Hak Dini Kur’an Dili/Yeni Mealli Türkçe Tefsir başta olmak üzere pek çok esere imza atan son devrin din alimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır 1942’de vefat etti. Vefatından tam 75 yıl sonra terekesinden 1927-1937 yılları arasında yazılmış mektupları çıktı. İlk kez Yeni Şafak gazetesinde yayınlanacak olan bu mektupların içinde hem özel hem de devlet erkânıyla yazışmalar yer alıyor. Bu yazışmalar arasında sadece kendine gelen mektuplar değil aynı zamanda bu kişilere cevap olarak gönderdiği mektupların birer nüshası da bulunuyor. Türkçe ibadet ve Türkçe Kur’an konusunda devletin o yıllarda nasıl bir yol izlediğine dair önemli bilgilerin yer aldığı mektuplar ayrıca o dönemde bir alimin içine düştüğü buhranları, imkânsızlıkları gözler önüne seriyor. Araştırmacı-yazar Necmi Atik aracılığıyla ulaştığımız bu mektuplar aynı zamanda Cumhuriyet’in ilk yıllarında din üzerine yapılan baskıları da açık bir şekilde anlatıyor. Atik, Yazır’ın torunu iş adamı Mehmet Hamdi Yazır’ın vesilesiyle bu mektuplara ulaşmış. Konularına göre tasniflediğimiz mektupları gün yüzüne çıkaran yazı dizimizin ilk bölümünde Mısır’da Kur’an meali üzerine çalışan Milli Şairimiz Mehmet Akif’e gönderdiği mektuba yer vereceğiz. Bu yazışmalarda öne çıkan konu Türkçe ibadetin gündeme gelmesiyle birlikte hazırlanan Türkçe meal ve tefsir üzerine yaşanan endişeler. Atatürk’ün emriyle belli başlı camilerde Türkçe ibadetin yapılmaya başlandığı 1932 yılına kadar uzanan mektuplar o yıllara ayna tutuyor. Yine mektuplarda İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandıktan sonra münzevi bir hayata çekilen Elmalılı’nın evinin bahçesine bile çıkmadığı, maddi sıkıntılar yaşadığı ve tek uğraşının tefsir ve meal olduğunu da okuyacağız. Son devrin bu önemli din âliminin hiç yayınlanmamış bu mektupları bir dönemi yeniden tartışmaya açacağa benziyor.
Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923 yılından itibaren artık yeni bir dönem başlamıştı. Düşmanla mücadele bitmiş yeni Cumhuriyet’in temellerini oluşturacak çalışmalar için düğmeye basılmıştı. Artık mücadele Osmanlı Devleti’nin uzantısı olan kültür, sanat, siyaset ve eski kurumlara karşı yürütülecekti. Bu mücadeleden nasibini alanlar arasında devrin iki önemli ismi de vardı: Mehmet Akif Ersoy ve Elmalılı Hamdi Yazır.
Elmalılı Yazır, Osmanlı’nın son hükümetinde görev aldığı için Cumhuriyet’in ilanından sonra kurulan İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmıştı. Fatih’teki evinden alınıp Ankara’ya götürülen ve burada yargılanan Elmalılı, 40 gün süren yargı sürecinin sonunda suçsuz bulunarak serbest bırakılmıştı. Görev aldığı medreseler kapandığı için işsiz kalan Elmalılı Hamdi Yazır 20 yıl boyunca evinden çıkmadan münzevî bir hayat yaşadı.
AKSEKİ GÖREVLENDİRİLDİ
21 Şubat 1925’te TBMM’de Diyanet İşleri Riyaseti’nin bütçe müzakereleri yapılırken Kur’an-ı Kerim tercüme ve tefsiriyle Sahih-i Buhârî’nin tercüme ve şerhi için 20 bin liralık tahsisat konuldu. Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda Ahmet Hamdi Akseki’yi görevlendirdi. Akseki, yaptığı istişareler sonucunda tefsiri Elmalılı’ya meali de Akif’e teklif etti. Uzun bir ikna sürecinden sonra sonucunda iki isim de teklifi kabul etti. Yapılan anlaşmaya göre Akif ve Elmalılı’ya bu çalışmalar için önce biner lira peşin ödeme yapıldı. Kalan beşer bin liralık ücret ise çalışmalar teslim edildikçe peyderpey ödenecekti.
