Film biter, ekran kararmıştır. Artık zihnimizde yeni bir film başlıyor. Karate filmi çıkışında avluya uçan tekme atanları, mafya filmi sonrası salondan farklı bir yürüyüşle çıkanları hatırlayalım. Birkaç dakikalık bu aksiyondan geriye her filmin bizde yarattığı bir algı, zihnimizde kuluçkaya yatıyor. Müslümanların terörist Türklerin vahşi gösterildiğini, Türkiye’nin işgale uğradığını filmlerde, dizilerde ve hatta çizgi filmlerde görmeye başladık. 11 Eylül, Ermeni sorunu, Kürt meselesi konularında perdeye yansıyan Müslümanların ve Türkiye’nin olumsuz imajı, ödüller sayesinde gündeme taşınıyor. Irak işgalindeki Amerikan askerlerinin duygu değişimleri Oscar kazanırken karşı algı filmlerinin ödüllerde adı geçmiyor. Bunun en iyi örneklerinden olan yönetmen Fatih Akın Duvara Karşı’da Almanya’daki Türkleri olumsuz göstermiş, Kesik’te ise Ermeni tehcirine yanlı bir bakış getirmişti. Son filmi Solgun’da ise Kürt olduğu için öldürüldüğüne inandığı eşinin katilini arayan bir kadının hikayesini anlatıyor. Akın’ın son açıklamaşlarına bakarsak yeni projesi de Rojava hakkında. Sinemadaki Türkiye algısı ve karşılık olarak yapılabilecekleri akademisyen Erkan Büker, yapımcı Doruk Acar, yönetmen Erkan Baytimur ve eleştirmen Serkan Baştimar ile konuştuk.
GÜLÜP GEÇMEK YERİNE CİDDİYE ALIYORUZ
Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Erkan Büker, sinemada algı üzerine dersler veriyor. Filmlerin, duygulara yönelik mesajlar vererek önyargı tohumları ektiğini belirten Büker, “Sinema yardımıyla bir ülkeyle olan dost-düşman tanımını kolayca değiştirebiliriz. Temel beklenti Türklerin uygar olmadığı ve farklı toplulukları yok ettiğine dair algıyı güçlendirmektir. Yani son 200 yıldır oluşturulan algının devamı niteliğinde. Ama 1500’lerde, İspanya’dan kaçan Yahudilere dünyada tek yer veren Türklerdir. Bu topraklar, onlarca medeniyetin birlikte yaşadığı yerler. Az biraz bilgisi olan bu söylenenlere gülüp geçer ancak biz de dahil olmak üzere, bunları çok ciddiye alıyoruz. Mesajların kalıcı olmasına sessiz sedasız tanık oluyoruz maalesef. Filmler yoluyla kuşatılıyoruz. Güçlü mesajlara, en az onlar kadar güçlü karşı mesajlar vermeliyiz. Bu görüşleri tersine çevirecek projelere girişmeliyiz. Örneğin üniversitemizin Yapımcılık Akademisi böyle bir adım” diyor.
POLİTİK SÖYLEMİN YERİNİ SİNEMA ALDI
'78 yapımı Geceyarısı Ekspresi, 2000’li yılların başına kadar gündemdeydi. Yabancı bir uyuşturucu kaçakçısının başına gelenleri anlatan filmde Türk polisi ve sosyal hayat kötü gösteriliyordu. Olayın gerçek kahramanı 2014 yılındaki 29 Ekim’de Wall Street’e Türk bayrağı dikse de filmin milyonda biri kadar haber olmadı. Düşman objesinin soğuk savaş döneminde Rusya olduğunu, şimdiyse onun yerini Müslümanlar’ın aldığını belirten Büker sözlerine şöyle devam ediyor: “Politik söylemlerin yerini sinema aldı diyebiliriz. Bütün dünyada güvenlik önemli bir sorun haline gelirken kötü adamlar Müslümanlar oldu. Müslümanlar az gelişmiş, niçin olduğunu bilmediğimiz bir vahşet içeren, acımasızlığı resmeden kesim haline geldi. Oysa bir Amerikalı’dan daha vahşi bir ırk var mı son 50 seneye baktığımızda, kaç milyon canı yok ettiler. Ama kimse onlara terörist diyemiyor.”
