HATİCE SAKA
Suriye halkı 2011 yılından beri devam eden bir kabusu yaşıyor. Hayatını kaybedenler, mülteciler, tutuklular, işkence görenler ve sayısız insanlık dışı muamele. Tüm bu karanlık dönem şiire, romana ve hikayeye konu oldu ve olmaya devam ediyor. Suriyeli oyun yazarı Sadullah Wannous’un kızı olan Dima Wannous da işte bu karanlığın gözlerinin içine bakanlardan. Dima Wannous, Ortadoğu’nun en büyük genç yeteneklerinden biri olarak görülüyor. 2009 yılında 40 yaşın altındaki en yetenekli Arap yazarlar listesine girmeyi başardı. Aynı zamanda Al Safir, Al-Hayat ve Washington Post gibi gazetelere de yazıyor. Wannous’un, 2018 yılı Uluslararası Arap Edebiyat Ödülü adayı olan “Korkunun Çocukları” romanı ise son yıllarda Arap edebiyat dünyasından Türkçeye önemli romanlar kazandıran Mevsimler Kitap’tan Muhittin Karahan’ın çevirisiyle okuyucuyla buluştu. “Korkunun Çocukları”, Suriyeli yeni jenerasyondan ve sesinden bahseden etkileyici ve büyüleyici bir roman. Sıradan bir hayatın diktatör bir rejim altında nasıl bir hal aldığını aşama aşama anlatıyor yazar. Ülkesine hem içerden hem dışardan bakan bir gencin geçmişinden gelen sorunlar, içindeki fırtınaları köpürtüyor. Annesiyle ilişkisi, babasına olan bağlılığı ve ölümü kabul etmedeki güçsüzlüğü, bir Alevi babanın ve Sünni bir annenin çoçuğu olarak büyümenin zorlukları. Diktatörlüğün altında ezilmiş bir aile.
NESİM’İN KİTABIYLA ANLATIYOR
Romanın başkahramanı Süleyma, son derece modern bir ailede ve özgür bir ortamda büyür. Şam ve Beyrut arasında mekik dokur. Ancak roman daha çok Şam’da geçer. Süleyma, psikiyatr Kâmil’in ofisinde tanıştığı Nesim’le bir ilişki yaşamaya başlar. Fakat savaş başladıktan sonra Nesim Almanya’ya göç eder ve arkadaşlıkları çok farklı bir hal alır. Çünkü yazar olan Nesim’in gönderdiği son kitap taslağının konusu Süleyma’nın ta kendisidir. Nesim’in kendisine gönderdiği kitap üzerinden geçmişini, ailesini sorgulamaya başlar ve içinde yaşadığı Suriye ile ilgili çıkarımlar yapar. Geçmişinde sahip olduğu ve halen hayatını etkileyen korkularla yüzleşmeye çalışır ve korkularını yok etmek için büyük bir mücadeleye girişir.