ŞAPKA GİYMEMEK İÇİN MISIR’A GİTTİ
Şapka giymemek için Mısır’a giden Akif, buradan hazırladığı mealleri Elmalılı’ya gönderecekti. Yine şapka giymek istemeyen Elmalılı mektuplarından anlaşılacağı üzere evinin bahçesine bile çıkmıyor, bir yandan hastalıklarıyla uğraşırken diğer yandan da aldığı görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyordu. Akademisyen-yazar Necmi Atik’in özel arşivinden ulaştığımız mektupların ilki bu tefsir ve meal çalışmalarının yapıldığı dönemde Elmalılı’dan Akif’e yazılmış.
ZİHNİMDEKİLERİ KALEME ALMAKTA ZORLANIYORUM
“Güzel mektubunuzu aldım öpe öpe okudum” diye mektubuna başlayan Elmalılı hem yaptığı tefsiri hem de yaşadığı maddi ve manevi sıkıntılarını kaleme almış. “Fakir hânemde münzeviyâne oturuyor, gece gündüz tefsir yazmakla uğraşıyorum” diyen Elmalılı, tefsirle hemhal olmanın ruhunu iyileştirdiğinden bahsediyor ve şunları dile getiriyor: “Bu meşgale bana o kadar hoş ve zevkli geldi ki ve gittikçe Kur’ân’ın azameti gözümde öyle büyüdü ki bilhassa sûre-i Yûnus’dan beri gönlüm büsbütün başka bir âlem ve hayât yaşıyor. Fakat çok yoruldum hele bu sene büsbütün durgunlaştım. …geceleri uyku uyuyamıyorum. Henüz düşünebiliyorsam da zihnimdekini kaleme almakta zahmet çeker oldum. Yazı yazıp dururken birden bire kendimden habersiz kalkıp odanın içinde gezinmeye başlamış olduğumu sonradan fark ediyorum. Bunun için iş üretemiyorum. Henüz sûre-i Hûd’u bitirmek üzereyim.”
İKİ KİŞİLİK AİLE BANA BAKIYOR
İki dostun dertleşmesinden öte Cumhuriyet’in ilanından sonra bir din âliminin yaşadığı yalnızlığını okuduğumuz mektupta Elmalılı, “Bir kayınpederim vardı sizlere ömür o da geçen sene vefât ediverdi. Dördü kız biri oğlan beş yetimi de bana kalakaldı. Bu suretle orada iki kişilik bir aile bana bakıyor” sözleriyle yaşadığı geçim sıkıntısından da dem vuruyor.
BİR DEVRİ AYDINLATIYOR
Necmi Atik, Elmalılı'nın eşyaları içinde Akif'in kendi el yazısıyla kaleme aldığı Kur'an mealini de bulmuş. Bize şu bilgileri verdi: “Elmalılı Hamdi Yazır’ın kendi el yazısıyla Kur’an tefsiri ve mealinin yanı sıra Akif’in kendi el yazısıyla yazdığı mealinin ilk iki cüzüne de ulaştık. Bu cüzleri bu yılın başında Büyüyenay Yayınları arasında kitap olarak yayınladık. Mektuplar arasında ise Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi’nin Elmalılı’ya gönderdiği mektup ve Elmalılı’nın cevabı dışında Ahmet Hamdi Akseki, Mehmet Akif, Musa Carullah Bigeyev gibi isimlere gönderilen ve onlardan gelen mektuplar da var. Ayrıca Sait Halim Paşa’nın kardeşi olan Abbas Halim Paşa’nın vefatı üzerine Elmalılı’nın eşine yazdığı taziye mektubu ve gelen cevap da mevcut.Bu mektuplar bir devri anlamamız için çok önemli belgeler diyebiliriz.”
