Türk müziğini korolar besliyor

İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu Müdürü ve ses sanatçısı Dr. Aylin Şengün Taşçı, Türk müziğini gençlere öğretmek ve sevdirmek adına kolları sıvadı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte okullarda seminer dizisine başladı. Mısra ve Nevasel adında iki amatör koro da çalıştıran, bu korolarla yurt içi ve yurt dışında konserler düzenleyen Taşçı, koroların Türk müziğinin kılcal damarları olduğunu söylüyor.

Harun Karabuç
FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ

İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu Müdürü ve ses sanatçısı Dr. Aylin Şengün Taşçı, Türk müziği kariyerinde 30 yılı geride bıraktı. Gökçen Koray yönetimindeki TRT Çocuk ve Gençlik Koroları’nda beşer yıl klasik Batı müziği eğitimi alan Taşçı, bir diğer koro şefi olan Süheyla Altmışdört ile tanışınca tamamen Türk müziğine yöneliyor. Bu yönelimini, ailesindeki kadınların Türk müziğine olan ilgileriyle açıklıyor. O yıllar soprano olarak Bach, Schubert, Mendelssohn gibi klasik bestekârların eserlerini seslendiren Taşçı, siyasal bilgiler fakültesinde öğrenci olduğu yıllar yarı zamanlı olarak da konservatuvara gidiyor. Necdet Yaşar ve Fırat Kızıltuğ vesilesi ile Devlet Türk Müziği Topluluğu’na solist olarak katılıyor. Aynı toplulukta 2004 ile 2014 yılları arasında sanat yönetmenliği yapıyor, 2014’ten bugüne de müdürlük vazifesini yerine getiriyor. Bugüne dek 16 ülkede konser veren Taşçı, Mısra ve Nevasel adında iki amatör koroyu çalıştırıyor ve onlarla da konser düzenliyor. Amatör koroları Türk müziğinin kılcal damarları olarak gören Taşçı, şimdi ise bambaşka bir projeyle karşımızda. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) desteği ile okullarda öğrencilere Türk müziği seminerleri düzenlemeye başlayan Aylin Şengün Taşçı ile bir araya gelip bu proje ve Türk müziğinin bugünü hakkında konuştuk.

Türk müziği seminerleri nedir? Anlatabilir misiniz?

Bu tamamen benim iç hesaplaşmamdan kaynaklandı. Kültür Bakanlığı kapsamında topluluğumuzla iki üç ayda konser yapıyoruz ve genellikle aynı profilden oluşan bir izleyici bizi dinlemeye geliyor. Ama ben bunun bir hak ediş olduğundan rahatsız olmaya başladım. “Ben bunu hak etmiyorum. Bir şey daha yapmalıyım” dedim Ben bu müziği seviyor ve bu işi yapıyorsam bu müziği sevdirmeliyim. Kime? Konselere gelmeyen, bu müziği bilmeyen genç nesle. Tek tek okulları aramaya başladım. İstanbul Erkek Lisesi’ni aradım ilk. Okul müdürü beni müzik öğretmenine yönlendirdi. Okula gittim gençlere bir buçuk saat Türk müziğini anlattım. Büyük bir alakayla dinlediler. Tamamen gönüllülük esasıyla hareket ediyoruz. Beş lira beklentimiz olmadan.

Hangi okullara gittiniz? MEB’in desteğini nasıl aldınız?

Geçen sene bir konser vesilesi ile Zonguldak’ta Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mahmut Özer ve eşi ile tanıştım. İkisi de sanata çok değer veren isnanlar. Eşiyle konuştum. Elimiz kolumuz İstanbul dışına yetmiyor. Anadolu’ya da gitmek istiyorum dedim. Onlar da destek oldular. Sonra Doğalgaz Sanayicileri ve İşadamları Derneği DOSİDER bize sponsor oldu. İstanbul dışında bu ay ilk kez Ankara’ya gittik. 500 çocuğa seminer verdik. Tanbur gösteri yorum bağlama diyorlar, neyi gösteriyorum kaval diyorlar, bendire darbuka diyorlar. Hiç suçlamıyorum ama böyle bir nesil var. 15 Şubat’ta Tokat’a gideceğiz, bakanımız da bizimle birlikte olacak. Her onbeş günde bir şehirde olacağız. Bir taş atacağız suya, o halkalar büyüyecek. Her gittiğimiz yerde on kişiyi etkilesek yeter. Küçük de olsa bir katkı.

Neden okulları seçtiniz?

Kaliteli müziği belli bir yaştan sonra, insan ruhu olgunlaştıktan sonra anlamaya başlıyor. Geçen seneki çok popüler şarkılardan beş tane say deseniz sayamayız. Çabuk tüketilen şeyleri gençler alıyor ama amaç insan ruhunu yukarıya çekmek. Ben iki tane de Mısra ve Nevasel adında amatör koro çalıştırıyorum. Bu korolar Türk müziğinin kılcal damarları bana sorarsanız. İkisinde de elli küsur öğrenci var. Yılda ikişer tane İstanbul konserlerimiz oluyor. Her yıl yurt dışında da konser veriyoruz. Mısra ile Kosova, Almanya, Slovakya’ya gittik. Nevasel daha yeni bir koro onlarla Moldova’ya gittik.

