Edirne şehir meydanı üç abidevî eserle Osmanlı’nın altı asırlık serüvenini özetler. Batıdaki serhad şehrinin bu meydanı, mimarimizin sacayağı gibidir... İlk ayakta Osmanlı’dan günümüze ulaşmış en eski abidevi yapı, Edirne’nin ulu camisi Eski Camii, ikinci ayakta yükselme dönemi camilerinin prototipi olan Üç Şerefeli Camii, üçüncü ve son ayakta, ilk iki eserin karşısında Osmanlı mimarisinin doruk noktası, dünya mimarlığının en önemli eseri Selimiye yükseliyor...
Osmanlı mimarisinin altı asırlık serüvenini özetleyen sacayağı şeklindeki meydanın ilk ayağında, Edirne Ulu Camii olarak da bilinen Eski Camii yer alıyor. Fetret devrinde yapılmış ancak Anadolu'daki dağınıklığı derleyip toparlaması nedeniyle, devletin ikinci kurucusu olarak görülen Çelebi Mehmet tarafından tamamlatıldığı için Osmanlı Devleti’nin büyümesinin simgesi olarak görülüyor.
Adından da anlaşılacağı gibi, Edirne'de Osmanlı’dan günümüze ulaşmış en eski abidevî yapıdır. Çok kubbeli ve çok ayaklı camiler grubundandır. Harimi örten dokuz kubbenin her biri dört kalın payeye oturur. Bursa Ulu Camii’ne benzer fakat teknik olarak ondan ileri olduğu kabul edilir. 1403'te Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman tarafından yapımına başlanmış, 1414’te yine Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmet (I. Mehmet) zamanında bitirilmiş. Mimarı Konyalı Hacı Alâaddin, kalfası Ömer İbn İbrahim'dir. Fetret Devri diye anılan dönemde, kardeş sultanların aralarındaki taht çekişmeleri sırasında yapılıp bitirilmiş. Tezat gibi görünüyor ama Osmanlı Devleti’nin büyümesinin de simgesidir. Sultan Yıldırım Bayezid’in 1402'de Timur'a yenildiği Ankara Savaşı'ndan sonra Bursa'ya gelen Emir Süleyman, daha sonra Edirne'ye geçti ve burada padişahlığını ilan etti. Bazı tarihçiler Edirne'nin gerçek bir siyasi merkez ve başkent oluşunu Emir Süleyman’ın buraya gelişiyle başlatırlar. Çünkü böylece, Bursa'nın 76 yıl süren payitahtlığı son bulmuş, Edirne'nin 51 yıl sürecek olan taht şehirliği başlamıştır. Camiyi tamamlayan Çelebi Mehmet de Anadolu'da dağınıklığı derleyip toparlaması nedeniyle tarihçiler tarafından devletin ikinci kurucusu olarak görülüyor.
Padişahların kılıç kuşandığı cami
Eski Camii, Edirne'de duaların kabul edildiği dört yerden biri olarak biliniyor. Osmanlı padişahlarından II. Ahmet ve II. Mustafa'ya bu camide "Kılıç Kuşanma" törenleri yapılmış. Caminin biri tek, diğeri çift şerefeli iki minaresi var. Sol tarafındaki tek şerefeli olan asıl minaredir. Sağ tarafındaki iki şerefeli minare ise Sultan II. Murat tarafından yaptırılmış. Cami, 1748'de yangından, 1752’de depremden zarar görmüş. 1754’te Sultan I. Mahmut döneminde, 1924 ve 1934’te onarılmış. En son 2008- 2010 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kapsamlı bir restorasyondan geçirildi.
