Yoldaşım Hacı Murat

Kafkas Dağları dünya edebiyatına mal olan hikaye, macera ve kahramanlıklarla dolu. Bu kahramanlardan Hacı Murat son günlerini Şeki’de geçirmiş. Kitabını yazarken kapsamlı araştırma yapan Tolstoy, Hacı Murat’ın kalmak için Şeki’yi tercih etmesinde ‘namazlarını rahatça kılabileceği camileri’ olmasının etkisi olduğunu da vurgulamış. Şeki küçük güzel camileri olan bir şehir ve içlerinden birinde Türkiye’ye olan muhabbet bir başka.

Fatma Demircioğlu Parlar
Hacı Murad Camii

Kafkasya’nın küçük bir kenti Nuha’ya (Şeki) gitmek ve bir süre orada kalmak isteyen Hacı Murat, Vorontzov’dan izin istedi. Orada hem ailesinden daha sağlıklı haber alma, hem de Şeyh Şamil’le görüşme imkanı bulabilirdi. Üstelik Nuha, tamamen Müslümanların yaşadığı bir şehirdi. Namazlarını rahatça kılabileceği camisi vardı. Hacı Murat’a Nuha’da bir ev tahsis edildi…

EZANIN DAVETİ

Şeki’ye farklı makamlarda okunan ezanların davetiyle girdim. Bağları, bahçeleri, ağaçların tamamen örttüğü evleri ve tepedeki kalesinin etrafında yükselen minareleriyle Şeki, tam bir güzel camiler şehri. Cuma Camii şehrin merkezinde. Az yukarıda Ömer Efendi, biraz daha yukarıda İmam Ali ve Gödek Minareli Camii, kalenin civarında belki de Hacı Murad’ın da namazlarını eda ettiği Han Camii ve en tepede harika bir dağ manzarasına karşı Gilahlı Camii. Her biri çetin sınavlardan geçmiş, badireler atlatmış, cemaatini kaybedip tekrar kavuşmuş camiler. Öyleki içlerinden Şeki Cuma Camii’nin hikayesindeki mutlu sona biz de dahil olmuşuz. Bu nedenle Cuma Camii’nin cemaatinin Türkiye’ye ayrı bir muhabbeti var.

TÜRKİYE MUHABBETİ

Bu muhabbetin tohumlarının nasıl atıldığını ben de Türkiye’ye döndükten sonra Ersin Nazif Gürdoğan Hoca’nın Zamanı Aşan Şehirler kitabından öğrendim. 1991’in Nisan ayında henüz Sovyetler Birliği dağılmamışken Türkiye’den Azerbaycan’a bir ziyaret gerçekleştirilir. Bu geziye katılan isimlerden olan Gürdoğan izlenimlerini kaleme aldığı kitabında Şeki’de geçirdikleri o akşamı şöyle anlatır:

“Şekililer İstanbul’dan gelen soydaşlarıyla doksan bir yılının Ramazan ayında, Yunus ilahileri eşliğinde, surelerin gürül gürül okunduğu, bir teravih namazı kılıyor. Teravih namazı bir bayram namazına, çevre bayram yerine dönüyor. Namazdan sonra Şeki Müftüsü Hacı Selim, Azerbaycan’da yaşanılanları özetleyen konuşmasını, herkesi hem çarpan hem sarsan ‘Biz yetmiş sene İslamı elimizde od tutar gibi tuttuk’ cümlesiyle tamamlıyor. Şekililerin güzel camisinde son konuşmayı yapan Nevzat Yalçıntaş duyguların doruk noktaya çıktığı bir ortamda, sözü uzatmak istemediğini söyleyerek, herkesi hep birlikte üç defa şahadet getirmeye davet ederek, öncülük yapıyor. Camiyle birlikte bütün Şeki iman tazeliyor, güç tazeliyor.”

