Yıkık  krallığımız

Yazar Tarık Tufan’ın yeni kitabı “Beni Onlara Verme” çeşitli öykülerden oluşuyor. Geçmişin bıraktığı hesaplaşma duygusu, Tufan’ın üslubuyla birleştiğinde sıkı bir etkide birleşiyor. Kitap, görmezden gelinen semtlerin manifestosu niteliğinde.

Yeni Şafak
Yıkık krallığımız

SUAVİ KEMAL YAZGIÇ

Taksilerin girmeye çekindiği sokaklar... Hastalıktan değil dertten, gururdan ölen insanların yaşadığı bir semt burası. Neresi olduğu çok da önemli değil. Kentsel dönüşümün henüz başlamadığı zamanlara ait bir semtin hikâye aynasına yansıyan karakterlerine ait hikâyeler bunlar. İster istemez bir ucundan nostalji yükselen metinler elbette. Ancak bu noktada vurgulamam gereken bir nokta var. “Beni Onlara Verme”deki nostalji bir altın çağ nostaljisi değil. Yitip gitmiş ama giderken de ezip geçmiş bir zamanın insanlarını anlatıyor Tufan. Anlatılmasa sessizlikte yitip gidecek insanlar onlar. Bir ah’ları da var elbette, onlara ah ettirenleri de... Yoksa kitabın adı niçin “Beni Onlara Verme” olsun ki zaten...

BİR SEMTİN MANİFESTOSU

“Beni Onlara Verme” bir geçmişle yüzleşme kitabı. Ancak bu kitaptaki “geçmiş” kişisel alana, çocukluğa ve gençliğe sığmayacak kadar geniş bir alana, bir semte yayılıyor. Bu yönüyle de kişiye “kâinatın merkezi sen değilsin” ihtarında bulunup başka insanları, başka hayatların, başka acıların varlığını hatırlatıyor. Bu öyküler çoğaldıkça başka insanların hayatlarını seyretmenin ötesinde o hayatlarla diyalog kurmaya, anlamaya davet eden bir kitap “Beni Onlara Verme”. Bir nevi kardeşlik manifestosu olarak okuyabiliriz bu kitabı. Ancak bu manifesto; altı boş büyük sözlerden, yaşantı bulaşmamış aforizmalardan oluşmuyor. Burada manifesto derken siyasetteki tanımıyla toplumsal bir hareketin duyurulması ve savların belirtilmesi üzerine kurulan, bir akımın, bir hareketin oluşunu bildiren bildiriyi değil ticaretteki anlamını kastediyorum. Yani bir gemideki malları göstermek için kaptan tarafından boşaltma işlemlerinin yapılacağı gümrük idaresine verilen listeyi. Niçin mi? Çünkü siyasi manadaki her manifesto dâhil ettiği kişilerle sınırlıdır. Oysa “Beni Onlara Verme” olabildiğince geniş ve oylumlu tutmaya çalışıyor karakter yelpazesini. Nuh (as)’un gemisinin hafızada inşa edilen bir kopyasına benziyor bu kitap. Bir gemi yerine semtin manifestosu hükmünde bu hikâyeler.

DIŞIMIZDAKİ YOKSULLUK

İÇİMİZDEKİ ZENGİNLİK

Kitapta yer alan en önemli temalardan biri de “beni onlara verme” diyeceğimiz insanların sayısının ne kadar az buna karşılık insaflarına bırakılmak istemeyeceğimiz “onların” ne kadar fazla olduğu gerçeği. Bu “sığınak” insanların sayısı zannediyorum ki he geçen gün azalıyor. Semt bir sığınaktı eskiden. Evet, bizi he dertten, fırtınadan korumazdı ama o zayıf, eğri büğrü yapısıyla bile ayakta duracak kadar güven verirdi. Bireyselleşmenin atomize olmaya vardığı bir devride bu dediklerimi hakkıyla ifade edebileceğimi sanmıyorum. Ancak dışımızdaki yoksullukla içimizdeki zenginlik arasındaki bağlantıyı Tarık Tufan pek çok hikâyesinde vurguluyor. Nitekim Tarık Tufan da kitap dolaysıyla gerçekleştirdiği bir söyleşide şunları söylüyor: “Anlatılan en hüzünlü, en sert hikâyelerin sonu nasıl biterse bitsin, içinde bir yerlerde iyi insanlar araya girip ellerinden geleni yapıyorlar. Benim de bütün içtenliğimle sorduğum soru budur; yüzüne baktığımızda gözlerimi yaşartacak kadar iyilikle dolu insanlar şimdi neredeler? Allah insana insandan tecelli eder. Bu yüzden de insandan, iyilikten umut kesemeyiz. Göremiyorsak bir yanıyla kötülüğün yaygınlığından bir yanıyla gözlerimizin iyi seçemez hale geldiğindendir. Kötülük sıradanlaştıkça hepimizi içine çekiyor; kötülüğün bir parçası haline geliyoruz. Kötülüğün sıradanlığı o kadar içimize sirayet ediyor ki, bütün suçu hiçbir kuşku taşımaksızın başkalarına yıkabiliyoruz. Biz mutlak hakikatin, mutlak iyiliğin, mutlak masumiyetin sahipleriyiz ve karşımızdaki grup da bunların dışında kalan kötülüklere sağlanmış durumda. Sosyal medya iyi insanların duyarlı mesajlarıyla dolup taşıyor ama hayat öyle değil. Belki iyi insanlar araya girer de durumlar bir parça düzelir.”

“Beni Onlara Verme”de vurgulamam gereken bir başka detay ise önsözünde yer alan “Herkesin hicreti niyet ettiğinedir” ifadesi olacak. Kimi şöhrete kimi zenginliğine; kimi evladına kimi sevdiğine hicret etmeye çalışan pek çok karakter var kitapta ve çoğu hicret de hüsran ile nihayet buluyor. Ancak Tarık Tufan bütün bu acıları anlatırken bizde bir katharsis duygusu, bir rahatlama uyanmamasını sağlayacak dengeli bir dil ve üslup yakalamayı başarıyor. Bu yüzden okuyup geçmiyoruz hikâyeleri. Tam tersine okuyunca bizde kalacak ve bize sorumluluk duygusu yükleyen metinlerle karşılaşıyoruz.

İşte böyle... Tarık Tufan yeni kitabı “Beni Onlara Verme”de içinde yaşayan insanların kederden lime lime olmasını hikâyeleştiriyor. Ne yazık ki pek az kitapta duyduğumuz beşeri çığlığı dipten dibe hissettiren bir kitap “Beni Onlara Verme”.