Türkiye Cumhuriyet'i vatandaşı olup da ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmek, kendi devleti, kendi insanı tarafından 'ötekileştirilmek' nasıl bir duygu acaba sorusunun peşinden giden gazeteci Erkam Tufan Aytav'ın 'Türkiye'de Öteki Olmak' adlı kitabı, Mavi Ufuklar Yayınları arasından çıktı. Aytav, ülkemizde 'öteki' olmanın zorluklarını yaşayanların, 'azınlıkların' ya da kendilerini 'azınlık' hisseden etnik mezhebi toplulukların temsili kişileri ile yaptığı söyleşilerde dile gelen kırgınlıkları, yaşanan acıları paylaşıyor okuyucusuyla. Türkiye'de Yahudi olmayı yazar Mario Levi, Rum olmayı Yorgo Stefanopulos, başörtülü olmayı Hilal Kaplan, Ermeni olmayı Prof. Arus Yumul, Süryani olmayı Zeki Basatemir, Kürt olmayı Altan Tan, Alevi olmayı Reha Çamuroğlu ve Çingene olmayı Aydın Elbasan ile yaptığı söyleşilerle, birinci ağızlardan aktarıyor okuyucuya.
Kitap kapsamında önümüzdeki günlerde bir de panel düzenleniyor. Kitapta röportaj yapılan isimlerin panelist olarak katılacağı etkinlik 11 Mayıs Çarşamba günü Çemberlitaş Fırat Kültür Merkezi'nde saat:19.00'da başlayacak.
Dilimiz yüzünden ötekileştiriliyoruz
Kürt kökenli yazar Altan Tan, Kürtlerin dil ekseninde ötekileştirildiklerini savunuyor. 'Kendimi Kürt olarak görüyorum' diyor Altan Tan ve ekliyor: “Ama şarkısıyla, türküsüyle, müziğiyle, atasözleriyle, gelenek ve görenekleriyle de Türk kimliğimi yadsımıyorum. Türkçe'yi çok seviyorum. Yani kendimi Kürt olarak tanımlıyorum fakat kültürel olarak da bu saydığım şekilde Türk kimliğinin bütün özelliklerini barındırıyorum. Müzeyyen Senar'dan, Fuzuli'den, Nedim'den, Baki'den Karacaoğlan'dan Pir Sultan Abdal'a kadar hepsini seviyorum, kendimden kabul ediyorum ve özümsüyorum. Demokratik standartları yükseltip kardeşçe yolumuza devam edeceğiz. Hepimiz Allah'ın kullarıyız, geçiciyiz.”
Kendimi kızılderili gibi hissediyorum
Rumlar Türkiye'de nüfusları gittikçe azalan azınlıklardan. Sayıları beş bin civarında olan Rum cemaatinin çoğunluğu yaşlılardan oluşuyor. Türkiye Rum cemaatinin önde gelen isimlerinden Işık Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yorgo Stefanopulos, Türkiye'nin Yunanistan ile yaşadığı krizlerde Rumlar olarak çok sıkıntı çektiklerini söylüyor. Rum kimliği ile Türkiye'de var olmayı 'Kızılderili' olmakla eş tutan Yorgo Stefanopulos, kitabın 'Türkiye'de Rum Olmak' başlıklı bölümünde, 'Yunanistan benim için sadece bir komşu ülkedir' diyor: “Ben aslen buralıyım, yerlisiyim. Eğer tabir ya da benzetme uygunsa belki de İstanbul'un Kızılderilisiyim. Biz iki kültüre sahibiz bunu bangır bangır bildirmek istiyoruz. Burada Rumca konuşuyorduk. Yunanistan'a gidenler Türkçe konuşuyor. Ben farklıyım o farklılığı göstermek istiyorum. Hatta övünç duyuyorum o farklılıktan.”
Türküm, Yahudiyim Fenerbahçeliyim
Yazar Mario Levi insanların ismi yüzünden kendisini ötekileştirdiğini söylüyor. İstanbul'daki Yahudilerin Padişah II. Beyazıt'ın gönderdiği donanmayla Endülüs'ten, bugünkü adıyla İspanya'dan' İstanbul'a getirildiklerini ve yaklaşık beş yüz yıldır İstanbul'da Müslümanlarla bir arada yaşadıklarını hatırlatan Levi şöyle sürdürüyor sözlerini: “Ben pekçok İstanbulludan daha fazla İstanbulluyum. Çünkü 500 yıllık bir geçmişim var benim bu şehirde. İstanbul benim çocukluk şehrim, gençlik rüyam. Ben Türk'üm, İstanbulluyum, Yahudi'yim, Kadıköylüyüm, Fenerbahçeliyim. Herkes kadar Türk'üm ben de.” Türkiye'de inançları yüzünden 'ayrıştırmaya' uğrayan bir başka kesim de Aleviler. Alevi yazar Reha Çamuroğlu kitabın 'Alevi olmak' bölümünde Türkiye'de farklılaştırılmaktan çekinen bir kısım Alevilerin kendi kimliklerini gizlediğini söylüyor. Yazar Çamuroğlu sözlerinin devamında şunları söylüyor: “Arkadaşlarım tarafından ötekileştirilirim korkusuyla ailem bana Alevi olduğumu söylemedi. Bir gün lisede birisi bana 'Lan Kızılbaş' dedi. 'Ya niye bu bana böyle diyor?' dedim. Elhamdülillah Müslümanız tabii nerden çıktı bu falan dedim. Geldim eve anneme sordum. Annem dedi ki 'Git dedene sor' Ben de dedeme sordum. Dedem de bana, 'Oğlum öyle denmez ona. Biz Ehlibeyt âşığıyız, ondan sana öyle demiş o' dedi.”
Pastane köşelerinde ders görüyorduk
Ülkemizde 'karşı taraf'tan sayılıp ayrıştırılan kesim sadece gayrimüslim azınlıklar değil elbette. Türkiye'de inançları nedeniyle kendi vatanlarında kendi insanları tarafından 'ötekileştirilmeye' çalışılan, adeta 'öz yurdunda garip'liği yaşayan bir başka kesim de başörtülüler. Günümüzde neredeyse bütün kamu kurumlarında dışlanan, kılık kıyafetleri yüzünden eğitim hakları gasp edilen büyük bir kesimden bahsediyoruz. Yazarımız Hilal Kaplan da başörtüsü nedeniyle ötekileştirilenlerden. Öğrencilik yıllarında kendisi de başörtüsü mağduru olan Kaplan, cumhuriyetin kuruluşundan beri var olan 'kadınları tektipleştirme' sisteminden yakınıyor. Üniversitelerde başörtüsü yasağının başladığı yıllarda kendisinin de öğrenci olduğunu söyleyen Kaplan, o yıllarda yaşadığı acı deneyimlerini şöyle aktarıyor: “Bir dönem boyunca direndik. Derslere girmedik. Tam da vize haftamızdı yasağın başladığı dönem. Vizelerimize girmedik. Bazı hocalarımız pastanelerde falan ders verdiler. Sınavlarımızı orada yaptılar.”