HER ŞEYİN BAŞI GÜZEL HİKAYE
Dağ 2, Panzehir filmleri ve yakında ekranlara gelecek olan Börü adlı dizinin yapımcısı Doruk Acar, aleyhimize kullanılan bazı konuların Türkiye’nin yumuşak karnı olduğuna dair benzetmelere karşı çıkıyor. Üretilen içeriğin küresel olduğuna ve tek taraflı bakmamak gerektiğini söyleyen Acar, “Bu topraklarda sonsuz bir kültür var. Bu yüzden 3-5 sığlığın içinde kalıp yumuşak karnımızdan vurdular diye düşünmemek lazım. Kurtuluş Savaşı’nda Türk Kürt birlikte çatıştı ama 80’lerden sonra bir anda Kürt sorunu başladı ve bununla ilgili filmler yapıldı" diyor.
Her şeyin güzel bir hikayeye bağlı olduğunun altını çizen Acar, “Bazıları Türkiye’yi kötülemekle prim yaptı ama kalıcı olamayacaklar. Çünkü siyasete bağlı olarak isim yapıyorlar. Ermeni Soykırımı konusunda biz Türk olarak yapmadık diyoruz. Bir başkası da yaptı diyor. Benim bunu Fransa’ya izletebilmem için temaya dokunmam lazım. Meşhur Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun azınlıktan bir öğrencisiyle yaşadığı aşk hikayesi vardı. Baktığınız zaman o hikaye izlenir. Bu hikaye altında “soykırım yoktu” imajını verirsen iş yaparsın. Yine ‘Büyükelçi’ diye bir kitap vardı. Orada geçtiğine göre bir büyükelçi, II. Dünya Savaşı’nda Fransa’daki Yahudilerden bir kısımını onlara Türk pasaportu vererek kurtarmış. Hoşgörülü olduğumuzu bu hikayelerle anlatmalıyız.”
Bizim hikayelerin zamanı geldi
Türkiye’nin üç yanı denizlerle, dört yanı algılarla çevrili bir ülke olduğuna dikkati çeken Sinefesto Genel Yayın Yönetmeni, eleştirmen Serkan Baştimar, “İdeoloji, algı yönetimi ve ‘sinsi’ fikirler her yere giremez ama film ya da diziler her kapıyı açacak formda. Herhangi bir ülkenin Hollywood’dan açılan penceresinden bakıldığında Türkiye hâlâ 1900’lerin başında gibi görünüyor. Şu sıralarsa oynanan oyun daha sert. Yalnızca dünya değil, bizim insanlarımız da bu fikirleri benimsiyor. Bazıları kendi kimliğini reddediyor bu yüzden. Şimdilik çok geniş çaplı değilse de yakın gelecekte bu algının artık sabit bir fikre döneceği açıkça görülüyor” diyor. Baştimar, karşı hamle olarak “Sinemamız, dizilerimiz, kendimize anlattığımız - kendimizin dinlediği içeriklerle dolu. Artık kendimiz çalıp kendimiz dinlememeli, şarkımızı dünyaya söylemeliyiz. İçinde gerçek biz olan, bizi anlatan filmlere ve dizilere imza atmanın zamanı geldi, geçiyor” ifadelerini kullanıyor.
Farklı bakışlara ihtiyaç var
Derdimizi anlatan filmlerde bıçak sırtı bir dilin kullanıldığına değinen Bordo Bereliler filminin yönetmeni Erhan Baytimur, “Ayrıştırıcı dilden uzak olmamız gereken bir dönem ancak savunmayı da elden bırakmamak gerekiyor. Bu bilinç ve sorumluluğu perdede görmeliyiz. 15 Temmuz’dan sonra televizyon ve sinemada asker filmlerine hazır bir seyirci var. Moda gibi birbirinin aynısı yapımlar çekmek yerine daha dikkatli olmalıyız. Örneğin biz Bordo Bereliler-2’de bir teröristin empati kurmasını sağlıyoruz. Terörist, yapılan kötülüklerin nelere yol açtığını kademe kademe anlamaya başlıyor. Bu tür farklı açıdan bakışlara ihtiyacımız var” ifadelerini kullanıyor.