Mutaffifin Suresi'nin Okunuşu: Mutaffifin Suresi Fazileti Meali Tefsiri ve Arapça Okunuşu

Mutaffifin Suresi, Mekke döneminde inmiştir ve 36 ayettir. Sure, adını ilk ayette geçen “elMutaffifîn” kelimesinden almıştır. Mutaffifîn, ölçüde ve tartıda hile yapanlar demektir. Mutaffifin Suresi'nin Arapça okunuşu ve Türkçe anlamı, tefsiri, mealini haberimizde bulabilirsiniz, dinleyip ezberleyebilirsiniz. Peki Mutaffifin Suresi neye iyi gelir? Faziletleri nelerdir? Kaç ayet, kaç sayfadır? İşte detaylar...

Mutaffifin Suresi

Mutaffifin Suresi, Mekke döneminde inmiştir ve 36 ayettir. Sure, adını ilk ayette geçen “elMutaffifîn” kelimesinden almıştır. Mutaffifîn, ölçüde ve tartıda hile yapanlar demektir.

Mutaffifin Suresi Arapça okunuşu

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2021/09/09/05/27/resized_8d0bb-ba471a4cadsiz.jpg

Mutaffifin Suresi dinle (Mehmet Emin Ay)

Mehmet Emin Ay'ın yorumuyla Mutaffifin Suresi dinle.

Mutaffifin Suresi Diyanet meali

﴾1﴿ Eksik ölçüp tartanların vay haline!﴾2﴿ Onlar, insanlardan ölçerek bir şey aldıklarında tam ölçerler.﴾3﴿ Kendileri başkalarına vermek için ölçüp tarttıklarında ise haksızlık ederler (eksiltirler).﴾4-6﴿ Onlar, o büyük gün için -insanların âlemlerin rabbinin huzuruna çıkacakları gün için- diriltileceklerini akıllarına getirmiyorlar mı?﴾7﴿ Doğrusu şudur ki, günahkârların yazısı muhakkak siccîndedir.﴾8﴿ Siccîn nedir, bilir misin?﴾9﴿ O, amellerin kaydedilmiş bulunduğu bir defterdir.﴾10﴿ Gerçeği yalan sayanların o gün vay haline!﴾11﴿ Onlar yargı gününü asılsız sayanlardır.﴾12﴿ Oysa onu, haddi aşan günahkârdan başkası inkâr etmez.﴾13﴿ Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, “eskilerin masalları” der.﴾14﴿ Hayır! Gerçek şu ki, yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır.﴾15﴿ Ve gerçek şu ki onlar, o gün elbette rablerinden mahrum kalacaklardır.﴾16﴿ Sonra onlar mutlaka cehenneme gireceklerdir.﴾17﴿ Sonra da onlara, “İşte inkâr etmiş olduğunuz cehennem budur!” denilecektir.﴾18﴿ Hayır hayır! Şüphe yok ki erdem sahiplerinin kaydı illiyyîndedir.﴾19﴿ Bilir misin nedir illiyyîn?﴾20-21﴿ O, amellerin kaydedildiği bir defterdir; onu Allah’a yakın olanlar görür.﴾22﴿ İyiler elbette nimet içindedirler.﴾23﴿ Koltuklar üzerinde oturup seyrederler.﴾24﴿ İlâhî lutufların sevincini yüzlerinden okursun.﴾25-26﴿ Onlara mühürlenmiş, mührü de misk olan nefis bir içki sunulur. Yarışanlar, işte bunlar için yarışsınlar.﴾27-28﴿ O içkinin karışımı tesnîmden, yani Allah’a yakın olanların içecekleri bir ­kaynaktandır.﴾29﴿ Günahkârlar (dünyada) iman edenlere gülüp dururlardı.﴾30﴿ Yanlarından geçtiklerinde birbirlerine kaş göz ederlerdi.﴾31﴿ Sonra kendi çevrelerine dönerken neşe içinde dönerlerdi.﴾32﴿ Müminleri gördüklerinde, “Bunlar gerçekten yollarını şaşırmış kimseler!” derlerdi.﴾33﴿ Oysa onlar, müminleri koruyup gözetmekle görevlendirilmiş değillerdi.﴾34﴿ Ama o gün de müminler kâfirlere gülecekler.﴾35-36﴿ Koltuklarına kurulup, “Kâfirler yaptıklarının cezasını buldular mı?” diye etrafa bakacaklar.