FATİHA OKUYAMIYORUZ

İşte 91 yılındaki bu ziyaretin ardından Hacı Selim Efendi Nevzat Yalçıntaş’ın daveti üzerine 1992’de Türkiye’ye gelir. Osman Nuri Topbaş Hoca’yla tanışır ve “Babamızın kabrinde bir Fatiha okuyamıyoruz. Ne olur gelin, halkımıza İslam’ı öğretin!” der. Geri çevrilemeyecek bu talep karşısında bir heyet Şeki’ye gider ve Sovyet döneminde spor salonuna dönüştürülen cami ve ipekçilik teknik okulu olarak kullanılan medrese kısa sürede onarılır. Medrese artık İslam Koleji olarak hizmet veriyor ve Azerbaycan’ın farklı bölgelerinden gelen 100’e yakın öğrenci burada eğitim alıyor. Doksan bir yılındaki o gezide Şekili gençler “Biz ilk defa sizinle şehadet getirdik, sizinle namaz kıldık ‘derken, bugün Şeki’nin genç hafızları ne mutlu ki uluslararası yarışmalarda aldıkları derecelerle adlarından söz ettiriyor.

O EVİ ARADIM

Şeki, Çarlık ve Sovyet dönemlerinde yapılan bazı müdahale ve mimari eklemelere rağmen İslam şehri kimliğini yüzyıllarca koruyabilmiş. Şehri gezdiğinizde Evliya Çelebi’nin bahsettiği camileri, hanı, çarşıyı ve yeşillikler içindeki o güzel evleri görebiliyorsunuz. Ancak benim gözüm özellikle “Han Sarayı’yla camiye yakın bir yerde beş odalı müstakil bir evi” yani Hacı Murat’ın Şeki’deyken kaldığı evi arıyor.

Kitabını yazmadan önce Kafkasya’yı, folklorunu, Şeyh Şamil ve Hacı Murad konusunu derinlemesine inceleyen Tolstoy, o döneme dair bilgisi olan Şeki sakinleriyle mektuplaşıp, Hacı Murad’ın dış görünüşü, günlük hayatı, silahları, giyim kuşamı, kaldığı ev ve evin mimarisi gibi birçok konuda ayrıntılı bilgi almış. Dolayısıyla kitabdaki konum Şeki sakinlerinden. Ayrıca Han Camii ve civarındaki binaların son yıllarda ciddi bir restorasyondan geçirilmiş olması da beni Kafkas kahramanın yaşadığı yeri bulma konusunda ümitlendirse de ne yazık ki aradığım o evi bulamıyorum.

BÜLBÜLLER BİLE SUSTU

…Hacı Murat sabaha karşı abdest almak için dışarı çıktı. Adamlarının odasından bileylenen kılıç ve kamaların cızırtılı sesi bülbül sesleriyle bir ahenk oluşturmuştu. Ezan okunurken bülbüller bile susmuştu. Hacı Murat namazını kılıp silahlarını kontrol etti. Hazırlıkları tamamdı. Şehrin çevresinde gezmek için izin aldı. Kendinden emin bir vaziyette ilerliyordu. Yol boyunca başlarında sepetler taşıyan kadınlar, arabayla giden askerler, mandaların çektiği gıcırtılı kağnılarla karşılaşmışlardı. Kaleden en az iki kilometre uzaktaydılar. Birden atını hızlandırdı…

YOLLARIMIZ AYRILDI

Ben de şimdi kalenin tam iki kilometre uzağındaki Gilahlı Camii’nin daha doğrusu minaresinin önündeyim. Cami Sovyet döneminde yıkılmış. Camiye dair önemli bir bilgi Şeki’ye gelen hemen herkesin ziyaret ettiği Han Sarayı’na benzer bir üslupta inşa edilmiş olması. Dolayısıyla bu bilgi bir zamanlar burada çok güzel bir eser olduğunun ispatı. Şimdi cami yok ama dimdik ayakta duran minaresinin karşısında öyle güzel bir dağ manzarası var ki geleni buraya mıhlıyor. Neticede bu dağlar birçok yazara esin kaynağı olmuş. Sadece Azerbaycanlı değil Puşkin, Lermontov, Tolstoy gibi birçok Rus yazarın da ruhlarını iyileştirip, kalemlerini cesaretlendirerek dünya edebiyatına sayısız eser hediye etmiş. Tıpkı Lev Nikolayeviç Tolstoy’un Hacı Murat’ı gibi.

Benim Şeki’de Hacı Murat’la yoldaşlığım buraya kadar. O çoktan son durağı olan Kah’a ulaştı. Ben ise Şeki’deki yolculuğuma yeni ‘hemrah’larımla devam edeceğim….