HAFIZAMI SİLMEYİ ÇOK İSTERDİM
Roman kahramanı ölüm, kayıp, kalabalık korkusu ve daha pek çok korku ile yüzleşiyor. Sonunda şu ortaya çıkıyor. Bir tür korkunun olduğunu fark ediyor; korku korkusu. İşte bu dikatörlerin yakıtı olan ve onları güçlendiren şeydir. Romanda korku ve onunla baş etme üzerine yapılan sayısız çarpıcı betimleme var. Nesim’in korkuları şöyle anlatılıyor. Örneğin; tutuklanmaktan, aranmaktan, sorgulanmaktan ve uçuş yasağından korkmak değil, korku öncesi bir korkudur onunki. Yani o aranmaya ya da tutuklanmaya maruz kalmasa bile yine de korkacaktır. Nesim korkudan korkuyor. Annesi için bu, babası ile evli olduğu 32 yıl boyunca içinde yaşattığı ve o ölünce serbest bıraktığı bir şeydi. Babasının korkuları ise başkadır ve bunu da şöyle anlatır: “Babam yaşadığı şehri korkudan dolayı terk etti, sokaklarda soykırımı, ölümü gördüğü için terk etti. Ailesi ile birlikte Şam’a kaçtı ve katliam bitene kadar orada kaldı, katliamdan kurtulanlarla birlikte evine ve yaşamına dönüverdi. Evlerine döndükleri kesin ama yaşamlarına döndüler mi orası meçhul? Hayat hiçbir şey olmamış gibi akışına devam edebilir mi acaba? Babam Hama’dan bize hiç bahsetmemişti, varamayacağı şeye varmıştı sanki, Hama’yı ve her şeyi hafızasından silmeyi başarmıştı.” Belki acıları bu kadar kötü yapan hatırlanmaları idi. Babası hafızasını silmeyi başarsa da o, bunu bir türlü yapamaz. Ben kimim, adım ne, nerede doğdum, kimle yaşadım, kimle arkadaş oldum, kiminle yürüdüm, kendimi tam olarak hangi sokakta buldum, sevdiğim hangi yerde buldum? Bütün bunları unutmayı, hafızasını bütünüyle kaybetmeyi ister. Çünkü o, “hafıza ya vardır ya da yoktur” kavramını iyi bilir. Ya onunla her haliyle barışık olacaktır ya da onu külliyyen bırakıp adını bile unutacaktır. Süleyma , her şeyi tıpkı babası gibi hafızasından silmek ister. Fakat başaramaz.
İNSAN NASIL BİR CANAVARA DÖNÜŞÜR
Belki de romanın en çarpıcı bölümleri savaş sonrası farklı mezheplerden gelen insanlar arasında giren büyük uçurumların anlatıldığı kısımlar. En yakın akrabalarının bile düşman kesilmesi. Yazar, bu acı gerçekliği Süleyma’nın İngiliz dili ve edebiyatı mezunu kuzenin, Sünni olan annesi için yazdığı mektupla aktarır: “Anneni öldürmelerini temenni etmiyorum. Yok hayır, annenin gözleri önünde sana tecavüz edip sonra da seni boğazlamalarını temenni ediyorum ki annen içi yana yana paramparça bir hayat sürsün.” Bu dehşete nasıl bakacağını bilemeyen roman kahramanı, aklının almadığı insanlık dışı bakış açısı karşısında sadece sorular sorar. Anlaşmazlık bizi nasıl böyle korkunç bir dereceye kadar ulaştırdı? İnsan, insan olarak yatıp canavar olarak nasıl uyanır? Ya da o canavar şimdiye kadar kültürlü, sevecen iddia ettiği gibi yufka yürekli bir kadının vücudunda gizleniyor muydu yoksa? Cevap bulamadığı bu soruların peşinden gitmek yerine ülkesini terk etmek tek çıkış yolu olur.
DÖNÜŞ ARTIK BİR HAYAL OLDU
Suriye’de devrim birçok insanın maskesini düşürür. Ona göre bu ayaklanma ön sözsüz, girişsiz, birdenbire patlamıştı ve aynı anda canavarlar ihtişam ve heybetle ortaya çıkmışlardı. Şehirleri, evleri ve sohbetleri ele geçirmişlerdi. Yalnızca bununla kalmayıp tekme tokat dövüp, küfretmişler, öldürmüşler ve insan ilişkilerinde kocaman bir tarihi darmadağın etmişlerdir. Suriye’nin yaşadığı tam olarak buydu ona göre. Peki geriye nasıl döneceklerdi? Bu soruyu ülkesinden ayrılan her Suriyeli gibi roman kahramanı da soruyordu kendine, ancak dönüş artık bir hayalden ibaret olur. Savaş ülkenin demografisini değiştirirken, yeni yollar ve yeni sınırlar çizilirken evi her geçen gün daha da uzaklaşır. Artık Süleyma için Paris, Londra ya da Almanya evinden çok yakındır. Dima Wannous, aslında bu romanıyla kendisi gibi Suriye’den koparılan bir neslin korkularını aktarıyor okuyucuya.