Temelde bir insan üretimi olan sanat; insanın evreni beğeni yoluyla yorumlamasına ilişkin bir eylem. Geleneksel İslam sanatları ise diğer sanatlardan ayrılarak teorik olarak yaratıcının hakikâtini görselleştirmek üzerine geliştiriliyor. Bu anlamda yerellikten sıyrılıyor, çok daha geniş, evrensel ve zamansız bir güzelliği sunuyor bizlere. Özellikle “Geleneksel Türk İslam” sanatları olarak anılan üretimler yüzyıllardır tüm insanlığı büyülüyor. Türkiye’de bu anlamda sahip olduğu zengin kültürel birikimi ulusal ve uluslararası düzeyde korumaya, yaşatmaya ve tanıtmaya devam ediyor. Dünyanın dört bir yanından sanata ve güzelliğe gönül vermiş isimler Türkiye’ye geleneksel Türk İslam sanatlarını öğrenmeye geliyor. İstanbul gibi sanatın merkezi olan şehirlerde üstatlarla buluşup, gönül verdikleri sanatı öğreniyorlar. Eğitimlerini tamamlayıp, hocalarının ‘Sen oldun’ iftiharını duyanlar da el alıp kendi ülkelerine dönüyor ve öğrendiklerim güzellikleri kendi topraklarına saçıyorlar. Bu hafta geleneksel Türk İslam sanatlarının yabancı neferlerine yöneldik. Minyatür ve tezhip sanatçısı Mihaela Georgeta Alpayer, Ebru sanatçısı Miki Oshita, Kırkyama sanatçısı Salimeh Amanjani ile Türk-İslam sanatlarına gönül vermiş bir çift Alişer İmanov ve Muhlisa İmamov ile geleneksel Türk-İslam sanatlarındaki maceralarını konuştuk.
Çocukları ebru ile terapi ediyorum
1968 yılında Japonya’nın Osaka şehrinde dünyaya gelen Miki Oshita, uzun yıllar Japonya’da engelli çocuklara özel eğitim veriyormuş. Ayrıca çocukluğundan beri Türkiye’ye ilgi duyuyormuş. Ebru sanatıyla ise ilk kez bir arkadaşının evindeki tablo ile karşılaşmış. Bu karşılaşmayı, “Ebruyu arkadaşımın evinde gördüğüm an çok ilgimi çekti. Gül çizilmişti ama normal resim gibi durmuyordu. ‘Nasıl çizilmiş?’ diye sordum. O zaman arkadaşım, bunun su üzerine çizilen bir ebru olduğunu söyledi” ifadeleriyle anlatan Oshita, Japon geleneksel sanatı suminagashi ile benzerlik gösterdiği için ebru sanatını öğrenmek isteğiyle Türkiye’ye gelmiş. İstanbul’da Türkçe öğrenirken bir yandan internetten araştırarak bulduğu ebru kursuna gitmeye başlamış. Daha sonra İstanbul Ebru Evi Ebristan’da eğitim almaya başlayan Oshita, icazetini Hikmet Barutçugil’den almış. Ayrıca Ebristan’da Hikmet Barutçugil’in asistanı olarak da çalışmış. 2016 yılında 6. Uluslararası Ebru Kongresi’ne katılan Oshita, bugün “Türkiye’nin Ustaları” projesine kayıtlı bir ebru ustası olarak bu sanata hizmet etmeye devam ediyor. Japonya’ya dönerek engelli çocuklarla terapi olarak ebru çalışmalarını sürdüren Oshita, “Aynı zamanda workshop yaparak ve sergiler açarak Japonlara ebru sanatını tanıtmaya çalışıyorum” diyor.
Bu sanatın genlerimde olduğuna inanıyorum
“Benim için resim yapmak sadece kalem ve boyaları kullanabilmek değildi; kumaşı ve ipleri doğru renk seçimi ve kalite harmonisi ile kullanmaktı” diyen Türkmen asıllı Salimeh Amanjani, Tahran’da Devlet üniversitesi olan Art Üniversitesi Tekstil Tasarım Bölümü’nden 1999’ta mezun olduktan sonra Türkiye’ye gelmiş. “Türkiye tekstil açısından her yerden takdir edilen bir ülke olduğu için sanatımı Türkiye’de pekiştirmek istedim” ifadesinde bulunan Amanjani, 2001 yılında Türkçe öğrenim sertifikasını TÖMER’den almış. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Sanatları Bölümü’nden 2006’da yüksek lisansını “Tarihsel Süreç İçinde Batik” adlı tezi ile tamamlamış. 2018 yılında yine aynı bölümde sanatta yeterlik aşamasını “Bir Çözgü Boyama-Desenlendirme Tekniği Olarak ‘İkat’ ve Çağdaş Uygulaması” adlı teziyle bitirmiş. Amanjani, bugün geleneksel sanatların unutulmaya yüz tutmuşken yeniden hatırlanan bir dalı olan kırkyama sanatının bir ustası olarak karşımıza çıkıyor. İkat bağlama-boyama ve dokumadan; mumlama batik, bağlama batik, ahşap baskı, çarpana dokuması ve kumaş dokuması gibi pek çok teknikle çalışıyor. “Ben doğmadan bu sanatın benim genimde olduğunu inanıyorum Çünkü rahmetli babaannem ünlü bir terzimiş, öyle ki mezar taşında dikiş makinesi resmedilmiş. Ben de belki beş yaşından beri terziliğe, tekstile ilgi duyuyorum” açıklamasını yapan Amanjani, Türkiye’de yollarının çok değerli hocaları ile kesiştiğini anlatıyor: “Prof. Günay Atalayer ve Öğr. Gör. Atif Atalayer’ın benim eğitimimde büyük etkileri var. Değerli hocalarıma teşekkürlerimi sunuyorum” diyor.