Mutaffifîn Suresi'nin nuzülü

Sûrede ölçü ve tartıda dürüstlükten sapanlar eleştirildikten sonra âhireti ve uhrevî sorumluluğu inkâr eden günahkârların âhirette göreceği cezalar ve iyilerin nâil olacağı mükâfatlar özetlenmekte; dünyada müminlerle alay eden inkârcıların âhirette asıl kendilerinin gülünç duruma düşecekleri anlatılmaktadır.

Mutaffifin Suresi neye iyi gelir?

Mutaffifin Suresinin Faydaları ve Faziletleri

Stresli ve sıkıntılı olan zamanlarda her kim Mutaffifin suresini okur ise, o kişinin sıkıntıları ve sorunları Allah'ın izni ile ortadan kalkar. Ticaret yapan bir kimse ticaretteki kazancının bereketli olması için de Mutaffifin suresini okuyabilir.

Mutaffifin Suresi kaç ayet, kaç sayfadır?

Mutaffifin Suresi, Kur'an-ı Kerim'de 587. sayfada başlar, 588. sayfada biter. Mutaffifin Suresi, 36 ayetten oluşur.

Mutaffifin Suresi tefsiri

“Vay haline!” diye çevirdiğimiz veyl kelimesi, “ağır zarar, kötülük, hüzün, azap, helâk” gibi anlamlara gelen ve kınama amaçlı kullanılan bir deyimdir (Elmalılı, VIII, 5648). Ayrıca hadislerde cehennemdeki bir vadinin ismi olduğu da bildirilmiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 22; Müsned, III, 75). Râgıb el-İsfahânî’ye göre bu kelimenin cehennemdeki bir vadiye isim verilmesi, mecazi anlamda olup, esasında “veyl”e muhatap olanların cehennem azabına uğrayacaklarını ifade eder (bk. el-Müfredât, “vyl” md.).

“Ölçü ve tartıyı eksik yapanlar” anlamındaki mutaffifîn, mutaffif kelimesinin çoğuludur. 2-3. âyetlerdeki açıklamaya göre “alırken fazla fazla, verirken eksik ölçenler” mânasına gelir. Bu sebeple 1-3. âyetlerde bir taraftan eksik ölçüp tartanlar yaptıkları işin çirkinliğinden dolayı kınanırken diğer taraftan böylesine çirkin bir işe kalkışanların âhirette cezalandırılacağına dikkat çekilmektedir. Burada ölçü ve tartı örnek bir işlem olup daha genel olarak insanların, kendi haklarını gözettikleri kadar sorumluluklarını da özenle yerine getirmeleri gerektiği vurgulanmakta, hakka hukuka konu olan her işlemde doğruluk ve adaleti titizlikle korumaları istenmektedir (Ebü’l-Kāsım el-Kuşeyrî’nin bu yöndeki bir yorumu için bk. Râzî, XXXII, 91).

Sûrenin Medine’de indiğini söyleyen müfessirler İbn Abbas’tan şöyle bir rivayet naklederler: Hz. Peygamber Medine’ye geldiği zaman Medineliler ölçü ve tartıda hile yapıyorlardı. O sıralarda bu âyetler indirildi; onlar da bundan sonra kendilerini düzelttiler (Taberî, XXX, 58; Zemahşerî, IV, 229; Râzî, XXXI, 88). Kanaatimizce bu rivayeti, Resûlullah’ın, Medine’ye geldiği zaman ticaretle uğraşan birtakım insanların ölçü ve tartıyı eksik yaptıklarını görünce, daha önce Mekke döneminde inmiş olan bu âyetleri onlara tebliğ ettiği şeklinde anlamak daha isabetli olur. Âyetlerin iniş sebebi özel bir olay olsa da genel anlamda iş ve ticaret hayatında doğruluk ve dürüstlükten sapmanın çirkinliğine dikkat çekilmiş, bencillik ve başkalarını aldatma gibi ahlâka aykırı duygu ve davranış içinde olanlar kınanıp uyarılmıştır. Ölçü ve tartının adaletle yapılmasını emreden başka âyetler de vardır (meselâ bk. En‘âm 6/152; İsrâ 17/35; Rahmân 55/8-9). Âyetler bu emirlere uyulmadığı takdirde dünyada ilahî kınamaya mâruz kalma, âhirette de şiddetli bir azaba uğramanın kaçınılmaz olduğunu anlatır.