ELMALILI HAMDİ YAZIR KİMDİR?
Elmalılı Hamdi Yazır son devrin önemli İslam âlimlerinden biridir. 1878’de Antalya’nın Elmalı ilçesinde doğdu. Hamdi Efendi, ilkokul ve rüştiyeyi Elmalı’da tamamladı. Aynı zamanda hafızlığını da burada yaptı. Amcası Hoca Sarılarlı ile birlikte 15 yaşındayken İstanbul’a geldi. Zamanın önde gelen âlimlerinden Kayserili Mahmut Hamdi Efendi’den ders gördü. Dönemin hukuk fakültesi olan Mekteb-i Nüvvab’a girdi ve buradan birincilikle mezun oldu. İki yıl Beyazıt Medresesi’nde dersiamlık görevinde bulundu, 1906’da Meşihat Dairesi’nde görev aldı. Cumhuriyet’in ilanı sırasında Medresetü’l Mütehasıssı’nda mantık hocası idi. Medreseler kaldırılınca evinde inzivaya çekilmiş, kendisini ilmî araştırmalara vermiştir. Yirmi yıl süren bu uzlet devresi içerisinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın telkiniyle yazımı 12 yıl süren Türkçe tefsiri hazırladı. Elmalılı Hamdi Yazır 27 Mayıs 1942’de İstanbul Erenköy’de vefat etmiş, vasiyeti üzerine Kadıköy Sahra-i Cedid Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.
İSTİKLAL MAHKEMESİ'NDE YARGILANDI
Elmalılı Hamdi Yazır Osmanlı döneminde akademik kimliği yanında siyasî kimliği de öne çıkmış bir âlimdir. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Antalya milletvekili seçilmiş, Damat Ferid Paşa döneminde Evkaf Nazırı olarak görev yapmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra, İstanbul hükümetlerinde görev aldığı için İstiklal Mahkemeleri’nde 40 gün yargılanmış, sonunda serbest bırakılmıştır. Hamdi Efendi’nin yazılarında en dikkat çeken konu İslam medeniyetinin kaynaklarına duyduğu güvendir. Ona göre medeniyetin kökleri ve kaynakları kuşatıcıdır, bu yüzden başka kaynaklara ihtiyacımız yoktur. Hatta modern medeniyetin sorunlarına bile en münasip çözümler İslam fıkhında bulunabilir. Elmalılı Hamdi Yazır ilmî çalışmalarının yanında sanatla da yakından ilgilenmiş Türkçe, Arapça, Farsça şiirler kaleme almıştır. Yine kendi çabasıyla Fransızca öğrenen Yazır, Paul Janet’in Histoire de la Philosophie adlı eserini Türkçe’ye çevirmiştir.
AKİF’İN GÖNDERECEĞİ MEALİN YERLERİNİ BOŞ BIRAKMIŞ
Elmalılı Hamdi Yazır ile Akif arasındaki yazışmalar birlikte çalıştıkları Türkçe Kuran çalışması üzerine. Necmi Atik şu bilgiyi veriyor: “İlk anlaşmaya göre Elmalılı’nın tefsiriyle Akif’in meali birlikte basılacaktır. Yazır’ın Akif’e gönderdiği ancak tarihi belli olmayan bu mektuptan anlıyoruz ki, Akif mealini parça parça göndermeye başlamış.” Elmalılı da tefsirinde meali yerleştireceği yerleri boş bıraktığını mektubunda Akif'e şöyle anlatıyor: “Zât-ı âlinize âit olmak üzere tebyiz edilmiş olanlar da benimkilerle beraber nezdimde mahfuzdur. Lâkin hepsinin meâl-i şerîf yerleri bilâhare yazılmak üzere boştur, gönderdiğiniz zaman birâder yazacaktır. Eseri bitirmiş bulunursanız ben de bundan böyle daha kısa kesip bitirivermeye çalışacağım.