İlklerin camisi
Meydanın ikinci köşesinde; Eski Camii’n hemen karşısında, yükselme dönemi camilerinin prototipi olan Üç Şerefeli Camii yer alıyor. Sultan II. Murat tarafından 1438- 1447 yılları arasında yaptırılan eserin mimarının, ayakları felçli Konyalı bir usta olduğu söylenir. Tam anlamıyla ilklerin camisidir. Osmanlı mimarisinde yeni bir adımdır. Altı destekli merkezi kubbeye dayalı plan kurgusuyla Osmanlı mimarisinin gelişiminde olduğu kadar Mimar Sinan’ın mimarisine etkisiyle de çok önemlidir. Bu camideki bazı mimari unsurlar, daha sonra oluşan klâsik Osmanlı üslubu (II. Bayezid dönemiyle başlayıp 16. yüzyıl sonlarına kadar devam etti) içinde bazen aynen, bazen de geliştirilerek kullanılmış. Tıpkı İstanbul Çemberlitaş’ta bulunan Atik Ali Paşa Camii ve Beşiktaş’taki Mimar Sinan eseri Sinan Paşa Camii’nde olduğu gibi.
Dört minareli ilk cami
Caminin en önemli özelliklerinden biri, revaklı avlunun ilk kez burada uygulanmış olmasıdır. Revakları örten kubbelerdeki özgün kalem işleri de Osmanlı camilerindeki en eski örneklerdir. Bu bezemeler, 2008- 2010 yılları arasında yapılan son restorasyonda asıllarına uygun olarak yenilendi. Yine bir diğer önemli özelliği, İslâmi ibadet şekline, yani saf düzenine uygun olarak enlemesine dikdörtgen plânlı yapılmasıdır. Bu plânda, caminin üstünü örten büyük kubbeyi sağ ve solda ikişer küçük kubbe destekliyor. Dört minaresi birbirinden farklı olan cami, minare sayısının dörde çıktığı ilk örnektir. Camiye adını veren ilk ve asıl minarenin her şerefesine ayrı yollardan çıkılıyor. Tıpkı karşısındaki Selimiye minareleri gibi. Bir farkla. Sinan'ın minareleri daha zarif.
Mimaride doruk nokta (Dünyanın en büyük kubbesi)
Osmanlı mimarisinin sacayağına benzettiğimiz meydanın üçüncü ve son köşesinde, ilk iki eserin karşısında Türk ve İslâm tarihinin en ihtişamlı yapısı yükseliyor. Osmanlı mimarisinin doruk noktası… Dünya mimarlığının en önemli eseri… Kubbe gelişiminin ulaştığı en üst nokta … Kâbe ölçüleriyle sembolleşen mabet… Zarafet ve sükûnet abidesi… Serhad şehrimizin hakimi … 93 Harbi’nde şehre girdiğinde camiyi gezen Rus komutana, “Bu eseri meydana getiren medeniyet bizi burada tutmaz” dedirten şaheser… Selimiye…
Serhad şehrinin hakimi
Edirne deyince akla Selimiye, Selimiye deyince de Edirne gelir… Hiçbir camiye bulunduğu yerle bu denli özdeşleşme nasip olmamıştır. Edirne, 1574 tarihli bu yapının madden ve manen kuşatması altındadır. Büyük kubbesi ve dört zarif minaresi, şehrin bağrından fışkırır gibi durur… Hangi yönden baksanız karşınıza dikilir… Ecdadın Edirne’ye en büyük armağanı, şehir siluetindeki hakimiyetini haykırır gibi, beş asırlık geçmişiyle zamana meydan okuyarak tüm ihtişamıyla dimdik ayaktadır.
Edirne, Selimiye, Mimar Sinan… Ya da Mimar Sinan, Selimiye, Edirne… Birbirleriyle kaynaşmış üç isim…
1360’da fethedilen Edirne, 1367’den İstanbul’un fethine kadar Osmanlı’ya payitahtlık yapmış. Bu dönem içinde başta Eski Camii, Üç Şerefeli Camii, Yıldırım Camii, Muradiye Camii gibi bir çok eserle taçlanmış. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1566 Zigetvar Seferi’nde vefatından sonra tahta geçen 2. Selim, babasının inşa ettirdiği Süleymaniye’ye eş değerde bir cami yaptırmaya niyetlenince çalışmalar başlamış. Öncelikle bu yapının İstanbul’da inşa edilip edilemeyeceği incelendikten sonra, 2. Selim’in de çok sevdiği, Osmanlı’nın bir önceki başkenti Edirne’ye yapılmasına karar verilmiş. Sultan 2. Selim’in Mimar Sinan’a “Bana öyle bir cami yap ki rüzgârda benzeri olmaya” buyruğuyla 1568’de temeli atılan cami, 1574 yılında tamamlanmış. Koca Sinan’ın o güne kadar bir benzerini yapmadığı, cami mimarisinin bütün tekniklerini birleştirerek mimaride doruğa ulaştığı bu muazzam eseri ne yazık ki 2. Selim görememiş. Çünkü caminin ibadete açılışından bir ay önce vefat etmiş.