4. âyette, ölçü ve tartıda hile yapan kimselerin yeniden dirilişe kesin olarak inanmaları bir yana, bunu muhtemel görmeleri halinde bile bu sahtekârlığa cüret etmelerinin mümkün olmadığına dikkat çekilmektedir (Elmalılı, VIII, 5652). 5. âyette ifade edilen “büyük gün”den maksat kıyamet günüdür. Öldükten sonra dirilme, hesap, ceza, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri gibi büyük olayların yaşanacağı gün olduğu için ona “büyük gün” denilmiştir (Şevkânî, V, 463). Nitekim 6. âyette o gün bütün insanların hesaba çekilmek üzere diriltilip âlemlerin rabbinin huzuruna çıkarılacakları ifade buyurularak uhrevî yargı ve hesap sırasında hiçbir kimsenin hiçbir kötülüğünün gizli kalmayacağı, hepsinin tek tek hesabının sorulacağı vurgulanmıştır.

“Günahkârlar” diye çevirdiğimiz füccâr kelimesi fâcirin çoğulu olup bunların nitelikleri ve âhiretteki durumları 11-17. âyetlerde açıklanmıştır. Bunların “yazısı”dan maksat da yapıp ettiklerine ait bilgileri içeren ve âhirette önlerine konacak olan kayıtlar, sicillerdir. Yüce Allah 7. âyette bu yazının siccînde korunduğunu, 9. âyette de siccînin “amellerin kaydedilmiş bulunduğu bir defter” olduğunu ifade buyurmuştur. Zamanın kozmogonisinden etkilendikleri anlaşılan bazı müfessirlere göre siccîn, “yedi kat yerin dibi” veya “yerin altında bulunan büyük bir kaya”dır; bir kısmına göre de cehennemde bir kuyudur. Dilciler ise siccîn kelimesinin, “hapishane” anlamına gelen sicn kökünden türetildiğini ve onunla eş anlamlı olduğunu ileri sürmüşlerdir (Taberî, XXX, 60-61; Kurtubî, XIX, 257-258). Zemahşerî’ye göre siccîn, “şeytanların, inkârcı ve günahkâr olan insanlarla cinlerin amellerinin Allah tarafından kaydedildiği kötülük defteri, sicili” demektir (IV, 231). Gerek âyetlerin bağlamı gerekse müfessirlerin açıklamaları dikkate alındığında siccînin, amellerin düzenli ve eksiksiz kaydedildiği, inkârcıların ve günahkârların bütün eylemlerinin yazıldığı bir kitap (kütük) olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte siccîn âhiretle ilgili olduğu için müteşâbih (anlamını kesin olarak bilmemiz mümkün olmayan) kelimelerdendir. Siccînin nasıllığı ve niceliği hakkındaki bilgi Cenâb-ı Hakk’a ait olup müminlerin görevi onun varlığına ve insanların dünyada yapıp ettiklerinin hesabının âhirette sorulması sırasında ortaya çıkarılmak üzere yazılıp korunduğuna inanmaktır (Allah, kullarının bütün yapıp ettiklerini bildiği halde bu tür kayıtların tutulmasının sebebi için bk. İnfitâr 82/9-12).