Umarım sanatım amacıma hizmet eder
Amanjani, bugün aynı zamanda bir akademisyen olarak uğraştığı sanatla ilgili Türkçe-Farsça arasında çeviriler yaparak literatüre katkı sağlamaya devam ediyor. “Türkmen olduğum için kendi coğrafi el sanatlarımı araştırmak daha elverişli. İran’daki bilgileri Türkçeye ve Türkiye’deki bilgileri Farsçaya aktarmaya çalışıyorum. Bu bilgiler sayesinde yaptığım çalışmalar sergi olarak halka sunuyorum” diyen Amanjani, ilk sergisini “Göçün Zamansız Yüzeyi” ismiyle 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü anısına açmış. “Göç konusu ilgimi çeken bir kavramdı. Bu tekstil sergisinde çarpana dokuması farklı konseptte görücülerine sunuldu” diyor. Bu alanda ulusal ve uluslararası sergi, sempozyum, workshop, projeler ve çeşitli etkinliklere katılan Amanjani, “Çalışmalarımda hangi el sanatını kullanırsam kullanayım, o el sanatını çağımıza yakın ve anlam açısından anlaşılabilecek üslupta çalışıyorum. Her zaman insan ve sosyal hayat, can dostlarımız. Ayrıca benim için doğa da ön plandadır. İnsanlara farklı bakış açılarını ve bu sayede huzuru anlatmak istiyorum. Umarım çalışmalarım bana eşlik edip bu amaca hizmet eder” temennisinde bulunuyor. Amanjani, halen Uşak Üniversitesi’nde Dr. Öğr. Üyesi olarak çalışıyor.
Minyatür benim büyük tutkum
Mihaela Georgeta Alpayer, 1971 yılında Romanya Ploieşti’de doğmuş. İlk, orta ve lise eğitimini doğduğu şehirde tamamlamış. Ardından kendi ilhamını aramak için ülkesinden ayrılmış. “Kendimi bildim bileli hayallerimi süsleyen renklerle oynamayı seviyorum. Hayallerime; sadece paletimdeki boyalarla değil, okuduğum kitaplarda en özgür haliyle şekil veriyorum. Gerçek dünyayı da yüreği hayallerle dolu sanatseverlerin renklendireceğine inanıyorum. Tıpkı bir kar tanesi gibi; kurumuş, buz kesmiş gönüllerde açan bir bahar mevsimidir sanat. Çünkü sanat var olduğu her yeri güzelleştiriyor. Tüm bu güzellikleri yaşamak ve ilham kaynağımı bulmak, çok da zor olmadı benim için” ifadelerini kullanan Alpayer, “Tarihin ve coğrafyanın muhteşemliğini yaşayabileceğim bir memleket, İstanbul olmalıydı” diyor. Daha ortaokuldayken annesinin kütüphanesinde Binbir Gece Masalları kitabını okuduğunu ve bu kitapta süslü çadırlardan, saraylardan, camilerden bahsedildiğini anlatan Alpayer, “Zihnimde özellikle İstanbul, büyülü bir kent olarak kaldı. İstanbul’a yerleştikten sonra geleneksel Osmanlı-İslam sanatlarına meraklı eşimin teşvikiyle, bu konulardaki kitapları okumaya başladım. Bu sanatlara ait örneklerin yer aldığı Topkapı Sarayı’ndaki sünnet odasının önündeki çini panoyu saatlerce seyretmiştim. Eve geldim, kaynaklardan panonun resmini bularak, kalemle çizmeye başladım. İnanılmaz bir keyif ve mutluluk duymuştum” diye anlatıyor. Yeteneğini keşfetmek ve sanatı gerçek anlamda öğrenmek için iyi bir eğitim alması gerektiğinin farkında olarak 2002 yılında Kubbealtı Nakışhanesi’nde Gülnür Duran hocadan ilk tezhip derslerini almaya başlamış. Sonraki yıllarda Mamure Öz ve Semih İrteş gibi hocaların eğitim verdiği Topkapı Sarayı Türk Süsleme Sanatları kursunu bitirmiş. 2009 yılında Taner Alakuş ile 5 yıl süren minyatür çalışmalarına başlanmış. 2009’da “Kapalıçarşı-Nuruosmaniye” isimli minyatürüyle; 2010’da Klasik Türk Sanatları Vakfı tarafından düzenlenen “İstanbul ve Erguvan” konulu yarışmada “Erguvan İmparatorluğu” isimli eseriyle ödüller almış. 2013’de ilk kişisel sergisini “İstanbul Güzellemeleri” adıyla açan Alpayer, 2015’de ise Saraybosna’da “Büyüleyici İstanbul” sergisini açmış.