ELMALILI’NIN AKİF’E YAZDIĞI MEKTUBUN TAM METNİ
“Mevlid-i Nebevî şerefiyle tebrik ve taltifi mütezammın güzel mektubunuzu aldım öpe öpe okudum. Teveccühâtınıza çok çok teşekkür eder ve derin iştiyaklarla gözlerinizden öperim. Sıhhatimin nasıl olduğu ve tefsirden hangi sûreye geldiğimi suâl ediyor Hindî bir zâtın Cidde’deki bir mektebi için münasip üç hattat istendiğini ve birine birâderimi münasip görüp diğer ikisini de intihâb-ı ‘âcizâneme bırakdığınızı yazıyor ve kaça gelebileceklerini soruyorsunuz. Evvelâ hâlimi arz edeyim. Fakir hânemde münzeviyâne oturuyor, gece gündüz tefsir yazmakla uğraşıyorum. Bu meşgale bana o kadar hoş ve zevkli geldi ki ve gittikçe Kur’ân’ın azameti gözümde öyle büyüdü ki bilhassa sûre-i Yûnus’dan beri gönlüm büsbütün başka bir âlem ve hayât yaşıyor. Fakat çok yoruldum hele bu sene büsbütün durgunlaştım. …geceleri uyku uyuyamıyorum. Henüz düşünebiliyorsam da zihnimdekini kaleme almakta zahmet çeker oldum. Yazı yazıp dururken birden bire kendimden habersiz kalkıp odanın içinde gezinmeye başlamış olduğumu sonradan fark ediyorum. Bunun için iş üretemiyorum. Henüz sûre-i Hûd’u bitirmek üzereyim. "شيبتنى سورة هود"hadîs-i nebevîsi mazmununu duyar gibi oluyorum. Şimdiye kadar Diyânet İşleri Riyâseti’ne on bir cüzü tevdi edebildim. Zât-ı âlinize âit olmak üzere tebyiz edilmiş olanlar da benimkilerle beraber nezdimde mahfuzdur. Lâkin hepsinin meâl-i şerîf yerleri bilâhare yazılmak üzere boştur, gönderdiğiniz zaman birâder yazacaktır. Eseri bitirmiş bulunursanız ben de bundan böyle daha kısa kesip bitirivermeye çalışacağım. İki senedir hava tebdiline imkân bulamıyorum. Bir kayınpederim vardı sizlere ömür o da geçen sene vefât ediverdi. Dördü kız biri oğlan beş yetimi de bana kalakaldı. Bu suretle orada iki kişilik bir âile bana bakıyor. Rezzâk-ı âlem de lehü’l-hamd aç bırakmıyor. "من حيث لا يحتسب" olup olup gidiyoruz. Yarım kalmış iki Mushaf vardı. Tefsirden yoruldukça dinlenmek üzere ara sıra onları da ikmâle çalışıyorum. Yani hattatlığı da unutmak istemiyorum. Nesih ve sülüs hocam Hacı Arif Efendi merhum “Ben küllü hattat değilim” derdi. Ama ne çâre biz küllendik. Gâh mânâ ilişir gönlüme güftârından Gâh surette kalır zülfüne hayrân olurum. Sâmi Efendi merhum da “Şiir ve hat ile zengin olmuş var mı, o bir zevk, bir tabiat, bir ibtilâdır, nideyim kurtulamam tab’-i hevesnâkimden” derdi. Geçen gün hesap ettim yaz gelmiş ikibuçuk ay olmuş bir defa evimin bahçesine çıkmamışım. Maamâfih ara sıra Naîm bey biraderimiz şeref-i müâneşetleriyle taltif buyurur. Ben tefsirden o da tercümesiyle meşgul olduğu Buhârî’den konuşuruz. Ve zikr-i cemilinizle teşvîr-i iştiyâk ederiz. Onun da geçenlerde pederi vefât etti rahmetullâhi ‘aleyhi. İşte hulâsa ahvâlim bu.”