10-11. âyetlerde hesap ve ceza gününü inkâr eden, dolayısıyla bu tutumları siccînde kayda geçirilmiş bulunan günahkârların âhiretteki âkıbetlerinin çok kötü olacağına dikkat çekilmektedir. 12-13. âyetlerde ise bunların kötü davranışlarından üç kapsayıcı örnek gösterilmektedir: a) İnanç konularında haddi aşmaları, hak yoldan sapmaları; b) Durmadan günah işlemeleri; c) Kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bunlara “eskilerin masalları” demeleri, dolayısıyla Kur’an’ı ve peygamberi red ve inkâr etmeleri. 14. âyette inkârcıların bu tür davranışlarının kalplerini kaplayıp kararttığı bildirilmiştir. “...kaplayıp karartmıştır” diye çevirdiğimiz râne fiili, sözlükte “galip geldi, kuşattı, istilâ etti” anlamlarına gelir. Bu âyette ise işlenen günahların, bir pas tabakası gibi kalbi kaplayıp karartmasını, böylece insanın düşünce ve duygularını olumsuz etkilemesini ve onun hakikatleri kavramasına engel olmasını ifade eder (Taberî, XXX, 62; İbn Âşûr, XXX, 199). Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kul günah işlediği zaman kalbinde siyah bir leke meydana gelir. Eğer o kul günahı terkedip bağışlanmayı dilerse, bu leke kaybolur. Şayet tövbe etmez ve günah işlemeye devam ederse, o zaman bu siyah nokta büyüyerek onun bütün kalbini kaplar. İşte Allah Teâlâ’nın, ‘Gerçek şu ki, yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır’ (meâlindeki) âyetinde ifade ettiği kararma ve pas tutma budur” (Müslim, “Îmân”, 231; Tirmizî, “Tefsîr”, 75). Gazzâlî bu âyeti yorumlarken şöyle der: Tam tövbe önceki kusurları da telâfi edecek işler yapmaktır. Nitekim Yüce Allah “Hayır! Gerçek şu ki, onların yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır” buyurmuştur. Kir birikince zamanla tabiat halini alır ve kalbi kaplar. Bedensel isteklere uyarak işlenmiş olan önceki kötülükleri telâfi etmek için sadece ileride o istekleri bırakmak yetmez. Ek olarak iyilikler yapmak suretiyle, kalbi kaplamış olan bu kiri pası silip temizlemek gerekir (İhyâ, IV, 10)

Kur’an’da, gerçeğin ve iyinin ne olduğunu anlayıp kavrama merkezi olan mânevî anlamdaki kalbin belirtilen fonksiyonunu yitirmesiyle ilgili olarak “kararıp paslanma” anlamındaki reyn kavramının dışında “mühürlenme” (Bakara 2/7; En‘âm 6/46; Câsiye 45/23), “kilitlenme” (Muhammed 47/24) ve “kılıfla örtülüp kapanma” (En‘âm 6/25; İsrâ 17/46; Kehf 18/57) gibi anlamlara gelen başka deyimler de kullanılmıştır. Râzî’nin kaydettiği bir yoruma göre bu tür ifadeler, günah ve inkârda ısrar eden insanların kalplerinin geçirdiği farklı aşamalara işaret eder. Çünkü –az önce zikredilen hadiste de belirtildiği gibi– insan inkâra ve günah işlemeye devam ettikçe kalpteki mânevî lekelerin de aşama aşama artıp çoğalacağı açıktır (XXXII, 94-95). Nefsi anlatan âyetlere göre de bu kalp, ibadetle olgunlaşıp ilâhî rızâya erme mertebesine yükselen, ama öte yandan günahlarla da alçalan ve hep kötülüğü arzu ve telkin eden nefistir.

Ehl-i sünnet müfessirleri, “...onlar (inkârcılar) o gün elbette rablerinden mahrum kalacaklardır” meâlindeki 15. âyetten, “Şu halde müminler rablerinden mahrum kalmayacaklar” şeklinde bir sonuç çıkarmışlar ve âyeti, âhirette Allah Teâlâ’nın müminlere görüneceği (rü’yetullah) konusunda delil olarak değerlendirmişlerdir. Bu yoruma göre âyette inkârcıların âhirette bütün hazları unutturacak kadar yüksek seviyede bir mutluluk verecek olan “rablerini görme” nimetinden mahrum bırakılacakları ifade edilmiş olmaktadır. Allah Teâlâ’nın, kullarına âhirette yüce zâtını göstereceğini hadisler bildirmekle birlikte bunun nasıl olacağını Allah’tan başkası bilemez (rü’yetullah konusunda bilgi için bk. Kur’an Yolu, A‘râf 7/143).

