Çok keyifli geçti yaz tatilim. Son günlerinde olsak da hâlâ da öyle sayılabilir. Bugün balık tutmaya gideceğiz babamla. Siz de gelmek ister misiniz? Öyleyse düşün peşimize...
Ayşe durur mu? O da dedemle birlikte takıldı arkamıza. Sözde Ayşe'yi balık tutmaya, dedem götürüyor. Ama yanımızdan bir adım olsun ayrıldıkları yok nedense.
İşte dere de göründü. Oltalarımızı hazırlayıp, uyur gibi akan derenin içine sarkıtıyoruz. Hişşt, siz de sessiz olun lütfen! Pek ses çıkarmamak gerekiyormuş balık tutarken. Balıklar sesimizi duyarlarsa, oltaya yaklaşmazlarmış.
Ama dinleyen kim? Kardeşim Ayşe, papağan çenesi yemiş gibi sanki. Dudakları arasında bir şarkı, mırıldanıp duruyor kendi kendine. Ona kalırsa balıklar, güzel şarkıları sever ve dinlemek için iyice yakına gelirlermiş. Babam sonunda dayanamayıp biraz da şakayla Ayşe'ye çıkışıyor:
"Ne o Ayşe hanım, bitmeyecek mi şarkın? Konuşmadığın günlerin zekâtını veriyorsun herhalde."
Bir şey anladımsa Arap olayım. Hatta Japon olayım. Zekâtın ne olduğunu kim anlatacak şimdi bana?
Dedem tabii ki!
Dedem neden mi fısıldayarak konuşuyor? Balıklar kaçmasın diye elbet. Kulaklarınızı biraz daha yaklaştıracak olursanız, siz de söylediklerini rahatça duyabilirsiniz. Zekât vermek, İslam'ın şartlarından dördüncüsüymüş.
"Zekât, mal ve para ile yapılan bir ibadettir. Belli bir miktarda malı olan her Müslüman'ın vermesi farzdır. Allah'ın belirttiği bir ölçüden daha fazla malı, parası, mülkü olan her Müslüman zekâtını vermelidir."
İyi de kime?
"Başta maddi durumu iyi olmayan en yakın akrabalarımıza... Sonra fakir kimselere, borçlulara, Allah yolunda çalışanlara ve yolda kalmışlara verilmelidir zekat."
"Sadece para mı verilir dedeciğim?"
"Dileyen para, dileyen giyecek ve yiyecek, isteyen dört ayaklı hayvanlardan ve ticarî mallardan verebilir zekâtını. Allah, kitabında 'Namazı dosdoğru kılınız ve zekâtı tam veriniz' diye buyuruyor."
Hoop! Bir balık yakalıyorum işte tam bu sırada. Balığımı kancadan çıkarıp içi su dolu küçük kovama bırakıyorum. Balık ölmemiş çok şükür. Fakat keyifsizce yüzüyor kovanın içinde. Dedem de, babam da sağolsunlar. Zekâtla ilgili bir sürü şey anlatıyorlar bu arada. Hepsini bir bir kaydediyorum aklımın bir köşesine.
"Herkes yılda bir kez zekâtını verse ülkemizde hiç fakir insan kalmaz" diyor babam. "Böylece hem fakirler sevinmiş olur, hem de zekâtını veren sevap kazanarak ibadetini yapmış olur."
Ne güzel bir yardımlaşma! Allah'ın bize verdiklerini insanlarla paylaşmak ne güzel bir ibadet öyle değil mi? Zekât vermekle insanların kazancı ve malı temizleniyor, bereketlenerek artıyormuş. Bir de şeymiş; zekât insanları cimrilikten kurtarıyormuş. Bu dünyanın malına ve parasına bağlı olmamayı hatırlatıyormuş.
Bu balıklarda nereye saklandı Allah aşkına? Benim yakaladığım bir tanecik balık dışında, balık yakalayan olmadı henüz. Aradan iki saat daha geçti. Fakat sonuç yine de değişmedi. Kovamız, bir balığı saymazsak boş hâlâ. Şimdi çabucak toparlanma vakti. Hava bulutlanmaya başladığına göre, yağmur üzerimize indi inecek.
"Gökyüzünün zekâtı da yağmur" dedi dedem. "Yoksulluğu susuzluk olan topraklara, gökyüzü bol bol veriyor zekâtını."
Dedemin sözü bitmeden, yağmur damlalarını hafiften dökmeye başladı.
Kovadaki balığa baktım, bir avuç suda gezinip duruyor. Belli ki hiç memnun değil hayatından. Dedeme seslendim: "Dedeciğim, tuttuğum bu balık için bana da zekât düşer mi?"
Dedem de, babam da bana cevap vermeden gülümsediler.
"Bence düşer…" deyip balığı, derenin içine bıraktım. Böylece ilk zekâtımı vermiş oldum ben de. Bütün sevabı avuçlarımın içine biriktirdi yağmur.
Hayvanlar aleminden ilginç bilgiler