Huzurun anahtarı

Hadis kitaplarımızda, eşlerde aranacak vasıflar, evliliğin hangi temellere dayanması gerektiği gibi hususlar geniş olarak yer alır. Bu rivayetler bütününe baktığımızda, dindarlığın öne çıktığını görürüz. Bu nedenle Hz. Peygamber, münasip bir damat aday söz konusu olduğunda evlilik adımını atmanın geciktirilmemesini isteyerek şöyle buyurmuştur: “Dindarlığından ve güvenilir olduğundan emin olduğunuz biri size geldiğinde onu evlendirin. Bunu yapmayacak olursanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat çıkar.”

Arşiv.

Enbiya Yıldırım

İlk aile yuvasının kurulduğu yerin cennet olduğu ve bunun bir peygamber olan Hz. Adem ve sevgili eşi Havva ile başladığı düşünülecek olursa, evlilik kurumunun kutsal olduğunu söylemek hata olmasa gerektir. Ayrıca hepimiz cennet çocuklarıyız. Öyle ya, cennette yaratılan anne ve babanın torunlarıyız. Cennetten geliyoruz, inşallah dönüşümüz de geldiğimiz yere olur.

İnsan tabiatının tabiî ihtiyaçlarının pek çoğunu karşılamak evlilikten geçer. Neslin devam etmesi için de evlilik zaruridir. Evlilik aynı zamanda bir Allah buyruğudur: “Aranızdaki bekârlar ile iyi davranışlı köle ve cariyelerinizi evlendiriniz. Eğer fakir iseler, Allah lütfu ile onların ihtiyaçlarını giderir. Çünkü Allah’ın lütfu geniştir. Her şeyi hakkıyla bilir.” (Nur, 32) Bir diğer ayette de yuva kurmanın öncelikli gayesi ortaya konularak “Ey rabbimiz! Bize gözümüzün aydınlığı olacak eşler ve çocuklar bağışla; bizi kötülüklerden sakınanların öncüleri yap” buyrulmaktadır. (Furkan, 74) Hz. Peygamber de iki hadislerinde şöyle ferman eder: “Evlenme imkânı bulanınız evlensin. Zira evlilik gözleri ve cinsel organı haramdan daha iyi korur. Evlenemeyenler ise oruç tutsunlar. Çünkü oruç, şehvet için kuvvetli bir kırıcıdır.” (İbn Mâce, Nikah, 1) “Evlenen insan dininin yarısını koruma altına almıştır. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun.” (Heysemî, 7310)

Hadis kitaplarımızda, eşlerde aranacak vasıflar, evliliğin hangi temellere dayanması gerektiği gibi hususlar geniş olarak yer alır. Bu rivayetler bütününe baktığımızda, dindarlığın öne çıktığını görürüz. Bu nedenle Hz. Peygamber, münasip bir damat aday söz konusu olduğunda evlilik adımını atmanın geciktirilmemesini isteyerek şöyle buyurmuştur: “Dindarlığından ve güvenilir olduğundan emin olduğunuz biri size geldiğinde onu evlendirin. Bunu yapmayacak olursanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat çıkar.” (İbn Mâce, Nikah, 46; Tirmizî, Nikah, 3) Hz. Peygamber bir başka hadislerinde bir erkeğin bir bayanla dört şey için evleneceğini belirtir: “Malı, soyu, güzelliği ve dini.” Ardından da şunu ekler: “Sen, dindar olanı seç ki hayır bulasın.” (Buhârî, Nikah, 15) Bu tavsiye sadece erkekler için değildir. Bayanların da öncelikle dindar bir eş aramaları, yuvalarının sağlıklı yürümesi açısından önemlidir. Başka kriterleri öne çıkararak yapılan uyumsuz evlilikler mutlu bir yuva sağlamaktan öte, boşanmaya giden sürecin ilk adımları olabilmektedir. Nitekim Allah Rasûlü başka bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Bir bayanla konumu, malı veya güzelliği için evlenen kişi, onun konumu, malı ve güzelliğinden hayır görmez. Ama bir bayanla iffetini korumak, aile bağlarını devam ettirmek için evlenen kişiye Allah, bu evliliği bereketli kılar.” (Taberânî, Evsat, 2342) Sahabileri bir gün Rasûlullah’a sorarlar: “Yâ Rasûlallah! Allah, altın ve gümüş biriktirmemizi yasakladı. Peki bizler dünyada hangi hazinenin peşine düşelim?” Rasûlullah onlara şöyle buyurur: “Hepiniz, şükreden bir kalp, zikreden bir dil ve sizlere ahiret yolunda yardımcı olacak saliha bir eşe sahip olmaya bakın.” (İbn Mâce, Nikah, 27; Tirmizî, Tefsîr, 9/9)