Siz aslında müziğe batı klasikleriyle başlıyorsunuz ama sonra Türk müziğine yöneliyorsunuz.

Sopranoydum evet. Bach, Mendelssohn, Schubert gibi klasik batı müziği bestecilerinin eserlerini okuyordum. Çok sesli müzğin parçası olmak da haz veriyordu. Dikey zenginlik var. Türk müziğindeki yatay zenginlik ise başka bir dünyaya götürüyor sizi. Bu beni daha çok etkiledi. Bu kararı vermemde Süheyla Altmışdört hocamın da etkisi büyük oldu tabii. Türk müziğini çok iyi bilen, bunu gençlere çok iyi ifade edebilen, zeki ve gerçekten bu işin sevgisiyle dolu bir hocaydı. Gökçen Koray da öyle. İkisi de bir şefte olması gereken özelliklere sahipti. Ama birisinde aile sıcaklığını hissetim. O farkı anlatmakta zorlanıyorum.

KORAL MÜZİK YAPSAYDIM MUTLU OLMAZDIM

“Müzik kariyerine adım attım, ben artık gerçek bir solist oldum” dediğiniz an hangi andı?

Devlet Türk Müziği Topluluğu’na girdiğim an ‘Yaşarın artık elim ekmek tutuyor’ dedim. İlk albüm çalışmamdan sonra da henüz daha çok yetersizim diye kendime itiraf ettiğim anlar oldu. Bir şeyler daha yapmalıyım eskik olduğum çok şey var dediğim anlar oldu. Yapılan her çalışma insana bir adım daha getiriyor. Bugün bile ben artık iyi bir müzisyen oldum, diyecek cesareti kendimde asla bulmuyorum. Çünkü mükemmel hiçbir zaman ulaşılan bir şey değildir. Bir adım daha attım diyorum.

Devlet Türk Müziği Topluluğu’na nasıl girdiniz? Kim vesile oldu?

Necdet Yaşar. Onun aynı zamanda bir matbaası vardı Unkapanı’nda. Gençliğinden beri gözleri iyi görmez elinde bir lupla gezer ve tok sesiyle ‘Canım Benim’ diye seslenen bir kimseydi. Kerli ferli, iri yarı bir insan. Tam bir Gaziantepli. Dünyalar iyisi bir insan. Necdet Yaşar ile tanışmazdan önce Fırat Kızıltuğ ile tanışıyorduk. O bana Türk Edebiyatı Vakfı’nda bir konser düzenledi ve konsere Necdet Yaşar’ı da çağırdı. Muhayyer makamında klasik takım okudum. Necdet Yaşar “Nasıl kalktı bu repertuvarın altından” demiş benim için. Allah karşınıza bir vesile çıkarıyor. Böylece Devlet Türk Müziği Topluluğu’na katıldım.

Hangi makamları kendinize yakın hissediyorsunuz?

Türk müziğinde çok sayıda makam var. Hepsi de kendince güzelliklere haiz. Ama tabi ki insan bazılarını kendi ses rengine yakın hisseder. Ben soprano olduğum için dik makamlar bana daha her zaman sevimli gelmiştir. İlk solo yaptığım eser muhayyer kürdi makamında. İlk albümümde ‘Bir kızıl goncaya benzer dudağın’ da muhayyer kürdi. Bu makamı hep sevdim. Hicazkar, kürdilihicazkar da severim. Ama Şu makamı sevmem, okumam demem. Sesimi parlatmaz dediğim makamlar var. Eğer akordu düşük olarak okursam uşşakta ve rastta kendimi pek gösteremem.

Müzik kariyerinize korolarda başlayıp sonra solist oldunuz. Bu müziğe korolarla başlamanın avantajları neler oldu?

Bunun avantajı olduğu kadar dezavantajı da var. Bir bütünün parçası olarak kendinizi duymanız ve bütünsel güzelliğe adapte olmanız tabii ki size büyük bir tat veriyor. Ama kendinizi tek başına dinleyerek sizden çıkan tınıyla farklı güzelliği ortaya koymanızın tadı da başka. Ben avantajlı kısımlarından başladım. Ancak sadece koral müzik yapsaydım herhalde mutlu olmazdım.

POPÜLERLİĞİ YARATACAK RÜZGAR LAZIM

Bu kadar çok fazla konser veren biri olarak şehrin içindeki sahneleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

İstanbul’da Türk müziği gibi kaliteli bir müziği suncacağımız kalitede bir salon yok. Salonların ses sistemi bizim için her zaman sorun oluyor. Videolara balkın. Düğün salonunda söylüyormuş gibi bir uğultu gelir kulağınıza. Çok büyük ve tam donanımlı sahneler var. O tür yerlerde çıkmaya şansımız olmadı henüz. Biz salon müziği yapıyoruz. Oraya giden insanlar eğlenmeye gidiyor. Bu çok doğal. Yol almamız gereken çok şey var. Bir dönem Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nu gazino sanatçılarına açmışlardı. Şimdi öyle bir sorun yok sanırım. Takip ettiğim kadarıyla bu sene devlet korolarına açtılar. Güzel bir şey yaptılar. Çok eskiden Münir Nurettin Selçuk’un Şan Müzikolu konserleri varmış. Sonradan Nevzat Atlığ’ın AKM konserleri. Bugün bu popülerliği yaratacak bir rüzgar lazım. Onu bekliyoruz.