Allah’a yakın olan kulların görüp duracakları bildirilen (21. âyet) illiyyîn hakkında tefsirlerde “dördüncü veya yedinci kat sema, sonsuz bir yükseklik, en yüksek mekân, iyilerin amellerinin kayda geçirildiği defter, sidretü’l-müntehâ (bk. Necm 53/14), cennet, mele-i a‘lâdaki melekler” gibi farklı açıklamalar yapılmıştır (Taberî, XXX, 64-65; Râzî, XXXI, 96-97; Şevkânî, V, 466). Tariflerden illiyyîn ile siccînin aynı şeyler olduğu, ancak izâfe edildikleri kimseler ve içerikleri açısından aralarında bir nitelik farkı bulunduğu anlaşılmaktadır. Râzî bu farkı özetle şöyle izah etmiştir: Yüce Allah, kullarına bazı şeyleri gelenek ve kültürlerinde alışageldikleri üslûpla anlatmıştır. Bilindiği gibi cennet yükseklik, rahatlık, genişlik gibi niteliklerle tanıtılır; orada seçkin meleklerin bulunduğu belirtilir. Siccîn ise şeytanların dolaştığı, aşağı, karanlık ve dar bir mekân olarak nitelendirilir. Bir yerin yüksekliği, genişliği, aydınlığı ve içinde seçkin meleklerin bulunuşu o yerin mükemmelliğini ve üstün değerini, bunların tersi ise oranın kusurlu ve bayağı bir yer olduğunu gösterir. İnkârcıların bilinen nitelikleri ve eylemlerinin kayda geçirildiği belgeler aşağılanmak ve kötülenmek istendiği için, onların kitaplarının yani amel defterlerinin aşağıda, şeytanların bulunduğu karanlık ve dar yerde olduğu; iyilerin kitapları yüceltilip şereflendirilmek istendiği için onların da seçkin meleklerin bulunduğu yücelerde olduğu belirtilmiştir (XXXI, 92-93; illiyyîn hakkında bilgi için bk. İlyas Üzüm, “İlliyyîn”, DİA, XXII,123).

Gerçek erdem sahibi kimselerin cennette karşılaşacakları nimetler tasvir edilmektedir. Amel defterleri “illiyyîn”de korunanların, cennette sevinç ve mutluluk içinde yaşayacakları, koltuklar üzerinde oturup seyredecekleri ifade edilmekle birlikte neyi veya kimi seyredecekleri belirtilmemiştir. Müfessirler, Allah’ın onlar için hazırlamış olduğu ikramları veya cehennemde bulunanların hallerini yahut yüce Allah’ın zâtını seyredeceklerini söylemişlerdir. “Onlar, o gün elbette rablerinden mahrum bırakılacaklardır” meâlindeki 15. âyeti, âhirette inkârcıların Allah’ın zâtını görmekten mahrum kalacakları yönünde yorumlayan müfessirlerden bazıları, “...koltuklar üzerinde oturup seyrederler” meâlindeki 23. âyeti de müminlerin âhirette –bilemeyeceğimiz bir tarzda– Allah’ı görecekleri şeklinde yorumlamışlardır (bk. Râzî, XXXII, 98; Şevkânî, V, 466; İbn Âşûr, XXX, 205).