İslam, değerlerine sahip bir eş aranmasını teşvik ederken, gerçek hayatta bunun çoğunlukla arka plana itildiğini görebilmekteyiz. Damat adayının maddî durumunun yerinde olması yeterli sayılmaktadır. Geri kalan vasıflar ise, “olmasa da olur” veya “bir gün olur” anlayışıyla ihmal edilmektedir. Oysa ülkemiz aile yapısında bayanların eşlerini dönüştürebildikleri çok az rastlanabilen bir durumdur. Bu nedenle, çok güzel dinî ve ahlakî terbiye ile yetişen genç kızların, kendileri gibi olmayan gençlerle evlendiklerinde, bir müddet sonra eşlerinin yaşam tarzını benimsediklerini ve değerlerini yavaş yavaş kaybettiklerini görmek az rastlanan bir durum değildir. Kadınların eşlerini uyarmaları durumunda kocaları tarafından hor görülmeleri ve dışlanmaları da sürekli duyduğumuz bir gerçektir.

Bir diğer önemli dert, evlilik hazırlıkları aşamasında tarafların birbirlerini aşırı masrafa sokmalarıdır. Halbuki artan borç miktarı ve ödenecek taksitlerin yığınlaşması yuvanın huzurunu kaçıran temel etkenlerden biri olmaktadır. Damat adaylarını ezercesine borç yükü altına sokmak, “şimdi ne aldırırsak kârdır” anlayışıyla hareket etmek, insanın kendi kızına yaptığı bir iyilik değildir sonuçta. Yuva kurulduktan sonra borç yükünü ve onun getireceği huzursuzlukları eşler birlikte yükleneceklerdir.

Yuvadaki yaşama gelince; evlilik hayatı Müslüman için ibadettir. İbadet kavramını namaz kılmak, oruç tutmak ve benzeri kulluk görevleriyle sınırlı tutamayız. İbadet, ömrün tamamını Allah’ı hoşnut edecek tarzda yaşamak olduğuna göre, hayatın bütün dilimleri ibadet içine girer. Hz. Peygamber’in insanlara zarar verecek nesneleri yoldan kaldırmayı, bir Müslümana tebessüm etmeyi sadaka olarak nitelemesi bundandır. Dolayısıyla müminin hayatı ibadetler manzumesinden ibarettir. Bu bazen selam vermek olur, bazen bir yaşlıya yardımcı olmak olur, bazen de dertli bir insanın sıkıntısını dinlemek olur.

Bu zaviyeden bakıldığında evliliğin de bir ibadet olduğu aşikârdır. Öncelikle insan kendisini haramdan korumak arzusundadır. Bu, Allah’ın emir ve nehiylerine dikkat etme çabasının bir sonucudur. Başka bir ifadeyle, kulluk bilincidir. Bunun yanında insanın aile mutluluğu adına yaptığı her şey aynı kapsamdadır. Hadislerde belirtildiğine göre, kişinin ailesine yaptığı tüm harcamalar, eşiyle birlikte olması veya eşinin ağzına lokma koymasına varıncaya kadar aile hayatının her bir bölümü ibadettir. Dolayısıyla insan kendisini de mutlu ederek ailesiyle saadetli bir yaşam sürerken, bir yandan da sevap kazanmaktadır. Burada asıl olan kişinin zihninin arka planındaki niyetidir. Allah ve Rasûlü’nün arzuladığı bir aile yuvası arzusunu taşıyan insan, bir kere bu niyeti kuşandıktan sonra, ailesi adına yaptığı her şey sevap defterine yazılmaya başlamaktadır. Bu niyetini her dem zihninde canlı tutmasına gerek de yoktur. O şuurda olması yeterlidir. Bu nedenle, mümin kişi ahirette hiç beklemediği kadar büyük bir sevapla karşılaşınca, herhalde çok şaşıracaktır.

RAMAZAN
Müminler olarak kenetlenmek