Her şeyiyle İstanbul’u anlatıyorum
Hem tezhip hem minyatür sanatıyla ilgilenen Alpayer, “Tezhip sanatı, minyatür gibi derin bir tutkuyla bağlandığım diğer bir sanat ancak minyatürde, özellikle İstanbul şehrini tasvir etme imkânının olması beni cezbetti. Hemen tüm minyatürlerimde her şeyiyle İstanbul’u anlatıyorum. Minyatür benim derinden bağlı olduğum bu kenti anlatmam için sonsuz tasarımlara açık muhteşem bir araç. Her tasarım sonrası yeni bir macera başlıyor. Benim için minyatür büyük bir tutku… Minyatur, gece gündüz hiç durmadan tasarımlar yapmama ve bunları hayata geçirmeme neden olan ve bundan dolayı Allah’a her seferinde şükrettiğim bir tutku. İşte minyatürün yabancı elçileri, tutkuyla bağlı oldukları sanatı böyle anlatırlar” diyor. Sanatçı, tezhip eserlerinde ise klasik anlayışa sadık kalmaya özen gösterdiğini ifade ediyor. Yurt içinde ve dışında açılan kisisel sergilerinde, geleneksel sanatlarımıza karşı yoğun bir ilgi ile karşılaştığından da bahseden sanatçı, sergilerinde hem tezhip hem de minyatür eserlerine yer verdiğini söylüyor. Alpayer, “Yabancılar nezdinde en fazla ilgiyi doğal olarak İstanbul’u tasvir etmeye çalıştığım minyatürler görüyor. Çünkü onların düşüncelerinde bir zamanlar bende de olduğu gibi merak ettikleri büyülü bir şehir var” diyor.
Ebru atölyemizi bir sanat merkezine dönüştürmeyi amaçlıyoruz
Alisher ve Muhlisa İmamov’lar olarak “Türkiye mezunu, sevdalısı insanlarız” diyen çift 9 yıldır evli. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te ikamet ediyor. 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden mezun olan Alisher, ebru sanatının dünyaca ünlü ustalarından Hikmet Barutçugil’in bir festival için Kırgızistan’a gelmesiyle bu sanatı görmüş. Alisher, “Barutçugil, orada etkinlikler yapt ve bizi resmen sihirledi. İlgimiz o zaman başladı diyebiliriz” diyor. Daha sonra Hikmet Barutçugil’in teşvikleriyle ebru dersleri almaya karar vermişler. Ayrıca sosyal medya üzerinden de Türkiye’de bulunan birçok ebruzen hocayı takip ederek kendilerini geliştirmeye devam ediyorlar. “Ebru Orta Asya’dan çıkmış, oradan İpek Yolu’yla Anadolu’ya oradan da Avrupa’ya geçmiş olan bir Türk İslam sanatıdır. Ancak zamanla buralarda bu sanat unutuldu. Biz burada ebru ile uğraşırken, başkalara ebru sanatını tanıtırken, bu sanatın kendi vatanında tekrardan yaşatıyor olmanın mutluluğunu hissediyoruz” diyen Alisher İmamov, Kırgızistan’ın birçok yerinde ebru sanatını tanıtmak için stand açıp, çalıştaylar yaptıklarını söylüyor. Son olarak Bişkek’te bir ebru atölyesi açıp, orada çocuklar ve yetişkinler için ayrı ayrı sınıflarda dersler verdiklerini anlatan çift, “Aynı zamanda Özbekistan’da ebru sanatı ile uğraşan ustalar ile irtibat halindeyiz, inşaallah birlikte de güzel çalışmalar yapacağız. Ebru atölyemizi ilerde bir sanat merkezine dönüştürmeyi amaçlıyoruz. Hat sanatını da öğrenip, onu da buralarda yaşatmak hedeflerimizden biri” diyor.