Kur’an’da, genellikle insanlarda eksik de olsa bir çağrışım yapması ve sonuçta bir arzu uyandırması için cennet nimetleri dünya hayatında haz, tat ve zevk veren bazı maddeler için kullanılan kelimelerle, isimlerle anılmış, bu yönde somut örnekler üzerinden tasvirler yapılmıştır. Burada da müminlere “mühürlenmiş, mührü de misk olan nefis bir içki”nin, bir başka yoruma göre de “içince ağızda misk kokusu bırakan bir içki”nin sunulacağı bildirilmektedir. “İçki” diye çevirdiğimiz rahîk kelimesi Arapça’da “saf ve iyi cins şarap” için kullanılır (Taberî, XXX, 105; İbn Âşûr, XXX, 205). Ancak Sâffat sûresinde (37/47) cennet içkisi tanıtılırken “İçenleri sarhoş etmez” buyurulmuştur. Secde sûresinde de (32/17) daha genel bir ifadeyle “Yaptıklarına karşılık olarak onlar için saklanan mutlulukları hiç kimse bilemez” buyurularak cennet nimetlerinin dünyadakilere göre mahiyet farkına, onların bu dünyada bilinen ve tadılandan büsbütün farklı olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu fark, cennet nimetlerinin sırf iyi ve mutluluk verici oluşundadır. Esasen cennetin esenlik, mutluluk ve erdem yurdu olacağına dair pek çok âyet, oradaki nimetlerin –dünya dilindeki kelimelerle ifade edilse de– insanlar arasında kıskançlık, huzursuzluk, çekişme, mutsuzluk, haksızlık, hastalık, keder vb. olumsuzluklar doğuracak türden olmayacağını açıkça göstermektedir.

Burada cennet içkisi tanıtılırken 25. âyette onun karışımının tesnîmden olduğu ifade edilmiştir. Tefsirlerde tesnîmin sözlük anlamı genellikle “suyu, yukarıdan aşağıya akıp duran kaynak” şeklinde verilir ve bu bağlamda cennetteki yüksek bir su kaynağını ifade ettiği belirtilir (meselâ bk. Taberî, XXX, 110). İbn Abbas’a isnat edilen bir açıklamada, Secde sûresinin 17. âyeti hatırlatılarak tesnîmin, iyiler için hazırlanmış bir cennet nimeti olup onun mahiyetini Allah’tan başkasının bilemeyeceği ifade edilmiştir. Hasan-ı Basrî’nin de “Tesnîm, Allah’ın cennet ehli için hazırlayıp gizli tuttuğu nimettir” dediği nakledilir (Râzî, XXX, 100). Tefsirlerde, “Allah’a yakın olanların içecekleri bir kaynak” meâlindeki 28. âyetin “tesnîm”i açıkladığı belirtilmektedir.

Bu kümedeki âyetler dünyada inançlarından dolayı müminlerle alay eden, onları küçümseyen ve yollarının yanlış olduğunu ileri süren inkârcılar hakkında inmiş olup onları kınamakta ve uyarmaktadır. Özellikle 33. âyette Allah tarafından kendilerine müminleri koruyup kollama görevi verilmediğinin belirtilmesi dikkat çekicidir. Buna göre din konusunda insanların sırf kendi kişisel görüşlerine göre başkalarını yargılama yetkileri yoktur; bu konudaki ölçü ve dayanaklar Allah tarafından konulmuş olup dinî konulardaki eleştiri ve uyarılar da bu çerçevede kalmalıdır. 34-36. âyetlerde müminlerle inkârcılar arasında durumun âhirette tersine döneceği, bu sefer müminlerin inkârcıların içine düştükleri duruma gülecekleri ifade edilmekte, kendileri için hazırlanmış olan mutluluk verici âkıbetten dolayı sevinecekleri bildirilmekte ve inkârcılara hak ettikleri cezanın uygulanmasına başlanıp başlanmadığını merak ederek etrafa bakacakları bildirilmektedir. Burada asıl anlatılmak istenen husus, müminlerin, inkârcıların azap görmelerinden zevk alacakları, mutlu olacakları değil; dünyadayken inananlarla alay eden ve onların sıkıntı çekmelerinden zevk alan inkârcıların, âhirette bu tutumlarının bedelini ödeyecekleri, ettiklerini bulacaklarıdır. Dolayısıyla bu âyetler uyarı amacı taşımaktadır.