca hiç kimse imamlığa talip olmuyor, başka hiçbir iş yapamayanlar imam oluyor. Bu sefer de cahil insanlar imamlık yapıyor. Bazı yerlerde bu da bulunamıyordu. İmam hatip okulları imam yetiştirmek için açıldı. O zaman tarikatlerin sadece ismi vardı. Cerrahi tarikatının sadece camisi vardı, teravih namazlarına giderdik ama zikir yapılmazdı, zikirler çok sonra başladı.

İmam hatiplerin kuruluşu eve nasıl yansıdı?

Babam hep kitap okuyan bir insandı. Ondan evvel felsefe okuturken bizdeki tercüme kitapları beğenmez Fransızca'dan kendisi tercüme ederdi kaynağından öğreneyim diye. İmam hatipler açıldığında kendi kütüphanesindeki talebeliğinden kalmış Arapça kitaplar, biraz da dışarıdan Arapça eğitimi için kitaplar buldu. Medresedeki eski metodu bırakalım daha pratik usullerle Arapça'yı öğretelim derdi. Büyük gayret sarfetti.

O dönem dine karşı bir mesafe vardı ama imam hatipler halk tarafından çok sahiplenildi. Neden?

Resmi liselerde din öğretilmediği için. 60'lı senelerde anneler babalar da cumhuriyet çocuğu özel bir eğitim alamamışlar. Dini bir eğitimleri yok. Çocuklarına evde veremiyor bu eğitimi. Çocuğum imam olsun diye değil dinini öğrensin diye imam hatiplere gönderiyor çocuklarını. Oradan çıkacak, doktor olacak, avukat olacak.

Ama sonra onun önünü kapattılar...

Bir sivil darbeden sonra onun önünü de arkasını da kapattılar. İmam hatip diye söylenirse millete dokunacak. O yüzden meslek liselerini de kattılar, meslek liseleri gadre uğradı. 8 senelik devamlı eğitimi koyunca, 15 yaşına gelmiş delikanlıyı babası istediği yere sevkedemez. Ondan sonra meslek liselerine, imam hatibe gidiş azaldı. Arkasını kapattılar. Önü de kapalı katsayıdan dolayı. Bunun iktisadi hayatımıza zararı oldu. Ara eleman yetişmedi.

Kardeşiniz Sadettin Ökten'in imam hatip mezunu olmama sebebi merak edilir?

Babam, "Nasıl olsa evden dini bilgi alır. Manevi ilimleri ben veririm" demiş. Babam geceleri bizi etrafına toplar ilmi, tarihi, dini sohbetler açar, nasihatler verirdi.

Rüyaların özel bir yeri var ailenizde. Babanızı rüyalar nasıl etkiledi?

Babam ilim sahibi ama hiç kurnazlık bilmez. "Beni bir çocuk bile aldatır" derdi. Ondan dolayı olacak herhalde rüya görmek, rüyayı tabir etmek hassası onda gelişti. Hatta bir ara öyle oldu ki “Rüyayı anlatanın sırlarına bile vakıf olmaya başladım” derdi. Korktu babam, “Başkasının sırrına vakıf oluyorsun ya farkında olmadan ağzımdan kaçırırsam” diye. Şeyhine gidip “Bu hali üstümden alın sadece rüya tabiri kalsın bende” demiş. Rüyayı kitap gibi okurlardı. Babamın tabir ettiği rüyalardan olacak olayları anlardık. Tabir ettikleri çıkardı.

Siz ülkede yaşanan pekçok gelişmeye tanıklık ettiniz. Nasıl bir baskı vardı kılık kıyafet konusunda?

Erkekler için Şapka Kanunu çıkmıştı ama kadınlar için kanun yoktu. Onun yerine baskı vardı.

Bu baskılar sizi de etkiledi mi?

Kışın başörtüsü takardım ama yazın açık gezerdim. Lisedeyken kapşon modası çıkmıştı. Boyun atkısını arkadan dikip başıma geçirirdim. Üst tarafı sivri olurdu onu da içeri bastırırdım başörtüsü gibi olurdu. Yazın iyice sıcak bastırıncaya kadar örterdim. Arkadaşlar sıcak oldu açsana diye çekiştirirlerdi. O zaman başını örtmek alay konusuydu. O yüzden çekingen davranırdım.

Peki çalışma hayatında nasıl örtebildiniz?

Başörtüsü için kariyer yapmayıp çalışma hayatına atıldım. İlk Taksim dispanserinde örtemedim. Sonra Sarıyer dispanserine tayin oldum. Orada başhekimdim, benden başka doktor yoktu rahatça başımı örttüm. Müfettiş geldi ama dispanserin düzeninden memnun oldu. Raporunda başörtümden bahsetmemiş. Kanunen yasak yoktu ama baskı vardı. Alay edilirdi, küçük görülürdü.

Nasıl bir anda böyle adapte olup alay etme konumuna geçilebildi?

Adapte olamadılar ki, cemiyet hayatından çekildiler, ortalığa karışmadılar. Çekilmeyenler açıldı. Annem kendisine "Kızım artık başörtüsü yerine çarşaf giy" diyen öğretmenlerinin hepsinin açıldığını söylerdi. Belki çalışmaya mecburdular belki fikirleri değişti açıldılar.