Kâbe’yi temsil eden müezzin mahfili
Mimar Sinan, Selimiye Camii’nde müezzin mahfilini caminin tam ortasına, kubbenin merkezinde bir yere kurmuş. Bu alışılmış bir uygulama değildir. Çünkü müezzin mahfili bütün camilerde arkada veya kıyıda, köşede bir yerlerde olur. Koca Sinan’ın en olgun devrinde, merkezî plân tipini en başarılı uyguladığı bu şaheserde mahfili tam ortaya koyup mekân genişliğini bozması ve odak noktası haline getirmesi ilk bakışta şaşırtıcı gelebiliyor. Ancak sebebini öğrenince Anadolu insanının evliya olarak bildiği bu büyük insana hayranlığımız bir kat daha artıyor. Müezzin mahfilini kubbenin altına, harimin tam ortasına koyan Sinan, camiyle arş ve kâinatı; müezzin mahfiliyle de arşın merkezindeki Kâbe’yi sembolize etmiş. Uygulama bununla bitmiyor. Kareye yakın plânlı mahfilin, yarım daire şeklinde dışarı taşan taş merdiven kısmı, Kâbe’ye bitişik yarım daire şeklindeki “El-Hatîm denilen bölümü temsil ediyor. Bu yarım daire kısım, Kâbe’de olduğu gibi burada da kuzeybatı yönünde bulunuyor. Kâbe’nin tam kare şeklinde olmadığı bilinir. Bütün kenarları birbirinden farklıdır. Müezzin mahfili de Kâbe gibi tam kare değil. Kenar uzunlukları bir birinden farklı. Yapılarında kullandığı her ölçü ve oranın bir anlamı olan Koca Sinan, müezzin mahfilinde Kâbe plân ölçülerinin tam yarısını kullanmış. Kâbe’deki 12 metrelik uzunluk, mahfilde 6 metre olmuş. Kâbe’nin 25 santimetre yüksekliğinde ve 30 santimetre kadar dışarı doğru çıkıntısı olan taban kısmına “şadırvan” deniyor. Şadırvandan maksat da sudur. Selimiye’de merkez kubbenin örttüğü müezzin mahfilinin altında da bir şadırvan bulunuyor.
Oran ve masafelerdeki sır
Yapılarında her mesafe ve orana bir anlam yükleyen Mimar Sinan’ın, Süleymaniye ve Selimiye’sindeki hiçbir mesafe ve oran tesadüfî değildir. Selimiye’de kubbeyi taşıyan sekiz ayağın merkezlerinden geçen dairenin çapı 45 arşındır. Kubbe kenarı zeminden 45, minare alemi ise buradan itibaren 66 arşın yüksekliktedir. Süleymaniye’de kubbe kenarı zeminden 45, kubbe alemi ise 66 arşın yüksekliktedir. Ebced hesabına göre 45 “Adem”, 66 “Allah” kelimelerine tekabül ediyor. Çifte vav gibi. Genellikle ulu camilerde duvar ve sütunlara çizilen çifte vav, sûfî geleneğinde zengin bir semboldür ve ebced hesabına göre Allah lâfzını temsil ettiği gibi, ilâhi varlıkla insan arasında bağlaç oluşturur. Koca Sinan bu bağlacı caminin mesafe ve oranlarına işlemiş.